4 Şubat 2011 Cuma

Uygarlığı Yok Etmek?

Sanıyorum ki bütün anarşistler, her türlü tahakkümcü ve sömürgeci kuruma, yapıya ve sisteme bir son vermek konusunda anlaşacaklardır. Bu şeylerin reddedilişi, son tahlilde, anarşizmin temel anlamını oluşturur. Birçok anarşist bu kurum, yapı ve sistemlerin arasında devletin, özel mülkiyetin, dinlerin, kanunların, ataerkil ailenin ve sınıf denetiminin olduğu konusunda da hemfikirdir.
Son yıllarda bazı anarşistler uygarlığın yıkılmasının gerekliliği üstüne daha geniş bir biçimde konuşmaya başladılar. Bu da tabii ki uygarlığı savunan bir reaksiyona yol açtı. Ne yazık ki bu münazaraların bir çoğu, gerçek tartışmalar yerine, isim takmalar, karşılıklı saptırmalar ve “anarşist” etiketinin sahiplenilmesi üzerinden ilerlediler. Bu tartışmaların yetersiz kalmalarının nedenlerinden bir tanesi de (en önemlisi olmasa da) iki taraftan da çok az kişinin “uygarlık” diyerek tam olarak neyi kast ettiklerini açıklamış olmalarıydı. Böylece uygarlık kelimesi bir taraf için iyi olan her şeyi temsil eden, diğer taraf için ise kötü olan her şeyi temsil eden, puslu bir terim olarak kaldı.
Uygarlığın net bir tanımını verebilmek için, uygarlığın nereden ortaya çıktığını belirlemek ve bugün uygar olarak adlandırılan toplumların medeni görülmeyen toplumlarla ne gibi farklarının olduğunu incelemek gerekmektedir. Böyle bir inceleme bize besiciliğin, tarımın, yerleşik yaşamın, sanatın, zanaatların, tekniğin gelişmişliğinin ve hatta metal dökmenin basit formlarının bile bir toplumu uygar olarak tanımlamaya yetmediğini gösterecektir (ancak bunların varlığı uygarlığın ortaya çıkması için gerekli maddesel temeli sağlamaktadır). Binlerce yıl önce medeniyetin beşiğinden yükselmiş olan ve uygar bütün toplumlarca paylaşılan ama uygarlaşmamış olduğu söylenilen toplumlarda eksik olan şey aslında tahakküm ve sömürüyü dayatan kurumların, yapıların ve sistemlerin bir ağıdır. Başka bir deyişle, uygar bir toplum devletten, mülkiyetten, dinlerden (veya modern toplumlarda, ideolojilerden), yasalardan, ataerkil aile yapısından, ticaret borsalarından, sınıf denetiminden - kısacası biz anarşistlerin karşı çıktığı her şeyden oluşmaktadır.
Diğer bir ifadeyle, bütün uygar toplumların sahip oldukları ortak nokta, içinde yaşayanların yaşamlarına sistematik bir biçimde el konulmasıdır. Evcilleştirmenin (ahlaki değerlendirmelerden sakınarak) eleştirisi bu durumu anlamak için güçlü bir araç oluşturmaktadır. Evcilleştirme, bir varlığın hayatına başka bir varlık tarafından el konulmasından ve el koyanın kendi amaçları doğrultusunda el koyduğu hayatı sömürmesinden başka nedir ki? Demek ki uygarlık, toplumun büyük çoğunluğunun, tahakküm ağlarını kullanan küçük bir azınlık tarafından, sistematik ve kurumsallaşmış bir biçimde evcilleştirilmesidir.
Bu nedenle yaşamlarımızı geri almamızı sağlayacak devrimci süreç, uygarlıktan ve evcilleşmeden kurtulduğumuz bir süreç olacaktır. Bu kendi içgüdülerimizin (eğer varsalar) pasif köleleri hâline gelmemiz, veya kendimizi doğanın sözümona birliğinde çözmemiz anlamlarına gelmemektedir. Bu kendi kararlarını verebilen, ve diğer insanlarla özgür etkileşimlerimizi etkileyen bu kararları uygulayabilen, kontrol edilemez bireyler hâline gelmemiz demektir.
Benim herhangi bir ideal dünya modelini reddettiğim (ve mükemmel görünen herhangi bir görüşe güvenmediğim -çünkü burada bireyin özneliğini yitirdiğinden şüphelenirim- ) buradan kolaylıkla anlaşılabilmelidir. Anarşist ideallerle uyuşan devrimci mücadelenin özü, sömürülmüş, tahakküm altına alınmış ve mülksüzleştirilmiş bireylerin kendi yaşamlarını geri almaları olduğundan; bu mücadele süreci içerisinde insanlar kendi yaşamlarını nasıl yaratacaklarına, bu dünyada özgürlüklerini artırmak, yeni seçenekler yaratmak ve keyiflerine keyif katmak için nelerin uygun olduğuna, ve nelerin sadece keyif kaçıran ve özgürlüğün sınırlarını genişletmeyi engelleyen yükler olduğuna karar vereceklerdir. Böyle bir sürecin tek ve evrensel bir sosyal model yaratacağını düşünemiyorum. Bunun yerine zaman ve mekana göre esaslı bir biçimde değişen, her bireyin tekil ihtiyaçlarını, hayallerini ve isteklerini yansıtan sayısız deneyimler olacaktır.
Bu yüzden gerçekten de uygarlığı, bu tahakküm ağını yıkalım derim ancak bunu kendimizi kurban edeceğimiz bir sofuluk ahlakına dayanan veya doğayla sözümona yabancılaşmamış bir birlik içinde mistik bir çözülmeyi öngören bir model adına yapmamalıyız, bunun yerine kendi yaşamlarımızı yeniden elde etmek, biricik ve kontrol edilemez bireyler olarak bizlerin kolektif yeniden yaratımı uygarlığın -kendini dünyaya yaymış bu on bin yıllık tahakküm ağının- yıkımı olduğu için ve özgürlük adı verilen bilinmeze doğru korkutucu ve olağanüstü bu yolculuğun başlangıcı olduğu için yapmalıyız.
Willful Disobedience dergisinin 3. sayısında yayımlanmıştır.
Çeviri: CinnetModern Çeviri Grubu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder