Ne yapılmalı, şimdi? Soru herkesin dudaklarında, ve bir şekilde, bu, mürur eden herhangi bir filozofu bekleyen, insanların hep sorduğu soru. Ne düşünülmeli? değil: Ne yapılmalı? Soru (filozoflarınki de dahil) herkesin dudaklarında, ama alıkoyulmuş, nadiren dile geliyor, çünkü bizler onu sormak için hala hakkımız, ya da araçlarımız olup olmadığını bilmiyoruz. Muhtemelen, öyle ya da böyle, ihtiyatlı bir şekilde kendimiz için düşünüyoruz, muhtemelen ‘ne yapılmalı?’nın belirsizliği bugün o kadar büyük, o kadar dalgalı, o kadar meçhul ki, şunu bile yapmaya ihtiyaç duymuyoruz: soruyu sormak.
Özellikle de soru, kişinin neyi düşünmesinin doğru olduğunu bildiğini, ve meselenin sadece, eyleme nasıl geçileceği olduğunu varsayıyorsa. Arkamızda teori, önümüzde uygulama – anahtar şey, neyin tam vaktinde, özgül eylemde işe koymak için seçileceği. Ama bu, soruca, en sıradan şekilde varsayılandır. Ve bu durumda ‘ne yapılmalı?’, çoktan verili bir hedefi gerçekleştirmek için “nasıl eylemeli” anlamındadır. Öyleyse “dünyayı dönüştürmek”, dünyanın çoktan verili bir yorumunu gerçekleştirmek, bir umudu gerçekleştirmek, demek.
Ama bizler, neyi düşünmemizin doğru olduğunu bilmiyoruz, ve hatta uygun bir şekilde ümit etmeyi dahi. Muhtemelen artık düşünmek nediri de bilmiyoruz, bunun sonucu olarak, mutlak biçimde, ne ‘yapmayı’ düşünmek nediri, ne de ‘yapmak’ nediri biliyoruz.
Muhtemelen, en azından, bir şey biliyoruz: ‘Ne yapılmalı’ bizim için, nasıl, herşeyin çoktan yapılmadığı (oynanmış, bitmiş, kutsal bir kadere terkedilmiş), ve aynı zamanda, tamamen yapılmayacağı (gelecekte hep gelecek yarınlar için) bir dünyayı meydana getirebiliriz, demek.
Bu, sorunun bize eşzamanlı olarak buyruksal, çifte bir yanıtlama sunması demektir. Dünyadaki hiçbir şeyin, hiçbir yerleşik yasanın, hiçbir geri döndürülemez sürecin, hiçbir tahminin, hiçbir hesaplanabilir uzamın ölçemeyeceğine mukabil olunmak zorunda –mutlak adalet, kısıtsız nitelik, mükemmel şeref-, ve dünyanın kendisi, burada ve şimdi, her an, geçmişe ya da geleceğe atıfsız, yaratılmak zorunda. Bu demektir ki, dünyayı olduğu haliyle, aynı anda hem olumlamak hem de aleyhinde olmak – eşit miktarda boyuneğiş ve devrimi ölçüp biçip, hep reformla uzlaşma arasında yarıyolda kalmak değil; hiçbir zaman durağan olmayan, her zaman daimi şekilde, kendi çelişkisine yeniden-açılan dünyayı meydana getirmek; bu bizi ne yapılmalıyı peşinen bilmekten alıkoyar, dünya olmayan hiçbir şeyi, hiçbir zaman yapmamayı dayatır.
Dünyamıza ne olacağı bizim bilemeyeceğimiz bir şey, ve artık tahmin edebileceğimiz ya da yönetebileceğimize de inanamayız. Ama öyle bir şekilde eyleriz ki, bu dünya kendini, olduğu haliyle kendi belirsizliğine açabilecek bir dünya [olur].
Bunlar muğlak genellemeler değil. Bu satırları Ocak 1996’da yazıyorum. ‘ne yapılmalı?’da varolan tüm zorluğu –aporia değil- Fransa’daki Aralık grevleri açıkça; tüm teminatlar askıya alınıp, tüm modeller işlevdışı kalınca, ortaya koydu. İktisadi Realpolitikin gaddarlıkları karşısındaki çekilme, tam olarak ne yapılmalıyı söyleme riskini pek az alan, hararetli ve hevesli kelimelerle çarpıştı. Bu ikisinin arasında bir şey algılanabilirdi: dünyayı icat etmek; bir dünyaya tâbi olmaktansa, bir başkasını düşlemektense, kaçınılmaz. İcad her zaman için modelsiz ve garantisizdir. Ve bu, kargaşayla, endişeyle ve hatta perişanlıkla yüzleşmek demek. Kesinlikler parçalara ayrıldığında, hiçbir kesinliğin tekabül edemeyeceği tâkat cem olur.
Jean-Luc Nancy
Çeviri: Selim K.
Retreating the Political [Siyasalın Ricatı, Routledge '97] kitabından ss.157-8.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder