Wall Street işgali, malumunuzdur, New York’un finansal merkezinde, Wall Street yakınlarındaki küçücük bir parkta sürüyor. İşgalin popülerliği, yarattığı ivme, New York gibi radikal sol hareketlerin çok kuvvetli olmadığı bir kentte dahi iki aydır başarı sağlaması dikkate değer. Keza, parkı eylemcilerden ‘temizlemek’ isteyen New York polisini ve belediye başkanı Bloomberg’i, hareketin kararlı bir direnişle püskürtmesi, ciddi bir başarı olarak düşünülebilir.
Bu yazıda, hareketin pek dikkat edilmeyen, gözden kaçan bir iki önemli niteliğine değineceğim. Liberty Park’ta her akşam saat 7’de düzenlenen ‘Genel Toplantılar’ (general assembly), yatay örgütlenme değineceğim niteliklerden bazıları. Yazıyı da, eleştirel bir bakışla nihayetlendireceğim.
OWS eylemliliklerinin en önemli bileşeninin, bir doğrudan demokrasi provası olan Genel Toplantılar olduğunu düşünüyorum. Her akşam saat 7’de, parktaki tüm katılımcıların hemen her konuyu tartışmaya ve kararlaştırmaya çalıştığı bu toplantılar, OWS’yi iktisadi talepleri olan bir gençlik hareketi olmaktan çıkartıp, nispeten bir devrimci harekete dönüştürüyor. Bunun nedeni açık. OWS, kampıyla ve eylemlilikleriyle bir hareket olmanın ötesine geçip, idealini elinden geldiğince hayata aktarmaya çalışan bir oluşum. Parktaki vejetaryen açık mutfak, kitaplık, medya merkezi gibi köşeler, hareketin ideallerinin mikro anlamda hayata aktarıldığı alanlar olarak görülebilir. Kuşkusuz, mükemmeli beklemek acelecilik olur, Genel Toplantıların epey kusurları da var. ‘İnsan mikrofon’ (söz alanların anlattıklarını kalabalığa duyurmak için bağırarak tekrarlayan tellallar) örneğin, her ne kadar sevimli bir fikir olsa da, toplantının verimini düşürmekte. Benzer şekilde, katılımcı kalabalığın, doğrudan demokrasinin olmazsa olmazı diyebileceğimiz katılımcı ruha sahip olmaması, Genel Toplantı’ların verimliliğini düşürüyor.
OWS’nin ilk örgütlenme çağrısının nasıl yapıldığını hatırlamak yerinde olacaktır. Kanadalı post-yapısalcı küçük burjuva bir kültür-bozum dergisi olan Adbusters, Arap Baharı’ndan etkilenerek, benzer bir işgalin New York’ta da yapılmasını önerir. Tarihte bir çok politik eylemliliğe nasip olmayacak bir şekilde, internetteki sosyal ağlarda bu çağrı yaygınlaşır. Lidersiz ve hiyerarşisiz bir örgütlenmenin kendini ‘Amerikan devrimi için New York’taki protesto’ olarak adlandıran OWS’nin başarısını bu minvalde artırdığı aşikar.
Öte yandan, madalyonun arka yüzü de var. Liberty Park’a her gittiğimde, sempatizan medyayı okurken edindiğim coşkuyu kaybediyorum. Anlatayım. Liberty Park, polis koridoruyla ve mobil polis karakoluyla çevrili durumda. Polisler, öte yandan, katılımcılara müdahale etmiyor. Çoğu zaman polislerle sohbet etmeniz, onlara diklenmeniz dahi mümkün oluyor. Ama yine de, hemen her gün bir iki tutuklama veya gözaltı da oluyor. Dolayısıyla, her ne kadar geçtiğimiz ayki direnişiyle polisi püskürtmüş olsa da, hareket, karamsarlaşmama izin verin, polisin hoşgörüsü altında devam ediyor. Zira, yandaş olmayan medyadaki hava, kış koşullarının sertleşmesinin, gecesini gündüzünü kampta geçiren eylemcilerin eylemi ister istemez nihayetlendirmesine neden olacağıdır. New York’ta şimdiye dek bir iki sert kış gecesi ve kar yağışı yaşadık. Kamp acil destek çağrısıyla topladığı kışlık kıyafet ve uyku tulumlarıyla bir şekilde bu kötü günleri atlatabildi. Ancak, kış gelince ne olacağı hala moral bozucu bir mesele olarak beliriyor.
OWS hareketi, sempatizan medyada da epey eleştirildi. Bu eleştirilerden benim en ciddiye aldığım, hareketin belirli bir talebinin olmamasına yönelik olandı. Bu eleştiriler karşısında OWS içinde bir ‘talep belirleme grubu’ oluşturuldu. Açıkcası, ortaya çok tuhaf talepler çıktı. Bunlardan belki de en şaşırtıcısı 4 Temmuz 2012’de, yani Amerikan bağımsızlık bayramında, Philedalphia’da (yani Amerikan bağımsızlığının sembolik merkezinde) alternatif bir ulusal meclis kurulmasıydı. Bunu okuyunca, insanın aklına geliyor ister istemez: ‘Doğrudan demokrasiye ne oldu?’
Bunun ötesinde OWS’nin talepleri Amerikan halkının ihtiyaçlarını ciddi bir şekilde karşılayabilecek gibi görünüyor. Herkese sağlık sigortası, öğrenci harç borçlarının affı, işsizlere iş, göçmen yasaları, Asya’da üretim yapan firmalara ek vergi, banka reformu gibi talepler karşı çıkılacak şeyler değil. Fakat, bu taleplerin sistemi alaşağı etmeden, aritmetik olarak nasıl mümkün olacağını bilen yok.
Öte yandan, sinik kimi solcuların OWS’ye tepkisini de anlamamak mümkün değil. ‘Dünyanın en zengin ülkesinde bile insanların aklı anca mı başlarına geliyor?’. Malum, ABD’de ev kredisi (mortgage) krizi olarak başlayan kriz, ABD müsrifliğinin en önemli ibarelerinden biriydi. Ödeyemeyecekleri kredileri alan, bunu da çoğunlukla açgözlülükle daha büyük ve daha iyi bir evde yaşamak için yapan insanların, kredilerin geri ödemesini yapamamasının yarattığı sarsıntının dalga dalga büyümesi oldukça şaşırtıcı bir krizdi. Dahası, dünyanın en zengin ülkesinin ekonomisinin borç ekonomisi olması ve kendini borçlar üzerinden tanımlaması dikkate değer bir durumdu. Dolayısıyla, sinik solcuların sorusu burada anlam kazanıyor: ‘Şimdi mi aklınız başınıza geldi?’. Lüks hayat tarzlarından ödün vermek zorunda kaldıklarında, işlerini kaybettiklerinde, sudan ucuz kullandıkları benzinin fiyatı biraz artınca (artmış hali bile 1.1 Dolar civarı, Türkiye’de ise 2.3 Dolar. ABD’de kişi başına düşen gelir Türkiye’dekinin yaklaşık dört katı. Dolayısıyla reel olarak Türkiye’deki benzin 8 kat daha pahalı ABD’den) hareketlenen bir halkın varlığı kulağa ilginç geliyor. Demek ki, dünyayı yöneten ekonomide dahi sorunlar varmış ve dahası bu ekonomini kendi halkını dahi eziyormuş.
Öte yandan, bir hareketin ‘talepleri’ olması fikri, felsefi açıdan bana çok tuhaf geliyor. OWS eylemliliklerinde gördüğümüz ‘borçları silin’, ‘kapitalizmi ortadan kaldırın’ gibi talepler, eğer egemenlere yönelikse, bu açık bir ahmaklık değil midir? Örneğin Amerikan Merkez Bankası FED’in başkanın ve Bank of America CEO’sunun ortak basın toplantısıyla, sosyalist ekonomiye geçeceklerini duyuracağını mı bekliyoruz? Talep etmek, bu manada, muktedirin iktidarını onaylamak değil midir?
Postyapısalcı dönemde politik eylemlilikler, bilfiil aktivizmden, yapısökümcü, dilbilimsel felsefi hobilere dönüştü. En büyük eylemliliğin ‘toplu yürüyüş’ olduğu bir dönemde, devrime nasıl ulaşacağımız kimsenin gündeminde değil bile. Haydi, bizde egemen Amerikan felsefesi pragmatizme bulanalım: ‘Peki o halde, bu eylemlilikler taleplerimizi elde etmemizi sağlayacak mı?’.
Aman, yanlış anlamayın, elbette OWS’ye ya da eylemliliklerine karşı değilim. Yalnızca, bazen, devrimci ruhun nasıl ‘hobi aktivizmine’ indirgendiğini anlamakta zorlanıyorum. New York gibi dünyanın en pahalı, yaşaması en zor kentlerinin birinde bile, OWS gereken ve hayal edilen kitleselliği sağlayamadıysa, oturup özeleştiri yapmanın zamanı gelmiştir diye düşünüyorum sadece.
Kimi zaman Emma Goldman’ın önerisini gereğinden fazla ciddiye aldığımıza inanır oluyorum. Dans ede ede, devrimi unuttuk.
Can Başkent
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder