22 Ağustos 2011 Pazartesi

Radikal Teori: 20 Pencere Kırıldı ve Tüm Hapishaneler Yok Edildi


Bu hikâye bir İngiliz bulvar gazetesinden alınmıştır.
Öfkeli Anne Sosyal Güvenlik Ofisine Saldırdı
İki çocuk annesi genç kadın, sosyal güvenlik memurlarının onu “başlarından savmaya” çalıştıklarını iddia ederek, ofisin yirmi camını kırdı. 22, North End Road, Hammersmith adresinde yaşayan Joanna Hibbert, memurlar dosyasını kaybettiklerini söyleyince, aralık ayında Kensington’daki Clarence House Sağlık ve Sosyal Güvenlik Departmanı’nın ofisini harabeye çevirdi. 2,650 Pound zarara sebep olan Bayan Hibbert, Çarşamba günü Sothwark Crown Mahkemesi’nde iki sene süreli şartlı tahliye ile salıverildi. Mahkemeden sonra, Bayan Hibbert Clarence House’daki personelin sosyal güvenlik ödemelerini tekrar tekrar geciktirdiklerini belirtti. On bir aylık çocuğu Anthony, temmuz ayında beşiğinde ölü bulunduğunda ofisin yükümlülüğü olan cenaze masraflarını ödemediğini iddia etti. “Bundan sonra beni her gün ofiste bekletmeden paramı, süt ve vitamin kuponlarımı vermemeye başladılar. Her seferinde dosyamı kaybettiklerini söylüyorlardı,” dedi Bayan Hibbert. Bayan Hibbert’in beş yaşında, Sean adlı bir olu ve yedi aylık, Crystal adında bir de kızı var. “Beni başlarından savıyorlardı. Bu beni gerçekten öfkelendiriyor, öfke içimde birikip duruyordu. İki hafta önce pencereleri çekiçle kıracağımı söyleyerek uyarmıştım onları.”
Buna benzer pek çok hikâye var, bazıları bulvar gazetelerine giriyor, diğerleri girmiyor.
Bununla beraber, yayınladıkları zaman bile kitle iletişim araçları gülünç hikâyelere çeviriyorlar. Ama gülünç değiller. O zaman, bütün bunların anlamı ne?
Açık ki bu bir performans sanatı değil ve proleter devrimi olmadığı da kesin. Daha çok, gündelik yaşamlarında küçük düşürülüp, durmaları canlarına tak eden “sıradan” insanlar hakkında. Aynı zamanda burada ve şu anda sizi yok eden şeyin hemen yıkımı hakkında. Kontrol ve baskı güçlerine karşı kendiliğinden kişisel isyan hakkında.
Bu durumda, isyan bir kavram değil. Düzenin muhtelif güçlerinin, devlet kurumlarının, sermayenin, her tür otorite biçiminin, genel olarak toplumun inkâr ettiği yaşamın, yaşamın kendisinin ümitsizlikle ve vahşice patlaması. Bu vahşi isyan hem bir gereklilik, hem bir lüks. Gereklilik, çünkü o olmadığı zaman son derece büyüktür. Bu noktada isyan sanatla (ve felsefeyle) birleşir çünkü sanat da her varlık için hem bir gereklilik, hem bir lükstür. İnsan sanatçı değilse, yani kendi kendini yaratan bir birey değilse, bu onun başkaları tarafından manipüle edilen bir nesne olduğu anlamına gelir. Ama yaşam sanatı yeteneğe ihtiyaç duyar, bilgiye ihtiyaç duyar, metodoloji ve tekniklere ihtiyaç duyar. Tutarlı isyan da gelişmiş ve karmaşık bilgiye ihtiyaç duyar. Bu tehlikeli bilgiye radikal teori adı verilir. Konusu nedir?
İlk olarak: içinde yaşadığımız gerçekliği anlamak hakkındadır. Ama yalnızca anlamak değil, aynı zamanda bu gerçekliği değiştirmek hakkındadır. Radikal teori, bireysel ve kolektif isyan için gerekli analitik araçları verir.
Bugünlerde teorinin daima bir akademik uğraş olması veri halinde gelmiş görünmektedir. Bir teorisyen, metinsel “eleştirel” egzersizler üzerine uzmanlaşmış ve zaman zaman rock yıldızlarının yanı başında TV ekranlarına çıkan profesyonel bir entelektüel olarak düşünülmektedir. Bu çoğu zaman doğrudur. Ama aynı zamanda tamamen doğru değildir.
Teorinin tamamen farklı bir yorumu da vardır: Bir yıkım aracı olarak, devrimci bir silah olarak teori. Bu kavram, analizi eylemden ayırmaz, ikisini de size baskı uygulayan her şeye karşı daimi bir mücadele olarak düşünür. Bu teoriyi yazan insanlar mevcut topluma meydan okuma, saldırma, onunla çatışma ile doğrudan ilgilidirler. Radikal teorinin konusu budur. Düşündükleriniz ile yaptıklarınız arasında bir fark olmaması gerektiğine işaret eder ve yaptıklarınız zorunlu olarak her tür kanun ve düzenin ötesindedir.
Bu yüzden, radikal pop-akademik bir uğraş değildir. Görkemli entelektüel eğlence ve hoşgörülü bilgi değiş tokuşu ortamlarında problemsizce işlev göremez. Radikal teorinin pop-akademik uğraş ile karşı karşıya geldiği yerde bunlar havaya uçar. Aynı zamanda, gerçek devrimci analiz basit propagandacı fikirler ve “başka bir dünya mümkün!” gibi eylemci formüllerine indirgenemez. Radikal teori çok daha vahşi, çok daha yıkıcıdır, tuhaf ve canlıdır. İlk olarak, kendimizi içinde bulduğumuz sosyal ortamın yaşamlarımızı fakirleştirdiği gibi temel bir fark edişten kaynaklanan asi bir arzunun enerjisinden fışkırır. Ama çok daha öteye, maceracı ve kuralsız bir özgürlüğe, bilinmeyene doğru gider.
Mevcut toplumun yaşamlarımızı fakirleştirdiğini fark ettikten sonra, yalnızca edilgenleşmiş kurumsal teori değil, aynı zamanda genelde radikal düşünce olarak kabul ettirilen basitleştirilmiş militan slogancılığın da bu fakirleşmenin bir parçası olduğunu fark etmeye küçük bir adım kalmıştır. Düşüncenin ve hayal gücünün yerini alarak bireyler olarak bizi küçültür. “otoriteyi mahvedin!” demek harika bir duygudur, ama bundan fazlası değildir.
Bazen bir duvarı tahrip etmek yeterlidir, ama eleştirel düşünce için değil. Bize mevcut otoritenin doğası, bizim onunla ilişkimiz, yolları ya da eğilimleri ya da nasıl edip de onu yok edeceğimiz hakkında hiçbir şey söylemez. İşte bu yüzden bu sloganı otoritenin analizi için yeterli bulanlar aynı beyhude, yavan eylemleri, otoriteye karşı dirençlerinin işaretleri olarak tekrarlar dururlar. Bununla beraber bu eylemlerin, sahte-muhalefet için kolaylıkla sınırlanabilir ayinler yaratarak ve dolayısıyla isyanı ehlileşmiş tutarak otoriteyi sağlamlaştırmaktan başka işe yaramadığı uzun zaman önce kanıtlanmıştır.
Kurumsal söylevler ve eylemci sloganlarının ötesinde düşünce olasılıkları açan küçük adım, perspektifin yüz seksen derece dönmesi demektir. Toplum yaşamlarımızı fakirleştiriyorsa, yaşamaya değer hiçbir şey sunmuyorsa, o zaman herhangi birimizin, entegre olduğumuz bu saçma ilişkiler sisteminin, bakış açısını kabullenme ya da ona tepki gösterme yoluyla dünyaya nasıl baktığımızı belirlemeye devam etmesine izin vermesi için bir sebep yoktur. Bunun yerine, yaşamlarımızı olabildiğince dolu ve yoğun kılma teşebbüslerimiz ki bu bizi toplumla çatışmaya götürecektir, toplumun ve onunla ilişkimizin daimi analizi için bir temel oluşturabilir. Radikal teorinin ilkesi budur. İşte bu yüzden düşünce yapımıza, hayal gücümüze meydan okur ve onları güçlendirir ve gündelik yaşamlarımızı yaratan etkileşimlerde var olan otoriteye karşı aktif bir başkaldırıyı teşvik eder. Dolayısıyla, radikal analiz statik bir fikirler ve savlar kümesi olamaz, çünkü o bir asi olarak, kendi kendini yaratan bir birey olarak düşünme ve yaşama sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu şekliyle, aynı zamanda, ayrı bir uzmanlık alanı değil, eylemin gerekli bir parçasıdır. İsyanın yoludur.
Gerçek radikal teori, son derece benzersiz olan kendi deneyimlerimizden türer. Eğer Marx, Fanon, Bakunin ya da Foucault’dan alıntılar yapmaktan, onların “çizgilerini” takip etmekten başka bir şey yapamıyorsak, bu bizim birer asi olarak kötürüm kaldığımız anlamına gelir. Bizi dilediğimiz gibi özgürce ve aktif olarak isyan etmekten alıkoyan, muhtemelen kütüphane bilgimiz ve kendi deneyimlerimize karşı güvensizliğimizdir. Her şeyi berbat etmekten korkuyoruz. Saçma! Bu güvensizlik ve korku iktidar tarafından telkin edildi bize. Bizi gerçekten büyümekten ve öğrenmekten alıkoyuyor. Bizi, içimizi doldurmaya hazır bekleyen herhangi bir otorite için kolay hedefler haline getiriyor. Dogmatik “devrimci” programlar ve sabit “özgürleştirici” bakış açıları belirlemek, bu korku ve güvensizliği istismar etmek, ne yapacağımızın söylenmesine duyduğumuz ihtiyacı pekiştirmektir.
Bu yüzden, radikal teori programlar önermez. O, kölemsi yarı-bilince değil kendi düşüncelerini ve mücadelelerini geliştirmek isteyen özgür bireylere hitap eder. Reçete yok! Doktrin yok! Kahrolsun ideoloji! Radikal teori, keşfetme, tecrübe etme, direnme, mücadele etme yollarına dair fikirler ve analizler içerir. Ama tüm fikirler ve analizler, onları ifade edenlerin ve onları dinleyenlerin daimi kişisel dönüşümü yoksa ölüdür.
Yoğun yaşamın bir parçası olarak, radikal teori son derece keskin ve çok akışkan, çok kişisel ve çok şiddet dolu bir dilin geliştirilmesini gerektirir. Sloganları devrimci analizlere tercih eden ahmaklar genellikle bu tür dilleri geliştirmeye çalışanları “şiirsellik” ve “entelektüalizm” ile suçlar. Saçmalık! Ancak böyle canlı bir dil geliştirilirse teorinin ifade edilme çabası entelektüel uzmanların elinden alınabilir ve aktif ayaklanmanın ayrılmaz bir parçası kılınabilir. Henry David Thoreau, Nietzsche, Zo do’Axa, Libertad, Malatesta, erken dönem Victor Serge, Emma Goldman, Guy Debord, Raoul Vaneigem (Sitüasyonist Enternasyonal günlerinde), Ted Kacsynski (Unabomber)’nin dilleri radikal teorinin ne olabileceğini gösterir. Bütün bu örnekler, devrimci bir analiz geliştirildiğinde insanın kişisel durumunun (öfke ve ümitsizlik, kahkaha ve neşe) bir kenara bırakılamayacağını açıkça gösterir.
Bu sitede toplanan makaleler radikal teoridir. Onları dikkate değer kılan, gerçekliği yorumlamamaları, bizi gerçekliğin içine götürmeye çalışmalarıdır. Bir yandan, sömürünün, teknolojik hâkimiyetin, kapitalist projenin gerçekliği budur. Diğer yandan, isyanın, ayaklanmanın, kapitalist baskıya aktif direncin gerçekliğidir. Yazarlar kendilerini isyancı anarşist olarak, devrimci ayaklanma hareketinin birer parçası olarak kabul ederler. İsyancı anarşizmin teorisi çok gelişmiştir. Temel olarak ana ilkeleri şunlardır: 1. Daimi çatışmacılık, 2. Otonomi ve 3. Saldırı. Bu ilkeler anarşist mücadelenin somut gündelik deneyimi ile tamamen öteki, düşünülemez ve söylenemeze doğru gerilim arasında bir ilişki sağlar. Bu yazarların anladığı anarşizmin kendisi inanılmaz bir gerilim, muhteşem bir yaşam kalitesi, kendi kendimizden aldığımız coşkulu kuvvet, şeylerin gerçekliğini değiştirme yeteneğidir. Bununla beraber, bu gerilim son derece risklidir. Aklınızda tutun, ey okuyucu, Alfredo Bonanno 1977’de “Silahlı Neşe”yi yazdığı için 18 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Radikal teori budur: Bir teori, bir uygulama dünyası diye iki ayrı dünyada yaşamayı reddetmektir! İsyancıların teorisi uygulamalarıdır ve uygulamaları teorileridir. Bonanno ve bazı diğer İtalya isyancı anarşistleri şu anda cezaevindedir. 1996’da İtalya’da, düzinelerce anarşist çocuk kaçırma, soygun, cinayet, silah bulundurma gibi suçlarla tutuklanmıştır. Daha sonra bu ayrı ayrı suçlamalar tek bir birleşik suçlama altında toplanmıştır: Sözde önderleri Alfredo Bonanno olan gizli, silahlı bir organizasyona mensup olmak. Sonunda 7 anarşist ağır suçlardan suçlu bulunmuştur ve 20 Nisan 2004’de şu hükümler teyit edilmiştir: Alfredo Bonanno -6 sene; Angela Maria Lo Vecchio -15 sene; Orlando Campo -10 sene ve Carlo Tesseri -3 sene dokuz ay. Diğer iki kişi, 30 sene verilen Gregorian Garagin ve ömür boyu yiyen Francesco Porcu zaten cezaevindeydiler. Neyse ki yine 30 seneye mahkûm edilen Rose Ann Scrocco hala kaçak durumdadır. İktidarın, sessiz kalmayan ve devlet ve sermaye kurumları ile diyalog mantığını kabul etmeyen insanları yerleştirdiği gerçeklik budur. Kumpaslar, polis sorgulamaları, davalar, mahkemeler ve hapishanelerin gerçeğidir bu. Ölümün ve canlı canlı gömülenlerin gerçeğidir. Neşeli isyanın, yaşam doluluğun, bu gezegendeki tüm polis karakollarının, mahkemelerin, cezaevlerinin yıkımının gerçeğidir. Bu toplumun iğrenç kurumlarının, bankaların, fabrikaların, üniversitelerin, müzelerin, ofislerin, kışlaların ötesindeki bilinmeyen gerçekliktir… Sınırsız canlı yaşamın gerçekliğidir ve böyle bir yaşam olasılığı ancak kişisel ayaklanma, gündelik mücadele, eyleme geçme kararlılığı ile ortaya çıkar.
İşte bir başka bulvar gazetesinden başka bir hikâye:
AIDS’li Adam Suçlandı
Bir AIDS taşıyıcısı olan John Richard (27), iki polis memurunun yüzüne tükürdükten sonra, dün Flint, Michigan’da, cinayete teşebbüsten mahkemeye çıkarıldı. Polis bunun benzeri görülmemiş bir dava olduğunu belirtti. Polis Richard’ın cuma günü, alkollü araba kullandığı için tutuklandıktan sonra, memurlara direnirken tükürdüğünü söyledi. Cezaevinde, ona yaklaşan herkese tükürmeye devam etti.
Bazen, dünya tükürmekle başlıyor.
Alexander Brener, Barbara Schurz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder