6 Şubat 2011 Pazar

Yeni Kapitalist Düzenin Yüzüne Yüzüne Anarşistler

Yoldaşlar, bu konuşmaya başlamadan önce, birbirimizi daha iyi tanımak için iki çift laf etmek istiyorum. Konferanslarda her zaman, konuşan ile dinleyenler arasında bir engel yaratılır. Dolayısıyla, bu engeli aşmak için bir anlaşmaya varmaya çalışmamız gerekir, çünkü biz birlikte bir şeyler yapmak için bir araya geldik, birileri konuşsun, diğerleri de dinlesin diye değil ve bu akşam tartışılacak sorunlar düşünüldüğü zaman, bu ortak çıkarın her zamankinden açık olması gerekir. Genellikle analizlerin karmaşıklığı ve ele alınan konuların güçlüğü konuşan kişiyi dinleyen kişilerden ayırır ve pek çok yoldaşı pasif boyuta iter. Yalnızca belirli bir noktaya kadar ilgimizi çeken bir kitabı, örneğin Anarşizm ve Sanayi-Sonrası Toplum gibi bir başlığı olan bir kitabı okurken de aynı şey olur. İtiraf etmeliyim, bir kitapçı vitrininde böyle bir kitap görsem, alacağımdan hiç emin değilim.
İşte bu yüzden bir anlaşmaya varmalıyız. Bence tartışılan sorunun görünen yüzü altında ki sorunun kendisi de kuşkusuz karmaşık bir sorun, hepimizin anarşist ve devrimci yoldaşlar olduğumuz gerçeği, ortak bir zemin bulabilmemiz gerektiği anlamına geliyor. Bu bizim, gerçekliği daha iyi anlamamızı, böylece öncekinden de etkili bir şekilde eyleme geçmemizi sağlamak için belli analitik araçları edinmemizi sağlamalı. Bir devrimci anarşist olarak teori dünyası ve pratik dünyası diye iki ayrı dünyada yaşama fikrini reddediyorum. Bir anarşist devrimci olarak benim teorim pratiğimdir ve pratiğim teorimdir.
Böyle bir giriş pek hazmedilemeyebilir ve eski teorileri destekleyenleri memnun etmeyeceği kesindir. Ama dünya değişti. Bugün yeni bir insanlık durumu ile yeni bir ve acı verici bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Bu durum entelektüel kapalılıklara ya da analitik aristokrasilere yer bırakmıyor. Artık eylem teoriden ayrı bir şey değil ve öyle olmaya da devam edecek. İşte bu yüzden kapitalizmin dönüştürülmesi konusunda konuşmaya yine de devam etmek önemli. Çünkü gözlerimizin önündeki durum hızlı bir yeniden yapılanmaya gitti bile.
Kendimizi bu tür durumlar içinde bulduğumuz zaman, sözcüklerin baştan çıkarıcılığına kapılıyoruz ve anarşistlerin sözcüklere eğilimini hepimiz biliyoruz. Elbette eyleme biz de taraftarız. Ama bu gece mesele yalnızca sözcükler meselesi, bu yüzden onlarla sarhoş olup gitme riski var. Devrim, ayaklanma, yıkım, tamamen sözcüklerden ibarettir. Sabotaj… işte, bir sözcük daha. Burada, aranızda geçirdiğim son birkaç günde muhtelif soruların sorulduğunu duydum. Bazen, anlayabildiğim kadarıyla, inançsızlıkla soruluyorlardı.
Ama işin içine bir dilden diğerine tercüme giriyor ve ben kötü niyetli olmak istemiyorum. Yalnızca şunu söylemek istiyorum: analizimin sosyal soruna çözüm önerdiğini söyleyerek kendimi kandırmak istemiyorum. Son birkaç gündür konuştuğum diğer yoldaşların çözümü bildiklerini de sanmıyorum. Analizleri işçi sınıfının merkezi bir öneme sahip olması gerektiğini söyleyen anarko-sendikalist yoldaş da bilmiyor, anlayabildiğim kadarıyla ona katılmıyor gibi görünen ve ayaklanmacı nitelikte bir müdahale öneren diğer yoldaşlar da bilmiyor. Hayır, bu hipotezlerden hiçbiri gerçeği bildiğini iddia edemez. Anarşizm bir şey öğretiyorsa o da hakikati bildiğini iddia edenlere karşı ihtiyatlı olunması gerektiğidir. Hakikati bildiğini iddia eden herhangi biri, kendine anarşist dese bile, bana göre yalnızca bir rahiptir. Her türlü söylem yalnızca var olanın eleştirisini formüle etmelidir ve eğer zaman zaman sözcüklere kapılıp gidiyorsak, bizi ele geçiren eyleme geçme arzusudur. Burada durup yeniden düşünmeye başlayalım. Bize şu anda baskı uygulayanın yok edilişi uzun bir yol olacaktır. Analizlerimiz küçük birer katkıdır. Her küçük konuşmanın yalnızca zaman kaybı olması için yıkıcı devrimci eylemimizi birlikte sürdürmeliyiz.
O zaman ne yapabiliriz? Anarşistler bunu çok uzun zamandır kendilerine soruyorlar: kitlelerle nasıl iletişim kurabiliriz? Bu tür tartışmalarda hep akla gelen ve son birkaç gündür muhtelif durumlarda işittiğim bir terim kullandım. Şimdi, bu soruna iki değişik açıdan yaklaşılabilir. Geçmişte, anarşizmin tarihi boyunca, propaganda kavramı kullanılarak yaklaşıldı, yani kitlelere bizim kim olduğumuz anlatılarak. Bu, kolayca görebildiğimiz gibi, dünyanın her yerinde siyasi partilerin kullandığı yöntemdir. Böyle bir yöntem, geleneksel anarşist propaganda kullanılması, bana göre bugün, tıpkı başka herhangi bir ideolojinin yayılmaya çalışılması gibi, güç bir yöntemdir. Bunun sebebi yalnızca artık insanların ideoloji ile bir ilgilerinin olmasını istememeleri değil, aynı zamanda kapitalist yapılanmanın bunu anlamsızlaştırmış olmasıdır ve burada herkesin önünde söylemeliyim, anarşistler bu yeni gerçekliği anlamakta güçlük çekiyorlar ve uluslararası anarşist hareketin içinde sürmekte olan bir tartışmanın konusudur bu. İdeolojinin sonu, geleneksel anarşist propagandanın anlamsızlaştığı bir duruma götürüyor bizi. Propagandanın etkililiği (ya da etkili olduğu yanılsaması, hangisi doğruysa artık) kayboldukça, insanlarla doğrudan iletişim yolu açılıyor. Bu somut mücadeleler, zaten bahsettiğimiz mücadeleler, günlük sorunlar yolu, ama elbette insan kendi sınırlarını aşamaz. Anarşistler küçük bir azınlığı oluşturuyor. Kendilerini insanlara duyurmanın yolu reklam tekniklerini kullanmak ya da çok gürültü çıkarmaktan geçmiyor. Yani bu en uygun iletişim yolunu seçme meselesi değil, –çünkü bu bizi propaganda sorununa ve dolayısıyla ideoloji sorununa geri götürür- daha çok en uygun mücadele yöntemlerini seçme meselesi. Çoğu anarşist, kendi olanakları dâhilinde, kendilerini herhangi birinin pilotu olarak hayal etmeden, bunun doğrudan saldırı olduğuna inanıyor.
Sizi bir anlığına kapitalizmin 80’lerin başındaki durumu üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Kapitalizm güçlük içindeydi, gittikçe artan işçi giderleri, sabit fabrikaların astronomik maliyetlerle yeniden yapılanması, katı bir Pazar ve buna karşılık olarak sosyal mücadelelerin gelişmesi olasılığı ile karşı karşıyaydı ve sonra, altı, yedi sene sonraki koşulları düşünün. Kapitalizm ne kadar da hızlı değişti. Tüm güçlükleri, hiç öngörülmemiş bir şekilde aştı, önceden görülmemiş bir ekonomik ve emperyalist program ile dünyayı idare etmeyi başardı. Belki şu anda öyle görünmüyor, ama güç çemberini kapamayı hedefleyen bu program ilerlemekte. Olan ne? Güçlüklerle dolu bir durum nasıl böylesine hızla ve radikal bir biçimde iyiye döndü?
Ne olduğunu hepimiz biliyoruz; bizi şaşırtan işin teknik tarafı değil. Temel olarak, üretim sürecine yeni bir teknoloji sokuldu. İşçi maliyetleri azaltıldı, yerini verimlilik programları aldı, üretimde yeni güçler kullanıldı: bunu hepimiz biliyoruz. Bizi şaşırtan kapitalist yeniden yapılanma tarafı değil. Hayır, bizi hayretten hayrete düşüren, kapitalist yeniden yapılanmanın işçi sınıfını nasıl kullandığı. Çünkü kapitalizm için asıl güçlüğü hep bu oluşturuyordu. Kapitalizm güler yüzlülükle işçi sınıfına saldırdı ve o sınıfı çözdü, onları ülkenin her tarafına dağıttı, fakirleştirdi, morallerini bozdu, etkisiz hale getirdi. Elbette başta bunu yapmaya korkuyordu. Kapital o yola girme riskine atılmaktan hep korkuyordu, çünkü işçilik maliyetinin azaltılması hep sosyal mücadeleler patlamasına sebep oluyordu. Ama, kapitalizmin akademik temsilcilerinin bir süredir üzerinde ısrar ettiği gibi, bu tehlike artık yok ya da en azından yok olmakta. Artık, üretim sektörlerini değiştirerek yaptığınız sürece, diğerleri açık fikirlilik geliştirmeye ve olayları tartışmaya hazır olduğu sürece, işçileri işten çıkarmak bile mümkün ve sosyal güçlerin hepsi: partiler, sendikalar, sosyal işçiler, baskı güçleri, her düzeyde okul, kültür, görsel dünya, medya, kapitalizmin yeni görevine yardımcı olmaya çağrıldı. Bu, yeni insanı, yeni işçiyi şekillendirmeye yönelik, daha önce benzeri hiç görülmemiş dünya çağında bir haçlı seferi.
Bu yeni insanın ana özelliği ne? O şiddet karşıtı, çünkü o demokratik. Meseleleri diğerleri ile tartışıyor, başka insanların fikirlerine açık, diğerleri ile işbirliği arıyor, sendikalara katılıyor, grev yapıyor (sembolik olanlara, elbette.) Ama ona olan ne? Kimliğini kaybetti. Artık gerçekte kim olduğunu bilmiyor. Sömürülenlerden biri olarak kimliğini kaybetti. Sömürü kaybolduğu için değil, ona hissetmeye zorlandığı şeylere dair yeni bir imge verdiği için. O bir katılımcı. Dahası, bir sorumluluk hissi duyuyor ve bu sosyal dayanışma adına yeni fedakârlıklarda bulunmaya razı: uyum göstermeye, iş değiştirmeye, becerilerini kaybetmeye, bir insan ve işçi olarak diskalifiye edilmeye. Son on senedir kapitalizmin ondan istediği işte bu, çünkü yeni kapitalist yeniden yapılanma ile niteliklere gerek yok, tek gereken çalışma, esneklik ve hız yeteneği. Göz zihinden daha hızlı olmalı, verilen kararlar sınırlı ve hızlı olmalı: kısıtlanmış seçimler, basılacak birkaç düğme, uygulamada maksimum hız. Bir örnek vermek gerekirse, bu projede video oyunlarının önemini düşünün. Sonuç olarak, işçi merkezliliğinin korkunç şekilde kaybolduğunu görüyoruz. Sermaye dahil edilen ile dışlananı birbirinden ayırabiliyor, yani, iktidarla ilişkili olanı, iktidardan sonsuza dek dışlanacak olandan. “İktidar” derken yalnızca devlet yönetimini kastetmiyoruz, aynı zamanda daha iyi yaşam koşullarına erişme olasılığını kastediyoruz.
Ama bu bölünmüşlüğü destekleyen ne? Ayrımı garantileyen ne? Bu, ihtiyaçların hangi şekillerde algılandığına dayanıyor. Çünkü bir an durup düşünürseniz, eski tarz sömürü şeklinde, sömüren ve sömürülen, ikisi de aynı şeyi arzuluyordu. Yalnızca biri sahip oluyordu ve diğeri sahip olamıyordu. Bu bölünmüşlüğün yapısı tam olarak gerçekleşirse, iki tür arzu olur, tamamen farklı şeylere yönelik bir arzu. Dışlananlar yalnızca bildikleri şeyleri arzulayacaklar, kavrayabildikleri şeyleri, dâhil edilenlere ait olanları değil. Onların arzularını ve ihtiyaçlarını artık kavrayamıyor olacaklar, çünkü bunu kavramaları için gereken kültürel donanım sonsuza dek ellerinden alınmış olacak.
Kapitalizmin inşa ettiği bu işte: et ve kemiğe işlemiş, iktidar laboratuvarlarında inşa edilmiş bir otomasyon. Bilgi teknolojisine dayalı bugünün dünyası makineyi insan düzeyine asla getiremeyeceğini çok iyi biliyor, çünkü hiçbir makine insanın yapabildiklerini asla yapamayacak. Bu yüzden insanı makine düzeyine düşürmeye çalışıyorlar. Onun anlama kapasitesini azaltıyorlar, yavaş yavaş kültürel mirasını mutlak minimuma getiriyorlar ve onun içinde tekdüze arzular yaratıyorlar.
Bahsettiğimiz bu teknolojik süreç ne zaman başladı? Söylendiği gibi sibernetikle mi başladı? Bu tür konularda deneyim sahibi herkes, zavallı Norbert Wiener’in bir sorumluluğu olsa bile, bunun yalnızca elektronik kaplumbağalar ile oynamaya başlamasında olduğunu bilir. Aslında, modern teknoloji yüz sene önce, masum bir İngiliz matematikçisi aritmetik ve iki tabanlı hesaplarla oynamaya başladığı zaman doğdu. Şimdi, bu başlangıcı takip ederek modern teknolojinin muhtelif adımlarını saptamak mümkün. Ama niteliksel bir sıçramanın gerçekleştiği kesin bir an var: yeni teknolojinin elektronik üzerine inşa edilmesi ve sonuç olarak elektroniği mükemmelleştirecek teknolojinin inşa edilmesi ve bütün bunların nasıl evrimleşeceğini görmek imkânsız, çünkü bu yeni teknolojik evreye girişin ne sonuçlar doğuracağını kimse tahmin edemiyor. Sebep-sonuç terimleri ile düşünmenin imkansız olduğunu anlamalıyız. Örneğin, büyük güçlerin dünyayı havaya uçurmak için atomik potansiyele sahip olduğunu söylemek safça olur; bu gerçek olsa bile. Öylesine dehşet verici, bir kıyamet düşüncesi olan bu fikrin sebep-sonuç hipotezlerine dayanışı eski teknoloji kavramına aittir: bombalar patlar, dünya yok olur. Bizim burada bahsettiğimiz sorun çok daha tehlikeli bir durum olasılığını yaratıyor, çünkü artık bu bir spekülasyon meselesi değil, zaten var olan ve gittikçe gelişen bir durum meselesi ve bu gelişme sebep-sonuç ilkesine dayalı değil, öngörülemez ilişkiler örgüsüne dayalı. Tek bir basit teknolojik keşif, örneğin enerji korumasını sağlayan yeni bir maddenin keşfi, hiçbir vicdanın, bilim adamının öngöremeyeceği bir dizi yıkıcı teknolojik ilişkiye yol açabilir. Yalnızca yeni teknolojileri değil, aynı zamanda eski teknolojileri de etkileyecek, tüm dünyayı kaosa götürebilecek bir dizi yıkıcı ilişkiye yol açabilir. Farklı olan bu işte ve bunun, şimdiki kâbusun yalnızca uzak bir akrabası olan sibernetikle bir ilgisi yok.
Bütün bunların ışığında, uzun bir süredir kendi kendimize sorup duruyoruz: düşmanımızı derinlemesine bilmiyorsak ona nasıl saldırabiliriz? Ama bir düşünürseniz, yanıt o kadar da güç değil. Polise saldırmaktan büyük keyif alıyoruz örneğin, ama kimse bunu yapmak için polis olmuyor. Kendi kendilerini bilgilendiriyorlar: polis nasıl çalışır? Ne tür coplar kullanırlar? Polisin nasıl çalıştığını kabaca anlamak için gereken küçük bilgi kırıntılarını bir araya getiriyoruz. Başka bir deyişle, polise saldırmaya karar verirsek, onlar hakkında belli miktarda bilgi edinmekle sınırlıyoruz kendimizi. Aynı şekilde, yeni teknolojiye saldırmak için de mühendis olmaya gerek yok, bazı temel bilgileri edinmemiz, ona saldırmamızı mümkün kılacak birkaç pratik göstergeyi öğrenmemiz yeterli ve bu düşünceden çok daha önemli bir başka düşünce doğuyor: yeni teknoloji soyut bir şey değil, somut bir şey. Örneğin, uluslararası iletişim sistemi somut bir gerçek. Kafalarımızda soyut bir imge yaratmak için kendini bütün ülkeye yaymak zorunda. Yeni materyaller bu şekilde kullanılıyor, diyelim ki veri iletimi için kablo sistemleri inşa ederek ve teknolojinin bu tarafını bilmek önemli, üretim açısından nasıl çalıştığı değil, tüm ülkeye nasıl yayıldığı önemli. Yani yönlendirme merkezlerinin (bunlardan çok vardır) nerede bulunacağı, iletişim kanallarının nerede olduğu. Bunlar, yoldaşlar, soyut fikirler değildir, fiziksel şeylerdir, belli bir alan kaplayan, kontrol sağlayan nesneler. Bu örnekle sabotajla müdahale etmek çok basittir. Zor olan kabloların nerede olduğunu bulmaktır.
Saldırı için gereken belge ve araştırmaları bulmanın zorluğunu gördük: bir noktada bu vazgeçilmez olur. Bir noktada, teknoloji bilgisi şart olur. Bizim fikrimize göre, gelecek birkaç sene içinde devrimcilerin en büyük sorunu bu olacaktır.
Geleceğin toplumunda, pek çok yoldaşın kendi kendini yöneten toplum olarak bahsettiği toplumda bilgisayarlardan faydalanacak mı, bilmiyorum. Yeni teknolojilerin çoğundan faydalanılıp faydalanılmayacağını bilmek de imkânsız. Aslında, bu farazi geleceğin toplumunda ne olup ne olmayacağını bilmek imkânsız. Bir noktaya kadar bilebildiğimiz tek şey şu anla ve yeni teknolojilerin kullanımının etkileri ile ilgili. Ama bu konuyu zaten tartıştık, bu yüzden tekrarlamanın faydası yok. Anarşistlerin görevi saldırmak, ama kendi örgütsel çıkarları ya da niceliksel büyümeleri açısından değil. Anarşistlerin savunacak sosyal ya da örgütsel kimlikleri yoktur. Yapıları daima resmi olmayan niteliktedir, bu yüzden saldırıları, gerçekleştiği zaman, kendilerini savunmak için (ya da daha kötüsü, kendi propagandalarını yapmak için) değildir, herkese saldıran düşmanlarını yok etmek içindir ve bu saldırma kararında teori ve uygulama birbirine karışır.
Ufukta tarihte benzeri görülmemiş bir kapitalizm türü belirdi. Neo-liberalizmden bahsedildiğini duyduğumuzda, aslında kastedilen budur. Global egemenlikten bahsedildiğini duyduğumuzda, bahsedilen proje budur, eski iktidar kavramı, eski emperyalizm değil. Reel sosyalizm bu proje karşısında, bu muazzam hâkimiyet kapasitesi karşısında yıkıldı. Eski kapitalizm bağlamında böyle bir şey asla olamazdı. Artık dünyanın iki zıt kutba bölünmesine ihtiyaç yok. Yeni kapitalist emperyalizm hayret uyandırıcı türde. Projesi şu: dünyayı dâhil edilen küçük bir çekirdeğin çıkarına, büyük bir dışlanan kitlesi pahasına idare etmek ve bu projeler için olası her tür yöntem zaten kullanılıyor –dünya kadar eski, duruma göre, savaş, baskı uygulama, barbarlık gibi eski yöntemlere ek olarak bahsettiğimiz yeni yöntemler. Bu şekilde, örneğin eski Yugoslavya’da, insanların kapasitelerini olabildiğince azaltmaya yönelik şiddetli bir savaş sürüyor. Sonra, bu mutlak yıkım durumuna, böylesine bir mutlak ve eksiksiz sefalet içinde muazzam bir yardımmış gibi görünecek küçücük bir insani yardım ile müdahale edilecek.
Savaş olmasa eski Yugoslavya gibi ülkelerin ne durumda olacağını düşünün. Batı Avrupa’nın kapılarında, sınırlarımızda, Avrupa Birliği’nin yanı sıra büyük bir barut fıçısı, hiçbir ekonomik müdahalenin Batı tipi tüketimcilik düzeyine çıkartamayacağı sosyal çelişkiler. Tek çözüm savaştı, dünyadaki en eski araç ve bu kullanıldı. Amerikan ve dünya emperyalizmi Somali ve Irak’a müdahale ediyor ama eski Yugoslavya’ya müdahale edecekleri konusunda pek az kuşku var çünkü bu bölgedeki isyan olasılığı sıfıra indirgenmeli. Bu yüzden, duruma göre, ilgili ekonomik ve sosyal bağlama göre, yeni yöntemlere ek olarak eski yöntemler de kullanılıyor.
Büyük dehşet cephanesindeki en eski silahlardan biri ırkçılıktır. Irkçılık ve onunla ilişkili bütün ahlaksızlıklar (neo-nazizm, faşizm vs.) konusunda, bir an için kapitalist yeniden yapılanmanın farklılaştırılmış gelişimine bakalım. Sorunu anlamak için, kapitalist yeniden yapılanmanın sihirli değneğini sallayarak tüm sorunlarını çözemeyeceğini görmemiz şarttır. Kapitalist yeniden yapılanma tüm dünyada pek çok değişik durumla karşı karşıyadır ve bunların her biri değişik sosyal gerilimlere sahiptir. Şimdi, bu sosyal gerilim durumları, her birimizin içinde, derinliklerinde var olan, bir kenara bıraktığımız, defettiğimiz şeylerin yüzeye çıkmasına sebep olmaktadır. Irkçılık, milliyetçilik, farklı olandan, yeni, AIDS, eşcinsel olandan korkmak, hepsi içimizde gizli dürtülerdir. Kültürel üstyapımız, devrimci bilincimiz, bayram kıyafetlerini giydiği zaman onları siler, hepsini saklar. Sonra, bayram kıyafetlerimizi çıkardığımız zaman, bütün bunlar tekrar ortaya çıkmaya başladı. Irkçılık belası her zaman vardı ve kapitalizm onu kullanmaya her zaman hazırdı. Son birkaç sene içinde sosyal gerilimin hızla tırmandığı Almanya gibi yerlerde, bu daimi gelişim içinde oldu. Kapital ırkçılığı kontrol ediyor ve onun bazı taraflarını kullanıyor, ama dünya gücünün genel idaresinin demokratik, tahammülkar, mümküncü bir doğası olduğu için ondan korkuyor da. Kullanma fikri açısından, kapitalist projenin parçası olan her şey (ideoloji, korku, vs.) var olabilir. Sanayi sonrası kapitalizmin ırkçılığa karşı olduğunu kesin olarak söylemek imkânsızdır. Ana niteliklerinden birkaçını, örneğin demokratik doğasını görebiliyoruz, sonra aniden keşfediyoruz ki belirli bir ülke bağlamında, aynı teknolojik olarak gelişmiş kapitalizm yüz sene önce kullanılan yöntemleri kullanıyor: ırkçılık, Yahudilere zulmedilmesi, milliyetçilik, mezarlıklara saldırı, insanın tasarlayabildiği en nefret edilesi ve iğrenç şeyler. Kapital çok yüzlüdür, ideolojisi her zaman Makyavelisttir: aslanın gücünü, tilkinin sinsiliğini kullanır.
Ama kapitalizmin dünyanın her yerinde kullandığı ana araç yeni teknolojilerdir. Kafamızı karıştıran çok şeyi açıklığa kavuşturmak için bunu biraz düşünmeliyiz, yoldaşlar ve bunu yaparken aynı zamanda bu yeni teknolojileri, yeni sosyal koşullarda, devrim sonrası durumunda, çıkarımıza kullanma yollarını düşünmeliyiz. Eski teknolojilerden yenilerine nasıl niteliksel bir sıçrama yapıldığını hepimiz gördük –yeni teknolojiler derken bilgisayar teknolojilerini, lazerleri, atom ve atom-altı parçacıklarını, yeni malzemeler, insan, hayvan ve bitkilerin genleri ile oynanmasını kastediyoruz. Bu teknolojiler eskilerinden çok farklı ve onlarla pek az ortak noktası var. Eski teknolojiler kendilerini, malzemeyi dönüştürmek ve gerçekliği değiştirmek ile sınırlıyordu. Buna karşın, yeni teknolojiler gerçekliğe işlediler. Onu yalnızca dönüştürmüyorlar, onu yaratıyorlar, moleküler değişiklikleri, olası moleküler dönüşümleri teşvik etmekle yetinmiyorlar, her şeyin ötesinde zihinsel bir dönüşüm yaratıyorlar. Normalde televizyonun nasıl kullanıldığını bir düşünün. İletişim aracı içimize, beynimize işledi. Gerçekliği görme ve anlama kapasitemizi değiştiriyor. Aslında, anarşistlerin çoğu bu modern teknolojiler kalabalığını kullanmamanın mümkün olduğunu düşünmüyor.
Bu konuda süregelen bir tartışma olduğunu biliyorum. Bununla beraber, bu tartışma bir yanlış anlaşmaya dayanıyor. Yani, radikal olarak farklı iki şeye aynıymış gibi yaklaşmaya çalışıyor. Eski devrimci rüya, diyelim ki İspanyol anarko-sendikalizm, iktidara saldırma, iktidarı altetme, böylece işçi sınıfının üretim araçlarına el koymasını ve onları geleceğin toplumunda daha adil ve özgür bir şekilde kullanmasını sağlama düşüydü. Artık bu yeni teknolojileri daha adil ve özgür bir şekilde kullanmak imkânsız olacak; çünkü önümüzde dünün eski teknolojileri gibi pasif bir şekilde durmuyorlar; dinamikler. Hareket ediyorlar, içimize, derinliklerimize işliyorlar, işlediler bile. Saldırmakta acele etmezsek, saldırmak için neye ihtiyaç duyduğumuzu artık anlayamayacağız ve bizim teknolojileri ele geçirmemiz yerine, teknolojiler bizi ele geçirecek, bir sosyal devrim vakası olmayacak, kapitalizm teknolojik devrimi vakası olacak.
İşte bu yüzden bu yeni teknolojilerin devrimci bir şekilde kullanılması imkânsız. Yanlış anlama, savaşın olası devrimci kullanımı hakkındaki eski yanlış anlamaya benziyor, pek çok tanınmış anarşist Birinci Dünya Savaşı patladığında bu yanlış anlamaya kurban gitmişti. Savaşın devrimci bir şekilde kullanılması imkânsızdır, çünkü savaş her zaman bir ölüm aracıdır. Yeni teknolojilerin devrimci bir şekilde kullanılması imkânsızdır, çünkü yeni teknolojiler hep ölüm araçları olacaktır. Yani bize kalan tek şey onları yok etmek… saldırmak, şimdi, gelecekte değil, proje tamamlandığı zaman değil, kendilerini aldatanlar bundan vazgeçtiği zaman değil, şimdi sabote etmek, şimdi saldırmak. Ulaştığımız sonuç bu. Başlangıçta söylediğimizin açığa kavuşturulduğu nokta, yıkıcı saldırı noktası. İşte bu noktada teori uygulama ile birleşiyor ve sanayi sonrası kapitalizmin analizi kapitalizme saldırının aracı oluyor. İsyancı ve devrimci anarşizm için bir araç oluyor ve bu sayede insanın dikkatini kapitalizmin yeniden yapılandırılması projesini mümkün kılan şeylere –insanlara ve nesnelere- ve kimin sorumluluklarının açık olduğuna çekiyor.
Bugün, her zamankinden de çok, eşitsizliğin köküne saldırmak demek bilginin eşitsiz olarak dağıtılmasını mümkün kılan şeylere doğrudan saldırmak demek ve bunun sebebi, ilk defa, gerçekliğin kendisinin bilgisi olması, ilk defa kapitalizm bilgi oldu. Bilginin ayrıntılandığı merkezler, örneğin üniversiteler, bir zamanlar belirli ihtiyaçlar için danışılan tecrit edilmiş yerlerken, bugün kapitalist yeniden yapılanmanın merkezindeler. Bu yüzden, bilginin dağıtılması gerçekten mümkün. Bunun acil bir sorun olduğu konusunda ısrar ediyorum, çünkü gördüğünüz zaman farkı kavramanız mümkün. Ama aralarında hiçbir iletişim olmayan iki farklı bilgi türü arasında –dâhil edilmiş olanların bilgisi ile dışlanmış olanların bilgisi arasında- net bir ayrım olduğunda, artık çok geç olacak. Eğitim kalitesinin düşürülmesi projesini düşünün. Bir zamanlar bilgi edinme için bir araç olan kitlesel eğitimin son yirmi sene içinde bir niteliksizleştirme aracına dönüşmesini düşünün. Bilginin düzeyi düşürüldü, ama sınırlı ve imtiyazlı bir azınlık başka bilgileri edinmeye, Kapital tarafından organize edilmiş özel master dereceleri edinmeye devam ediyor.
Bana göre bu da saldırı aciliyetini ve ihtiyacını gösteriyor. Saldırı, evet. Ama körlemesine değil. Çaresiz, mantıksız saldırı değil. Tasarlanmış, devrimci saldırı, anlamak ve eyleme geçmek üzere gözler iri iri açılmış şekilde. Örneğin, kapitalin var olduğu, zaman ve uzamda gerçekleştirildiği durumların hepsi birbiriyle aynı değil. Bazı bağlamlarda isyan başka yöntemlerden daha ileri bir yöntem, ama yine de kitlesel mücadelelerin uluslararası alanda gerçekleşmesi oldukça mümkün. Mevcut mücadelelere müdahale etmek hala mümkün, yani yerel olsa bile, özel bir sorundan doğan belirli hedefleri içine alan mücadelelere. Bunlara ikincil derecede önem atfedilmemeli. Bu tür mücadeleler de kapitalizmin evrensel projesine zarar verir ve bizim onlara müdahalemiz bir direnç unsuru olarak düşünülebilir, sınıfsal yapının kırılmasını frenleyebilir. Bu akşam burada olan yoldaşların çoğunun bu tür şeyler yaşadıklarını, belirli mücadelelere doğrudan katıldıklarını biliyorum.
Bu yüzden yeni araçlar icat etmeliyiz. Bu araçlar, ticaret sendikalarının ya da parti önderliklerinin aracılığı olmadan mücadelelerin gerçekliğini etkileme kapasitesine sahip olmalı. Sınırlı olsa bile açık hedefler önermeli, evrensel değil özel hedefler, kendileri içinde devrimci olmayan hedefler. Belirli hedeflere işaret etmeliyiz, çünkü insanların çocuklarını beslemesi gerek. Herkesin evrensel anarşizm adına kendini feda etmesini bekleyemeyiz. O zaman, anarşist olarak bizim varlığımız insanları kendi çıkarları uğruna mücadele etmeye yöneltme görevini görür, çünkü bu hedeflere ancak doğrudan otonom mücadeleler aracılığı ile ulaşılabilir ve bir kez hedefe ulaşınca, çekirdek solar ve kaybolur. Sonra yoldaşlar farklı koşullar altında yeniden başlar.
Hangi yoldaşlardan bahsediyoruz? Hangi anarşistlerden bahsediyoruz? Çoğumuz anarşistiz, ama kaçımız gerçek, somut eylemlere hazırız? Bugün burada olan kaç kişi meselenin eşiğinde duruyor ve şöyle diyor: mücadelede varız, projemizi öneriyoruz, sonra işçiler, sömürülenler dilediklerini yapıyor. Bizim işimiz bitti. Vicdanımız rahat. Temel olarak, anarşistin işi propaganda değilse ne? Anarşistler olarak, tüm sosyal sorunların çözümünü biliyoruz. Bu yüzden kendimizi sorunun sonuçlarının acısını çeken insanlara sunuyoruz. Çözümümüzü öneriyoruz, sonra eve gidiyoruz. Hayır, bu tür anarşizm sonsuza dek ortadan kaybolmak üzeredir. Kalan son mumyalar tarihe aittir. Yoldaşlar mücadelelerin sorumluluğunu doğrudan ve kişisel olarak kendi üstlerine almalıdırlar, çünkü sömürülenlerin mücadele etmesi gereken hedef ve genellikle mücadele etmedikleri hedef ortak bir hedeftir, çünkü biz de onlar kadar sömürülüyoruz. Biz ayrıcalıklı değiliz. İki farklı dünyada yaşamıyoruz. Onların (sözde kitlelerin) bizden önce saldırmasını gerektirecek ciddi bir sebep yok. Onların yerine bizim saldırmamız gerektiğini neden hissedelim, bunu da göremiyorum. Kuşkusuz ideal olan kitle mücadelesidir. Ama kapitalist yeniden yapılandırmanın karşısında, anarşistler sorumlu hissediyorlar ve kişisel olarak, doğrudan, kitle mücadelesinin işaretlerini beklemeden saldırmaya karar veriyorlar. Çünkü kitle mücadelesi asla gerçekleşmeyebilir. İşte yıkıcı eylem burada gerçekleşiyor. Çember işte burada kapanıyor. Ne bekliyoruz ki?
Sonuç, bireysel yıkım eylemleri. Ama burada önemli bir itiraz geliyor: insan bir bilgisayarı paramparça etmekle ne kazanır? Bu teknoloji sorununu çözer mi? Bu soru, önemli bir soru, sosyal sabotaj hipotezi üzerinde çalışırken gelmişti bize. Şöyle deniyordu: bir direği yok etmekle ne sonuç elde edilir? Her şeyden önce, sabotaj sorusu teknolojinin uç noktalarında değil iletişim ağına yöneltilmeli. Yani teknolojinin ülkeye nasıl dağıtıldığını bilme sorununa geri dönüyoruz ve bir anlığına konudan ayrılmama izin verirseniz, burada ortaya çıkan ciddi bir soruna işaret etmek istiyorum. Kendime “ciddi sorun” terimini kullanma izni veriyorum, çünkü belirli bir insana saldırarak gizli, silahlı bir organizasyonun ne yaptığını düşündüğü ile teknolojik bir gerçekliğe saldırarak anarşist isyancı bir yapının ne yaptığını düşündüğü arasında bir karşılaştırma yapıldı ve sonuç olarak aralarında fazla fark olmadığı iddia edildi. Ama bir fark var, hem de önemli bir fark. Ama bu insanlar ile nesneler arasındaki fark değil. Çok daha önemli bir fark, çünkü gizli, silahlı bir organizasyonun hedefleri merkezcilik hatasını içeriyor. Kişiye saldırırken, organizasyon Kapital’in merkezine saldırdığına inanıyor. Bu tür bir hata anarşist isyancı organizasyonda imkânsızdır, çünkü o teknolojik bir gerçekleşmeye (ya da bu gerçekleşmeden sorumlu kişiye) saldırdığı zaman, bir Kapitalizm merkezine saldırmadığının tamamen farkındadır. Seksenlerin ilk yarısında, İtalya’daki nükleer tesisler aleyhine dev kitle mücadeleleri yapıldı. Bunların en önemlilerinden biri, Comiso’daki füze üssüne karşı olanıydı. Bu bağlamda base nuclei kavramını fark ettik. Üç sene boyunca yerel halkın yanında mücadele ettik. Bu bir kitle mücadelesiydi ve muhtelif sebeplerden dolayı üssün inşasını engelleyemedik. Ama bizim düşündüğümüz tek mücadele türü değil bu, yalnızca isyancı anarşistler olarak katılabileceğimiz olası mücadelelerden biri, olası pek çok aracı mücadelelerden biri. Bir başka yönde, takip eden senelerde İtalya’da elektrik üretim tesisleri ile ilgili yapılara dört yüzden fazla saldırı düzenlendi. Kömürle işletilen elektrik üretim tesislerine sabotaj düzenlendi, yüksek voltajlı direkler yıkıldı ve bunların bazıları bütün bir bölgeye güç sağlayan dev direklerdi. Bu mücadelelerin bazıları kitle mücadelelerine dönüştü; bazı sabotaj projelerine kitle müdahalesi oldu, bazılarına olmadı. Kırsal alanda, karanlık bir gece, ismi bilinmeyen yoldaşlar bir direği patlatıyordu. Bu tür saldırılar tüm ülkeye yayıldı ve bana göre iki ana niteliği vardı: Sermayeye karşı kolayca gerçekleşen bir saldırı türü oluşturuyorlardı ve bunu yaparken çok yıkıcı teknoloji kullanmıyorlardı ve ikinci olarak, kolaylıkla taklit edilebiliyorlardı. Herkes gece bir yürüyüşe çıkabilir. Sağlıklıdır da. Yani anarşistler pasif kalıp kitlelerin uyanmasını beklememişler, kendileri bir şey yapmayı düşünmüşlerdir. Hakkında bilgimiz olan dört yüz saldırıya ek olarak, dört yüz eylemin daha yapılmış olması mümkündür; Devlet bu eylemleri gizliyor, çünkü onlardan korkuyor. Tüm ülkeye kılcal damarlar gibi yayılan bir sabotaj salgınını kontrol altına almak imkânsız olurdu.
Dünyadaki hiçbir ordu bu tür eylemleri kontrol etmeyi başaramaz. Bildiğimiz kadarıyla, bilinen dört yüz saldırı ile bağlantılı olarak tek bir yoldaş bile tutuklanmadı.
Burada konuyu toparlamak istiyorum, çünkü yeterince çok konuştuğumu düşünüyorum. Bizim isyancı seçimimiz anarşisttir. Karakterimize bağlı bir seçim, yüreğimizden gelen bir seçim olmaya ek olarak, mantığın seçimi, analitik düşüncenin bir sonucu olduğunu da söyleyebiliriz. Bugünkü global kapitalist yeniden yapılanma hakkında bildiklerimiz, hemen, yıkıcı müdahaleden başka anarşistlere açık yol olmadığını göstermektedir bizlere. İşte bu yüzden isyancıyız ve her tür ideolojiye ve gevezeliğe karşıyız. İşte bu yüzden anarşizm ideolojisine ve anarşizm hakkındaki bunca gevezeliğe karşıyız. Meyhane sohbetleri zamanı sona erdi. Düşman bu büyük salonun hemen dışında, herkesin görebileceği bir yerde. Bu yalnızca ona saldırma meselesi. İsyancı anarşist yoldaşların zamanlamayı ve yöntemi nasıl seçeceklerini bildiğinden eminim, çünkü bu düşmanın yok edilmesi sayesinde, yoldaşlar, anarşiyi gerçekleştirmek mümkün olacak.
Alfredo M. Bonanno
1993

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder