Vahşet Tiyatrosu tiyatroya tutkulu ve çırpınmalı bir hayat kavramını geri
getirmek için oluşturuldu; ve bu tiyatronun dayandığı vahşeti şöyle anlamak
gerekiyor; şiddetli bir sertlik ve sahne elemanlarının aşırı derecede
yoğunlaşması.
Sistemli bir biçimde değilse de gerektiğinde kanlı olabilen bu vahşet,
yaşama ödenmesi gereken bedeli ödemekten korkmayan kuru bir ahlaki safiyet
kavramı ile karışıyor.
1 - Öz Açısından
Yani konular ve işlenen temalar. Vahşet Tiyatrosu çağımızın başlıca
huzursuzluk ve endişelerine cevap veren konular seçecektir.
Vahşet Tiyatrosu insanın ve çağdaş yaşamın mitlerini kurtarma çabasını
sinemaya terketmemek niyetindedir. Ama bunu kendine özgü bir şekilde, yani
dünyanın ekonomiye, yararlılığa ve tekniğe yönelişine karşı çağdaş tiyatronun
sahte bir uygar insan cilâsı altına sakladığı büyük meseleleri yeniden gündeme
getirerek yapacaktır.
Bu temalar kozmik, evrensel, en eski metinlerden ve eski Meksika, Hint,
Yahudi, İran vs... kozmogonilerinden (2) alınarak yorumlanmış olacaklar.
Vahşet Tiyatrosu, insan kişiliğini ve duygularını dilimlere ayıran
psikolojik yaklaşımı reddederek, yasalar tarafından ezilmiş ve dinler, kurallar
tarafından deforme edilmiş toplumsal insanın da ötesine "bütün
insana" hitap edecek.
Ve insanı anlatırken ruhun tersini de yüzünü de yansıtacak; imgelemin ve
düşlerin gerçeği, yaşamla aynı düzlemde gösterilecek.
Ayrıca büyük toplumsal çalkantılar, halkların halklarla, ırkların ırklarla
çekişmesi, doğal güçler, rastlantının müdahalesi, kaderin manyetik çekimi ister
dolaylı - mistik boyutlarda, tanrılar, kahramanlar ve canavarlar kadar
büyütülmüş kişiliklerin hareket ve jestleri biçiminde -ister dolaysız- yeni
bilimsel yollarla elde edilmiş maddi görüntüler biçiminde - olarak kendilerini
gösterecekler.
Bu tanrıların ve kahramanların, bu canavarların, bu doğal ve kozmik
güçlerin yorumlanması en eski kutsal metinlerin ve eski kozmogonilerin
imgelerinden esinlenerek gerçekleştirilecek.
2 - Biçim Açısından
Öte yandan tiyatronun, halkın en içine kapanık ve dalgın kesimleri için
ebediyen tutkulu ve duyarlı olan bir şiirin kaynaklarına yeniden dalması
gerekliliği eski ilkel mitlere dönüş yoluyla gerçekleştiğinden, biz, metinden
değil de mise en scene'den bu eski çatışmaları gerçekleştirme ve daha çok da
güncelleştirme çabasını isteyeceğiz; yani bu temalar doğrudan doğruya sahneye
taşınacak ve kelimeler içinde boğulmaksızın hareket, yüz ifadesi ve jest olarak
gerçekleşecekler.
Böylece metin konusundaki teatral batıl inançtan ve yazarın
diktatörlüğünden kurtulacağız.
Ve işte böylece sözün ve sözcüklerin tehlikeleri ve dilden ileri gelen
bozukluklar olmaksızın doğrudan ruh ile dönüştürülen ve hissedilen eski halk
gösterilerine yeniden kavuşacağız.
Tiyatroyu her şeyden önce gösteri üzerine temellendireceğiz ve bu gösteriye
katacağımız şey yeni bir uzam anlayışıdır. Bu uzam olası tüm planlarda ve her
türlü yükseklik, derinlik, perspektif açılarından kullanılacaktır. Ayrıca bu
anlayışa hareketin dışında özel bir zaman fikri de eklenecektir.
Belli bir süre içinde olabilecek en çok sayıda hareketle, olabildiğince çok
fiziksel imgeyi ve bu hareketlere bağlı anlamları birleştireceğiz.
İmgeler ve hareketler yalnızca göz ve kulağın açık seçik zevklerine değil,
ruhun daha gizli ve daha yararlı zevklerine de hitap edecekler.
Böylelikle teatral uzam yalnızca boyutları ve hacmi içinde değil, eğer
denebilirse, iç çamaşırları içinde de kullanılacak.
İmgelerle hareketlerin örtüşmesinin sonuç olarak varacağı nokta,
nesnelerin, sessizliklerin, haykırışların ve ritimlerin gizli anlaşması
yoluyla, temelinde sözcüklerin değil imlerin bulunduğu gerçek bir fiziksel
dilin yaratılması olacaktır.
Çünkü şu bilinmelidir ki; belli bir zamanda yapılmış bu hareket ve imge
niceliğine, sessizlik ve ritim kadar belli bir titreşim ve gerçekten yapılmış
jestlerden, gerçekten kullanılmış nesnelerden oluşmuş belli bir maddi
kışkırtmayı da katacağız. Ve denebilir ki en eski hiyerogliflerin ruhu bu saf
teatral dilin yaratılmasına yön verecektir.
Herhangi bir halktan seyirci her zaman direk ifadelere ve imgelere düşkün
olmuştur; söylenen sözler, açık seçik sözlü ifadeler aksiyonun açıkça
belirlendiği bölümlere ve yaşamın hareketsizleşip bilincin devraldığı bölümlere
girecektir.
Ama bu mantıki yönün yanı sıra sözcükler bir çeşit büyü tekerlemesi gibi,
yani gerçekten sihirli yönleriyle de kullanılacak -yalnızca anlamları değil
biçimleri ve yaydıkları ses dalgaları açısından-.
Çünkü canavarların etkili görüntüleri, kahramanların ve tanrıların
sefahati, çeşitli güçlerin plastik görünümleri, dış görünüşleri bozmak ve
unufak etmekle yükümlü şiirin ve mizahın sarsıcı müdahaleleri, gerçek şiirin
anarşik ve analojik ilkelerine göre, ancak duyular üzerine yöneltilen baskı
sonucu ruhun varabildiği hipnotik telkin atmosferinde asıl büyülerine
kavuşabilirler.
Eğer bugün rahatlatıcı tiyatrosunda, sinirler yani belli bir psikolojik
duyarlılık bile bile bir kenara atılmış, seyircinin bireysel anarşisine teslim
edilmişse, Vahşet Tiyatrosu duyarlılığı kazanmak için önceden denenmiş büyülü
yolların hepsini yeniden kullanmak niyetindedir.
Renklerin, ışıkların ve seslerin şiddetinden, müzikal bir ritmin ya da
söylenmiş bir sözün titreşimi, sarsıntısı veya tekrarından oluşan, tonaliteyi
ya da sahne ışıklandırmasının iletişimsel kapsamını kullanan bu yollar yalnız
"ahenksizlik" aracılığı ile tam bir etki sağlayabilirler.
Ama bu ahenksizliği tek bir anlamın egemenliğine teslim etmek yerine, bir
anlamdan diğerine, bir renkten bir sese, bir sözden bir aydınlığa jestlerin
sarsıntısından tonalitenin dümdüzlüğüne vs.. atlatarak geliştireceğiz.
Bu şekilde biçimlenen, bu şekilde yapılanan gösteri, sahnenin tasfiyesiyle
bütün tiyatro salonuna yayılacak ve tabana inerek ince iskelelerden oluşmuş bir
parmaklık gibi seyirciyi dört yandan sarıp sürekli bir ışık, imge, hareket ve
gürültü yağmuruna tutacaktır. Dekor, dev mankenler boyutlarında büyütülmüş
kişiliklerden, sürekli yer değiştiren nesneler ve maskeler üstünde ışıldayan
hareketli ışıkların yarattığı manzaralardan oluşacak.
Ve uzamda kullanılmamış bir yer kalmayacağı gibi, seyirciye de nefes alacak
vakit ve aklında ya da duyarlılığında boş bir yer bırakılmayacaktır. Yani
yaşamla tiyatro arasında belli bir kesinti olmayacağından sürekliliği sağlama
sorunu kalmayacaktır. Bir filmin herhangi bir sahnesinin çekimine şahit olan bir
kimse ne demek istediğimizi çok iyi anlayacaktır.
Sinemanın, filme kaydedildikleri anda her türlü etkisini, büyüsünü ve
hayatiyetini kaybeden yani ziyan olan ışıklandırma, figürasyon gibi pek çok
zengin teknik olanaklarını tiyatro sahnesinde kullanmak amacındayız.
Vahşet Tiyatrosu'nun ilk gösterisinin adı şu olacak :
MEKSİKA'NIN FETHİ
İnsanlar değil olaylar sahnelenecek. İnsanlar yerlerine psikolojileri ve
tutkularıyla gelecek, ama, belirli güçlerin görüntüleri olarak ve olaylar ile
içinde rol aldıkları tarihin ölümcüllüğü açısından ele alınacaklar.
Bu konu şu yüzden seçildi:
1- Güncelliği ve bunun yanı sıra Avrupa'yı ve dünyayı hayati açıdan
ilgilendiren sorunlarla olan bağlantıları yüzünden.
Tarihi açıdan "Meksika'nın Fethi" sömürgecilik sorununu
işleyecek. Avrupa'nın bir türlü yok olmayan üstünlük duygusunu acımasız kanlı
ve sarsılmaz bir şekilde sahnede canlandıracak. Gösteri, Avrupa'nın kendi
kendisine yakıştırdığı üstünlük duygusunun söndürülmesini sağlayacak.
Hıristiyanlığı çok daha eski dinlerle karşılaştıracak. Batı dünyasının
paganizmden ve bazı doğal dinlerden çıkardığı yanlış kavramları yargılayacak ve
bu dinlerin üstüne kurulduğu hâlâ geçerli olan eski metafizik temellerin
şiirselliğini ve ihtişamını patetik ve yakıcı bir şekilde vurgulayacak.
2- Hâlâ çok güncel olan sömürgecilik sorununu, yani, bir kıtanın bir başka
kıtayı kendi yararları için kullanmak hakkına sahip olduğu inancını sorgularken
aynı zamanda bazı ırkların öteki ırklara olan (ama bu sefer gerçek) üstünlüğünü
de sorgulayacak ve bir ırkın dehasını uygarlığın kesin formlarına bağlayan
içsel akrabalık ilişkisini gösterecek. Sömürgecilerin tiranik anarşisiyle
geleceğin sömürüleceklerinin derin ahlaki uyumu arasında bir karşıtlık kuracak.
Daha sonra en haksız ve en kaba maddi temeller üzerine kurulmuş çağın
Avrupalı monarşisinin karışıklığına karşı, tartışılmaz tinsel esaslar üzerine
yapılandırılmış Aztek monarşisinin organik hiyerarşisini aydınlığa
kavuşturacak.
Toplumsal açıdan, gösteri, hiç kimsenin aç kalmamasını sağlayan yani
devrimi çok eskiden gerçekleştirmiş olan bir toplumun yaşadığı huzuru
gösterecek.
Ahlaki kargaşanın ve Katolik anarşinin pagan düzenle bu çatışmasından,
acımasız diyalogların arasına serpiştirilmiş güçlerin ve imgelerin olmadık
çalkantılarını çıkartabilir "Meksika'nın Fethi". Ve bu, tamamıyla
karşıt fikirleri birer leke gibi taşıyan kişilerin adam adama dövüşmeleriyle
olacak.
Ahlaki öz ve böyle bir gösterinin güncel ilgisi yeterince vurgulandıktan
sonra sahnelenmek istenen çatışmaların gösteri açısından değerli olması
konusunda ısrar edilecek.
Önce Montezuma'nın iç kavgaları var; tarih bizi bu trajik kralı
güdülendiren güçlerin neler olduğu konusunda hiçbir zaman aydınlatamamıştır.
Astrolojinin gözle görülen mitleriyle olan kavgası ve sembolik tartışması,
görsel ve objektif bir şekilde anlatılacak.
Nihayet, Montezuma'dan başka bir de güruhlar var, toplumun çeşitli
kesimleri var, halkın (Montezuma tarafından temsil edilen) kadere başkaldırısı
var, inançsızların şikâyet bağırtıları var, filozofların ve rahiplerin anlamsız
gevezelikleri var, şairlerin ağlayıp sızlanmaları var, tüccarların ve
burjuvaların ihaneti var, kadınların cinsel çekimserliği ve iki yüzlülüğü var.
Güruhların ruh hali, olayların itici gücü, kimi yerlerde güç çizgileri
çekerek, dalgalar halinde seyircinin üstüne üstüne gidecek ve bu dalgaların
üstünde bazılarının zayıflatılmış, isyan eden ve umutsuzca çökertilmiş bilinci
saman çöpü gibi su yüzüne çıkacak.
Teatral açıdan sorun bu güç çizgilerini kesinleştirmek, ahenkli hale
sokmak, bir merkezde yoğunlaştırmak ve bunlardan bazı çağrışımlara yönelten
melodiler süzmektir.
Bu imgeler, bu hareketler, bu danslar, bu ayinler, bu müzikler, bu eksik
melodiler, bu sonuçsuz diyaloglar titizlikle not edilecek ve özellikle
gösterinin diyalogsuz bölümlerinde sözcüklerle yapılabileceği kadar
tanımlanacak; ilke, aynı bir müzik partisyonunda olduğu gibi sözcüklerle
tanımlanamayacak şeyleri notalamak ya da şifrelemek olacaktır.
Antonin Artaud
Çeviren: Emrah Kolukısa
NOTLAR
(1) Le Théâtre et son Double; Gallimard, 1964.
(2) Dünyanın yaradılışına dair öyküler.
"Mimesis / Çeviri-Araştırma Dergisi", Ocak-1989, Sayı: 1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder