13 Kasım 2011 Pazar

Aşırı İletken Olaylar


Trans-politik biçim olarak terörizmin, patolojik biçim olarak AIDS ve kanserin, genel anlamda cinsellik ve estetik biçimi olarak transseksüelliğin ve travestiliğin aynı zamanda ortaya çıktığını görüyoruz. Günümüzde sadece bu biçimler bü­yüleyicidir. Cinsel özgürleşme, politik tartışma, organik has­talıklar ve hatta konvansiyonel savaş artık kimsenin ilgisini çekmiyor (savaş konusunda sevindirici bu; Kimseyi ilgilen­dirmeyeceği için birçok savaş da gerçekleşmiş olmayacak). Hakiki fanteziler başka yerde. Bunlar, temeldeki bir işleyiş bo­zukluğundan ve bu bozukluğun sonucundan kaynaklanan üç bi­çimin içindeler: Terörizm, kanser, travestilik. Bunların her biri politik, cinsel ya da genetik oyundaki bir şiddetlenmeye, aynı zamanda da sırasıyla politika, cinsellik ve gen kodlarındaki bir yetersizlik ve çöküntüye denk düşmektedir.


Bunların hepsi viral, büyüleyici, farksız ve görüntülerin ze­hirleyici gücüyle çoğalmış biçimlerdir; çünkü günümüzde medyanın viral bir gücü vardır ve zehirleyicilikleri de bu­laşıcıdır. Bedenlerin ve zihinlerin sinyal ve görüntülerle ya­yıldığı bir kültürün içindeyiz; ve bu kültürün en güzel sonuç­ları yaratmış olması gibi en öldürücü virüsleri de yaratmasına niçin şaşıralım? Bedenlerin nükleerleştirilmesi Hiroşima'da başladı, ama kitle iletişim araçlarının, görüntülerin, gös­tergelerin, programların ve iletişim ağlarının yayılmasıyla belli bir çevrede bedenler sürekli ve ardı arkası kesilmez biçimde nükleerleştirilmektedir.

Bu tür vakitsiz ve kıtalararası "aşırı iletken" olaylar bom­bardımanının artık devletleri, bireyleri ve kurumları değil; cinsellik, para, haberleşme ve iletişim gibi bütünlüklü çapraz (ge­çişli) yapıları ilgilendirmesi açısından şanslıyız aslında.

AIDS, iflas, elektronik virüsler ve terörizm birbirlerinin ye­rine geçebilir şeyler değildir; ama bir tür aile oluştururlar. AIDS, bir anlamda cinsel değerlerin iflasıdır, tıpkı Wall Street iflasında bilgisayarların "zehirleyici" bir rol oynaması gibi. Ama bilgisayarlara da virüs bulaştığından bilgi-işlemsel de­ğerlerin iflasının da eli kulağındadır. Salgın yalnızca her bir sistemin içinde etkin olmakla kalmayıp bir sistemden diğerine de etkili olur. Bütün bu eğilimler, bir felaket senaryosu et­rafında dönmektedir. Bu düzensizleşmenin işaretleri uzun za­mandır ortadaydı elbette: Salgın hale gelmeden önce var olan AIDS, bir öncü! oluşturmuş 1929 örneğiyle ve hep mevcut teh­likesiyle iflas, şimdiden yirmi yıllık tarihe sahip elektronik korsanlıklar ve kazalar. Ama belli bir çevrede sürekli var olan tüm bu biçimlerin birbirine bağlanması ve çok hızla gelişen bir anomali haline neredeyse eşsüremli geçişleri, ilginç bir durum yaratıyor. Ama halkın bilinci üzerindeki etkilerinin kaçınılmaz biçimde aynı olduğu söylenemez: AIDS gerçek bir felaket olarak yaşanabiliyor, oysa iflas daha çok bir felaket oyunu gibi görünüyor; elektronik virüse gelince, bunun feci sonuçları ola­bilir; ama gülünüp geçilen ironik bir hali de yok değil ve bil­gisayarların üstüne çullanan ani salgın, haklı bir neşeyle (pro­fesyoneller hariç) karşılanabiliyor.

Diğer etkenler de aynı sonuca katkıda bulunuyor. Sanat, her yerde sahteye, kopyaya, simülasyona ve aynı anda da paranın radyasyonuna maruz kalan bir bedenin hakiki metastazı olan sanat pazarındaki çılgın açık artırmaya tutsak oluyor. Te­rörizmi ele alalım. İçinde bulunduğumuz, radyasyona maruz kalmış (Tam olarak neye? Mutluluğun, güvenliğin, enformas­yon ve iletişimin aşırı ışımasına mı? Simgesel çekirdeklerin, temel kuralların, toplumsal sözleşmelerin parçalanmasına mı? Who knows?*) toplumlarda terörizmin zincirleme tepkisine AIDS 'in, mali yağmacıların, bilgisayar korsanlarının zin­cirleme tepkisinden daha fazla benzeyen hiçbir şey yoktur artık. Terörizmin bulaşıcılığı ve büyüleyiciliği de tüm bu olay­larınki kadar anlaşılmazdır. Bir bilgisayar program yapımcısı programa bir "soft bomba" yerleştirerek programı yok etmeyi baskı aracı olarak kullandığında, yaptığı şey, programı ve prog­ramın tüm işlemlerini rehin almaktan başka nedir? Yağ­macılar, şirketlerin borsada batmaları ya da çıkmaları üzerine spekülasyon yaparlarken, şirketleri rehin almaktan başka ne yapmaktadırlar? Bütün bu uygulamalar terörizm modeline göre faaliyet göstermektedir (hisse senetleri ve tablolar gibi re­hinlerin de rayici belirlenmiş bir değeri vardır); ancak te­rörizmi pekala AIDS, elektronik virüs ya da borsadaki halka açık satın alma teklifleri modeline göre de yorumlayabilirdik:

Birinin diğeri üzerinde bir ayrıcalığı yoktur, hepsi aynı türden olaylardır (Kısa süre önce yapılan bir açıklama: AIDS hak­kında bilgiler içeren bir disket piyasaya sürülür ve disket de bilgisayarları talırip eden bir virüs taşımaktadır).

Bu bir bilimkurgu mu? Neredeyse öyle. Enformasyon ve iletişimde iletinin değeri, ileti görüntüden görüntüye ve ek­randan ekrana geçtiğinden, aynı zamanda katıksız dolaşımın değeridir de. Bu yeni merkezkaç değerden (borsa, sanat pazarı, yağmacılar) sanki bir gösteriymiş gibi hepimiz zevk alıyoruz. Sanki bu, sermayenin bir an için güzelleşmesiymiş, sermayenin estetik çılgınlığıymış gibi zevk alıyoruz hepimiz. Bu sistemin gizli patolojisinden, o güzelim makinelere girip bunları bozan virüslerden de zevk alıyoruz. Oysa gerçekte virüsler sistemle­rimizdeki aşırı mantık tutarlılığının bir parçasıdır; bu mantığın tüm yollarından geçiyor ve hatta yeni yollar açıyorlar (elekt­ronik virüsler, elektronik ağların bile öngörmediği köşe bu­cakları keşfediyorlar). Elektronik virüsler dünya çapında en­formasyonun ölümcül şeffaflığının ifadesidir. AIDS bütün insan grupları ölçeğinde cinselliğin ölümcül şeffaflığının ifa­desidir. Borsa iflasları üretimin ve değişimin özgürleşmesinin de temeli olan değerlerin başdöndürücü dolaşımının ifadesidir. Bir kez "özgürleşen" tüm süreçler, bu süreçlerin prototipi olan nükleer aşırı-kaynaşma benzeri bir aşırı-kaynaşmaya girerler. Olaylar zincirinin bu aşırı-kaynaşması, çağımızın tek çekici yanı değildir.


Bunların öngörülemeyen olaylar olması da bundan daha az çe­kici değildir. Her halükârdada, herhangi bir öngörü insana ya­lanlama isteği verir. Olaylar, bazen bu yalanlama işini üstlenir. Örneğin, fazlasıyla öngörülmüş kimi olaylar vardır ki bunlar olmayabilir; bu olaylar habersiz ortaya çıkanların tersidir. Bek­lenmedik gelişmeler üzerine, konjonktürel sürprizler üzerine bahse girmek gerekir, olayların bu dil sürçmesi (witz) üzerine ... Kaybetseniz bile en azından bu nesnel olasılıklar budalalığına meydan okumuş olma zevkini tatmış olursunuz. Ortak ka­lıtımsal mirasın parçası olan yaşamsal işlevdir bu. Hem zaten yegâne gerçek zihinsel işlevdir; çelişki, alay, tersini söyleme, eksikliğin keşfi ve tersine çevrilebilirlikle ilgili olan, yasaya ve gerçekliğe her zaman karşı çıkacak işlevdir bu. Bugün en­telektüellerin söyleyecek hiçbir sözü olmaması da bu ironik iş­levi ellerinden kaçırdıkları içindir; çünkü entelektüeller ken­dilerini ahlaki, politik ya da felsefi bilinç alanıyla sınırlı tutuyorlar, oysa ki oyunun kuralı değişti ve tüm ironi, tüm kökten eleştiri rastlantısalın, zehirliliğin, felaketin, kazara ya da sistemli ani dönüşün tarafına geçti; oyunun yeni kuralı, bugün her şeye egemen olan ve yoğun bir entelektüe1 zevkin (kuş­kusuz manevi bir zevkin de) kaynağı olan kesinlikten yok­sunluk ilkesidir. Örneğin bilgisayarlardaki virüs etkisi: Bu tür bir olay karşısında içimizin sevinçten titrernesi felaketten alı­nan sapkın zevk ya da kötülüğe olan eğilimimiz yüzünden de­ğildir; ortaya çıkışı insanda daima bir coşku uyandıran yazgısal olan burada yüzeye çıktığı için sevinç duyarız.

Mukadderat, bir şeyin ortaya çıkışının ve yok oluşunun ge­risinde aynı belirtinin var olmasıdır, bir yıldızın (astre) fe­laketin (désastre) peşine takıldığı andır veya bilgisayar vi­rüsleri örneğinde olduğu gibi bir sistemin genişleme mantı­ğının o sistemin tahrip edilmesini buyurmasıdır. Mukadderat, kazanın tersidir. Kaza sistemin kenarındadır, mukadderat ise sistemin can damarındadır (ama mukadderat her zaman felaket değildir, öngörülemeyen şeyden coşku duyulabilir de). Demek, bu şeytanca ilkeyi istatistiki evrenimizi değiştiren küçük anor­malliklerde ve hatta küçük düzensizliklerde, çok küçük doz­larda bile olsa buluyor olmamız gözardı edilmemelidir.

Olayların bu sürçmesini [dil sürçmesi gibi] her defasında tahmin edebilir miyiz? Tabii ki hayır. Ama, tam da zaten, apa­çıklık asla kesin değildir. Karşı çıkılamaz olayım diye di­rettikçe hakikat bile inanılırlığını yitirir, bilim dayanaksız kalır. Yani istatistiksel hakikatin her zaman yalanlanabilir ol­duğunu ileri sürmek akademik bir varsayım değildir. Top­lumun kurnaz dehasının en nadide kısmından kaynaklanan bir umuttur bu.

Eskiden kitlelerin sessizliğinden söz ediliyordu. Bu ses­sizlik, geçmiş kuşakların uğraştıkları olaydı. Günümüzde kit­leleri harekete geçiren şey, kopma değil, bulaşmadır. Kitleler karmakarışık fantezileriyle kamuoyu yoklamalarına ve tah­minlere mikrop bulaştırıyor. Belirleyici olan artık çe­kimserlikleri ya da sessizlikleri değil (bu henüz nihilist bir gö­rüştü); şimdi önemli olan, belirsizlik çarklarını kullanma­larıdır. Geçmişte kitlelerin gönüllü köleliklerinden mükemmel biçimde yararlanılırken, bundan böyle gönülsüz belirsizliklerinden yararlanılıyor. Bu şu demektir; kitlelerle ilgilenen uz­manların ve onları etkilediklerini sanan hilebazların haberi ol­madan, kitleler politikanın sanal. olarak öldüğünü, ama oy­nasınlar diye kendilerine verilen yeni oyunun, borsa dalgalan­maları kadar heyecan verici olduğunu biliyorlar. Bu oyunda kitleler izleyicilerle, karizma ve saygınlık oranlarıyla, gö­rüntülerin rayiciyle dama taşıyla oynar gibi katlanılmaz bir ha­fiflikle oynarlar. Kitleleri olasılıklar hesabına canlı canlı kur­ban etmek için kasıtlı olarak moralleri bozuldu, ideolojisiz­leştirildiler; ama günümüzde tüm görüntüleri istikrarsızlaş­tıranlar ve politikanın hakikatiyle alay edenler kitlelerdir. Ken­dilerine ne öğretildiyse ona oynuyorlar; istatistik ve görüntü borsasına spekülasyon yaparak tıpkı bir spekülasyoncu ahlak­sızlığıyla oyun oynuyorlar. Aptalca kesinlik ve rakamların acı­masız bayağılığı karşısında, kitleler, sosyoloji alanındaki be­lirsizlik ilkesini sınırlarda canlandırıyorlar. İktidar sistemi, is­tatistiki düzeni elinden geldiğince örgütlerken (ve günümüzde toplumsal düzen istatistiki bir düzendir), kitleler gizliden giz­liye istatistiki düzensizliği gözetiyorlar.

Bu viral, şeytani, ironik ve tersine çevrilebilir düzenlemeden beklenmedik bir sonuç, dil sürçmesine benzer bir olay umu­labilir.

Bu toplum bundan böyle yalnızca kesin olmayan, ay­dınlatılması mümkün olmayan olaylar yaratmaktadır. Eskiden bir olay gerçekleşmek için vardı, günümüzde ise ger­çekleştirilmesi tasarlanan şeydir. Yani olay artık medyatik bi­çimlerin travestisi gibi sanal bir yapay ürün olarak ortaya çı­kıyor.

Amerika'nın bütün bilimsel ve askeri bilgisiyar ağını beş saat boyu kırıp geçiren bilgisayar virüsü belki de yalnızca bir sınamaydı (Virilio), bizzat Amerikan gizli askeri servislerinin bir deneyiydi. Üretilmiş ve simüle edilmiş bir olay. Yani ya vi­rüslerin yadsınamaz zehirliliğini kanıtlayan gerçek bir kazadır, ya da günümüzde en iyi stratejinin hesaplı istikrarsızlık ve al­datmaca olduğunu kanıtlayan tam bir simülasyon. Meselenin özü ne? Deneysel bir simülasyon varsayımı doğru olsa bile, bu durum, sürecin denetim altında olduğunu asla garanti etmez. Test-virüsü yıkıcı bir virüse dönüşebilir. Zincirleme tepkileri kimse denetleyemiyor. Bu durumda, simüle edilmiş bir kazayla değil de bir simülasyon kazasıyla karşı karşıyayız. Ayrıca her­hangi bir kaza ya da doğal felaket terörist eylem olarak üst­lenilebileceği gibi, böyle bir eylem de kaza ya da doğal felaket olarak kabul edilebilir. Varsayımların sonu yok.

Bu nedenle tüm sistem toptan teröristtir. Çünkü asıl terör, şiddet ya da kaza terörü değil, belirsizlik ve caydırma te­rörüdür. Vaktiyle bir soygun simülasyonu yapmış olan bir grup, gerçek silahlı soygun yapandan daha ağır bir cezaya çarp­tırılmıştı: Gerçeklik ilkesinin ihlali gerçek saldırıdan daha ciddi bir saldırıdır.

Buradan ortaya çıkan şey dev bir belirsizliktir; işlemsel can­lılığın merkezindeki dev bir belirsizliktir. Bu tür bir panik du­rumunu önceden gören yine bilim oldu: Deneysel arayüzey içinde öznenin ve nesnenin karşılıklı konumlarını yitirmeleri, nesnenin ve bilginin nesnel gerçekliği karşısındaki bu kesin belirsizlik durumunu yaratır. Bilimin kendisi de garip çekim güç­lerinin etkisi altına girmişe benziyor. Ama ekonominin durumu da böyledir; ekonominin canlanışı bu alanda hüküm süren mut­lak öngörülemezliğe bağlıdır. Enformasyon tekniklerinin ani gelişmesi de böyledir; bu gelişme, burada dolaşan bilginin karar verilemezliğine bağlıdır.

Tüm bu tekniklerin gerçek dünyanın aktif bir parçası olup olmadığı son derece kuşkuludur. Tekniğin ve bilimin akılcı, bizi her tür hakikat ve gerçeklik ilkesinin ötesindeki, mutlak olarak gerçekdışı bir dünyayla yüz yüze getirmektir daha çok. Çağdaş devrim, belirsizliğin devrimidir.

Bunu kabullenmeye yanaşmıyoruz. İşin paradoksal yanı, daha fazla enformasyon ve daha fazla iletişimle bu be­lirsizlikten kurtulacağımızı umuyoruz, oysa böyle yapmakla belirsizlik ilkesini daha vahim hale getiriyoruz. Heyecan verici bir ileri kaçış: Tekniklerin ve sapkın etkilerinin, insanın ve klonlarının Möbius şeridi üzerindeki koşusu daha yeni başlıyor.

* Metinde ingilizce: "kim bilir?" (ç.n.)

Jean Baudrillard -Kötülüğün Şeffaflığı s.39-46
(Kitabın tamamını PDF olarka buradan indirebilirsiniz.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder