Seattle Sonrası Onyılın Ardından Bir Okuma
Hatırlayacak olursak,
anarşizm, küreselleşme karşıtı hareketlerin belirleyiciliği altında geçen
2000’lerin radikal toplumsal hareketlerinin sahip olduğu ana örgütsel ilkelerin
arkasındaki esas ideoloji olarak geniş bir kabul görmüştü. ‘Küreselleşme
karşıtı’ hareketin yükselişi anarşizmin de genel olarak canlanmasına bağlandı.
Bu yeni hareket renkliydi, enerjikti, etkiliydi ve ‘yeni’ydi. Hareketin
arkasındaki yaratıcı enerjinin kaynağı olarak büyük ölçüde anarşizm gösterildi
(Graeber 2002, 1). Anarşizm kaos ve şiddet metaforlarının vahşi
çağrışımlarından adını geri alıp bir siyaset felsefesi ve hareket olarak
kendisini yeniden yazdırıyor gibiydi. Her ne kadar anaakım medyanın kara blok
üzerine odaklanma stratejisi sadece bu kör şiddet tutkusu imajını yeniden
üretmeyi, sonuç olarak da hareketi zayıflatmayı amaçlıyorduysa da,i bu tutumları
siyasi düşünürlerin ve aktivistlerin “bütün bu kargaşa neyden kopuyor” diye
daha da fazla sorup ilgilenmelerine yol açtı. Bu da, ‘anarşizm’ ve yeni
‘hareket’ hakkında daha fazla akademik ve siyasi çalışmanın
gerçekleştirilmesiyle sonuçlandı.
‘Küreselleşme karşıtı
hareketler’ derken genelde tırnak işaretleri kullanırız çünkü kuşkusuz
hareketin isim babalığını yapacak tek bir yazar yoktur ve dahası, harekete
dahil olan aktivistler, gruplar ve inisiyatifler aynı terimi kullanmak
konusunda bir konsensusa erişmiş değillerdir. Dolayısıyla hareket çok sayıda
isimle anılmıştır. Küresel Adalet Hareketi, Hareketlerin Hareketi, Hareket,
Alternatif Küreselleşme Hareketi, Radikal Toplumsal Değişim Hareketleri, Güncel
Radikal Aktivizm, Anti-Kapitalist Hareket, Şirket Karşıtı Hareket, Küresel
Anti-Kapitalist Protesto Hareketi, Şirket Karşıtı Küreselleşme Hareketi,
Tabandan Küreselleşme Hareketi vb gibi. Aktivistlerin ‘küreselleşme karşıtı’
teriminden duydukları hoşnutsuzluk ilk olarak terimin ‘düşman’ tarafından
dolaşıma sokulmuş (bir ‘Wall Street’ terimi’ veya şirket medyasının ortaya
attığı bir terim) olmasından kaynaklanıyordu. Amacı da aktivistleri mülke zarar
vermenin keyfi dışında hiç bir elle tutulur gerekçeleri olmadan rüzgara (yani
aslında durdurulamaz olan küreselleşmeye) karşı tüküren modası geçmiş, kör,
kendi kendine referanslı gençler olarak damgalamaktı. Aktivistler terimi ayrıca
protesto ediyorlardı çünkü küreselleşmeye per se karşı
değildilerii. (Conway 2003).
Yine de terim
kullandığımızda, küreselleşme sözcüğünü, sadece küresel kapitalizm veya küresel
neo-liberalizm anlamında, karşımıza alarak kullanıyoruz.
Anarşizm ile
küreselleşme karşıtı hareket arasındaki ilişki en baştan beri karşılıklı
olagelmiştir. Bir tarafta, anarşizm önde gelen aktivistiv şebekelerin
yönsemesini tanımlar ve “radikal toplumsal değişim hareketlerinin ana referans
noktası” olarak bulunur. (Gordon 2007: 29) Böylece anarşizm harekete örgütlenme
ilkelerini, anarşizm tarihinde sınanmış kullanılacak aletleri (yani yordamları,
formları) sağlar. Öte yandan, küreselleşme karşıtı hareketin ‘anarşizan’
yükselişi, kazandığı popülarite ve daha gerçekçi olarak da, anarşizan
nosyonların ve hareket içindeki anarşist aktivistlerin çokluğu ile 21. Yüzyılın
ilk yıllarında, radikal siyasette oynadığı majör rol “geniş bir biçimde
anarşizmin canlanışının işareti” olarak yorumlanır. (Kinna 2007: 67) “Geçmiş on
yılda, anarşizmin, küresel bir toplumsal hareket ve tutarlı bir siyasi
söylemler takımı olarak, 1930lardan beri görülmemiş bir birlik ve çeşitlilik
seviyesinde ve ölçeğinde tam bir canlanışını yaşadık” denmiştir. (Gordon 2007:
29). “Bugüne kadar büyük ölçüde yoksayılmış” bir gelenek saygılı bir angajmanı
gerektirmeye başlamıştı. (Graeber 2002: 1). Basitçe söylenirse, küreselleşme
karşıtı hareket anarşizmi yeniden masaya geri getirdi. Ana sol siyaset felsefesi
ve hareketi olarak marksizmin dominant pozisyonu SSCB’nin çöküşünden çok,
küreselleşme karşıtı hareket tarafından sallandıv. Her yerde anarşist
direniş ve örgütlenme formlarına rastlanıyordu: “küreselleşme-karşıtı toplumsal
merkezlerden ve eko-feminist cemaatlerden gürültülü sokak partilerine ve
uluslararası zirvelerin engellenmesine, anarşist direniş ve örgütlenme formları
‘alternatif küreselleşme’ hareketinin kalbinde yer aldılar… (Gordon 2007: 29).
Anarşizm hareketin “kalbiydi”; “onun ruhuydu; harekete dair yeni ve umut verici
ne varsa hepsinin kaynağı idi.” (Graeber 2002: 1) “Anti-kapitalist hareketin
arzuladığı siyasi ve toplumsal otonomi tipinin modeli, anarşist bir tipti.
Anti-kapitalist hareketin ruhu anarşisttir; otoriter olmayan görünümü, solun
geleneksel partilerini onaylamaması, ve doğrudan eyleme bağlılığı, açıkça
liberter sosyalizmin ruhunu taşır.” (Sheehan 2003: 12).
Dolayısıyla, önce
anarşistlerin kendileri ve daha önemlisi anarşist ilkeler yeni ortaya çıkan
küreselleşme karşıtı hareketin örgütlenme ilkesi olarak hizmet ettiler. Ve
sonra peşi sıra da yeni ortaya çıkan hareket hem dünya siyasetinin yeni
koşullarında anarşist ilkelerin test edildiği küresel bir platform hizmeti
gördü hem de marksizmi yerinden eden Arşimed kaldıraçı oldu ve tüm dünyada
anarşizmi, aktivistlerin ve anarşistlerin gündemine taşıdı ve sonuçta da
anarşizmin tanınırlığını çok daha fazla arttırdı.vi Bu süreç,
“Anarşistlerin fikirlerinin etkisini arttımak için eşi benzeri olmayan bir
fırsat yakalamalarıyla” sonuçlandı. (Kinna 2005, 155) Ve teorik zeminde de,
sadece anarşist esinli aktivist araştırmalara hız vermekle kalmadı ayrıca
günümüz anarşist teorisini de canlandırdı, güçlendirdi. Hatta anarşizan sosyal
teori için yeni bir temel oluşturmada kullanılabilecek yeni bir fırsat yarattı.
Anarşizm çerçevesinde artan sayıda akademik yayın ve etkinliğe tanıklık ettik,
ama daha da önemlisi anarşizm bir radikal düşünce kaynağı olarak giderek daha
sık ve yoğun kullanılır oldu. (Bowen & Purkis 2004; Cohn 2006; Moore 2004;
Day 2005; Kissack 2008; Anderson 2005; Antliff 2007; Amster 2009; Jun 2009).
Ama bu özerklenmiş,
güncellenmiş çağdaş anarşizm, 19. Yüzyıl anarşizminin Birinci Entarnasyonal
günlerinden gelen bir reenkarnasyonu veya 1934 İspanyol anarşist devriminin bir
yeniden doğuşu değildi. Bu, daha çok, ‘yeni’ birşeydi. Ortaya çıkmakta olanın
bir anarşizm olduğu konusunda fikir birliği mevcuttu. Bu gördüğümüz, en
azından, ‘bir tür’ anarşizmdi. Ama hangi tür?
“Yeni Anarşizm” terimi,
David Graeber’in “Yeni Anarşistler” adlı makalesi, önde gelen marksist
dergilerden New Left Review’da yayınlandıktan kısa bir sure sonra bile geniş
biçimde kabul edilir olmuştu.vii Örneğin, Sean
Sheegan, anarşizme giriş niteliğindeki kitabı Anarchism’i (Sheehan
2003) “Küresel Anarşizm/Yeni Anarşizm” başlıklı bir bölümle açmıştı. Siyasi bir
felsefe ve hareket olarak anarşizmi tanıtması amaçlanan bir kitap, ‘Seattle
Muharebe’sinin, Kasım 1999’da Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı gerçekleştirilen
efsanevi protestoların detaylı tasvirleriyle başlıyordu. (Sheehan 2003:7-23).
Elbette ki terim aktivist çevreler tarafından kullanıldığında, illa ki David
Graeber’in New Left Review makalesindeki kullanışına referans veriliyor demek
değildi. ‘Yeni anarşistler’ ifadesi “günümüz anarşist çevrelerinde daha geniş
bir kullanıma” sahiptir. (Gee 2003:3)
Yeni anarşizmin
‘yeni’liği temelde referanslarının aşırı geniş yelpazesindeydi. Uygulanan bütün
anarşizan ilkeler, fiili deneyimlerle tanımlanıyordu. Açıkçası, hareketi
belirli bir anarşist teorinin uygulanması olarak resmetme yönünde hiçbir eğilim
yoktu (ki bu aslında temel bir anarşist tutumdur). Graeber’e göre, küreselleşme
karşıtı hareket “yeni örgütlenme formları yaratmak hakkındaydı. İdeoloji
eksikliği çekmiyordu. Bu yeni örgütlenme formlarının kendileri hareketin
ideolojisiydi. Devletler, partiler veya şirketler gibi yukarıdan aşağı
örgütlenmiş yapılar yerine yatay şebekeleri yaratmaya ve bu yatay şebekeleri
harekete geçirmeye dayanıyordu. Bunlar merkezsizleşmiş, hiyerarşik olmayan
konsensus demokrasisine dayanan şebekelerdiviii.” (Graeber 2002:70) Bununla birlikte,
Uri Gordon bize, “hareket odaklı bir yaklaşımla, günümüz anarşist
ideolojisi”nin bir analizini sunar (Gordon 2007: 29). Fakat onun tespit ettiği
anarşizmin ideolojik çekirdeğinin “devrimci vizyonlara ve stratejilere
açık-uçlu, deneysel bir yaklaşım” olması sürpriz değildirix.
(Gordon 2007: 29)
Protesto yöntemleri ve
anti-kapitalist hareketin sembolik jestleri, zaman zaman pragmatizm ile de
birleşen “neo-liberalizme karşı anarşist esinli muhalefet” olarak adlandırılır.
(Sheehan 2003: 16).
Bu açık-uçluluk ‘yeni
anarşizm’e ilave bir ele avuca sığmazlık katmış, bu da sonradan, ‘klasik
anarşizm’den bir kopuş olarak konumlandırılmasını mümkün kılmıştır. Aslında
‘Klasik anarşizm’ bir başka tartışmalı kavramdır. Daha sonra göstermeye
çalışacağım gibi, bir grup 19. yüzyıl anarşist yazarının çalışmalarıyla temsil
edilen, sabit bir ideoloji olarak konumlandırılır. Hatta bu yazarların
düşünceleri de sadece ‘klasik anarşistler’le ilgili önyargıları onaylamaya
yarayan belirli fikir kümelerine indirgenmiştir. ‘Yeni’ anarşizmi ‘klasik’
anarşizme karşı konumlandıran fikirler etrafında dönen tartışmalar “anarşizm
içinde bir paradigma değişimi”nin “kavramsal ve maddi kanıtı” olarak
anlaşılmışlardır. (Bowen and Purkis 2004: 5)
Pek çok durumda, bu
tartışma kolaylıkla ‘post-anarşizm klasik anarşizme karşı’ formülüyle anlaşılan
bir tartışmaya dönüştürülmüştür. Postanarşizm hakkındaki çalışmalar ve
tartışmalar büyük ölçüde anarşizmi yeniden konumlandırmaya yönelik ihtiyacın,
günün politik koşullarında ciddi artış göstermesine sebep olmuştur.
Postanarşizm büyük ölçüde ‘yeni/post -anarşizm klasik anarşizme karşı’
çerçevesinde anlaşılmıştır.
‘Yeni anarşizm’in
“koordinasyon sistemiyle” postanarşizmin postyapısalcılığa referansları
arasında özellikle “kendi değerlerini cisimleştiren bir solu nasıl inşa
edeceğimiz konusunda, “büyük yakınlık” vardır. Değerleri kendine içkin olan bir
sol, otorite ve baskı kullanmadan serpilen soldur, ve kendini hem içe dönük hem
de dışa dönük hınçtan (ressentiment) kurtarmış soldur.” (Kang 2005: 90)
Postanarşizm, klasik
anarşizm ile yeni anarşizmi karşı karşıya getiren tartışmalara, 60’lardan
bugüne çoğalan güncel postyapısalcı felsefenin etkisini doğrudan taşımıştır.
Postanarşizmin küreselleşme karşıtı hareketlerle bağıntısı Anglofon dünyada
postanarşizm ile anılan en önemli iki yazar tarafından da hissedilmiştir. Hem
Saul Newman hem de Todd May bu bağlantının altını tutarlı ifadelerle çizdiler.
Siyahi için gerçekleştirdiğimiz söyleşilerde her ikisi de ‘Seattle sonrası
küreselleşme karşıtı hareketin’ ‘kesinlikle’ ve kuşkusuz’ postyapısalcı
anarşizm (postanarşizm) ile parallel motiflere sahip olduğunu belirttiler. May
“her iki hareketi de belirleyen benzer fikirleri” şöyle sıralar: “indirgenemez
mücadeleler, yerel politikalar ve ittifaklar, etik bir yönseme, özcü düşünüşe
karşı bir direniş”x.
Newman daha da ileri gidiyor ve küreselleşme karşıtı hareketle postanarşizm
arasındaki parallel motifleri vurgularken, bir postanarşizm tanımı da yapıyor:
“Postanarşizm, klasik anarşizmin eşitlikçi ve özgürleşmeci yönlerini günümüzde
radikal siyasi mücadelelerin olumsal, çoğulcu, farklı kimliklere ve
perspektiflere açık olduğunun ve farklı konulara odaklandığının –yani sadece
ekonomik konulara odaklanmadığının– farkında oluşun kombine edilmesini
hedefleyen bir siyasi mantıktır.” (Newman 2005)
Burada Newman
postanarşizmi klasik anarşizmden içgörülerle yeni anarşist epistemolojileri
kombine etme girişimi olarak tanımlıyor. Fakat öte yandan postanarşizmin
küreselleşme karşıtı hareketlerin teorik karşılığını yaratma girişimi olduğu da
savunulabilir. Postanarşizm üzerine tartışmaların yükselişe geçmesi doğrudan
küreselleşme karşıtı hareketlerin Seattle sonrası ruhuna bağlıdır. Postyapısalcılıkla/postmodernizmle
anarşizmi çeşitli şekillerde birleştirmeye yönelik teorik girişimler birden
dünya çapında aktivistlerin ve aktivizme dikkat kesilmiş araştırmacıların
dikkatini çekti, onlar tarafından kucaklandı. Postanarşizmin bir “izm”e
dönüşmesi, çeşitli anarşizmler ailesi içinde bir akım olarak algılanması büyük
ölçüde Jason Adams’ın açtığı web sitesi ve email listine borçludur. Adams email
grubunu bir Yahoo grubu olarak 9 Ekim 2002’de başlattı, Şubat 2003’de bir web
sayfası yaptı ve sonra grubun mail list sağlayıcısı spoon collective oldu ve
böylece Yahoo’dan ayrılındı politik bir server’a geçildi. O günlerdeki
emaillerin tonu belirli bir heyecanı yansıtıyor.xi
Adams’ın kendisi,
Seattle nümayişlerinden önce o sıralar yaşamakta olduğu Seattle’da bir yıl
kadar gösterilere hazırlık yapmış bir aktivist ve aynı zamanda genç bir
akademisyen adayıydı. Ayrıca N30 Uluslararası Eylem Günü Komitesi’nin örgütlenmesinde
önemli bir rol oynadı ve tüm dünyada DTÖ’ye karşı eylemlerin koordine
edilmesinde email grubu ve web sitesiyle ciddi bir etkisi oldu bu oluşumun.
(Dolayısıyla email grubu ve web sitesi denilen aletlerin doğrudan siyasi etki
uyandırma gücünün çok taze olduğu günlerdi.) DTÖ gösterileri Adams’ın da
‘postanarşizm’e doğru teorik direksiyonu kırmaya başladığı ana viraj
oldu. Postanarchism in a Nutshellxii adlı
denemesinde, postanarşizmin kısa bir tanımını verir ve içeriğinin hatlarını
çizer. (Adams 2003) Adams postyapısalcılığı 1968 Mayısı’nın anarşizan
hareketlerinden doğmuş ve sonraki otuz yılda da epey gelişmiş ve nihayetinde de
‘postanarşizm’ formunda ana köklerinden birinin (anarşizmin) teorisini ve
pratiğini güçlendirmek ve genişletmek üzere geri gelmiş radikal biçimde
anti-otoriter bir teori olarak alır. Postyapısalcılığın bu şekilde
konumlandırılması ilk bakışta kulağa geleceği kadar marjinal ve periferik
değildir.
Julian Bourg örneğin,
Mayıs 1968’in mirası olarak etik bir dönüşümü alır. Mayıs 68’i “kurtuluşun
içkin etiği” olarak çizer. Mayıs 68’de başlayan tartışmalarla 70’lerde Fransız
teorisinde süren tartışmalar arasında etik konusunda bir süreklilik görür.
(Bourg 2007: 7)
"Buna göre
kurtuluş etiği sınıf-tabanlı devrimci –ve hatta reformist– siyasetin
yargılarının yetersiz bulunduğu toplumsal mekanlarda doğdu. Örneğin, popüler
“kişisel olan politiktir” düsturu özünde fazlasıyla etikti; 1968’in kendisi
etiği imliyordu, hem eleştirel hem de olumlayıcı yanlarıyla kurtuluş etiğini.”
(Bourg 2007:6)
Kurtuluş etiğine vurgu
her zaman anarşistlerin devrimci/siyasi eylem ve teori sırasındaki öncelikli
kaygısı olarak zaten bilinir. Bu yüzden prefigüratif politikalar anarşizmin
mihenk taşlarından biri olagelmiştir. Bourg’a göre, Mayıs 1968 eylemcileri
basitçe şunları ilan ediyorlardı: özgürlük yeterince özgür değil, eşitlik
yeterince eşitlenebilir değil ve hayal gücü yeterince hayal edilmiş
değil.” (Bourg 2007:7)
Bourg’un önerdiği
bağlantı “Fransız düşüncesi” içindeki etik kaygıların tarihsel kökleriyle
ilgilidir bu da Mayıs 68’in toplumsal hareketlerine ve aktivizmine kadar
uzanır. Bourg Deleuze-Guattari’nin Anti-Ödip’inin 1968’in antinomian ruhunun
etik yönünü önplana çıkaran bir çalışma olduğunu ve 1968 sonrası görülen
antinomianizmin daha geniş kültürel ambiansını somutlaştırdığını” söyler.
(Bourg 2007: 106-107)
Bourg, Mayıs 68
hareketinin değerlerini listelediğinde ortaya çıkan listeye bakınca
küreselleşme karşıtı hareketlere, anarşizme ve Fransız teorisine yakın olan
herkes benzerlikleri görebilir: "imgelem, insan faydası, iletişim,
neşelilik, ifade, eğlence, özgürlük, kendiliğindenlik, dayanışma, yabancılaşma
olmaması, yüksek sesle konuşmak, diyalog, yararcı olmama, ütopya, hayaller,
fantaziler, topluluk, birlik, antiotoriteryenlik, öz-yönetim, doğrudan
demokrasi, eşitlik, kendi kendini temsil, kardeşlik ve nefsi müdafa.” (Bourg
2007:7)
Douglas Kellner de
bağlantıyı son derece bariz görür:
"Böylece, 1968’in
üretmeye çalıştığı tarihsel süreklilikteki devrimci kırılmanın yerine, henüz
olgunlaşmaya başlayan postmodern teori Fransa’da çığır açıcı bir geçit açtı,
kuşatmayı yararak, modern siyasetten ve moderniteden bir kopuş yakaladı, yeni
postmodern teori ve siyaset eşliğinde hareket etti. Bu nedenle, Fransa’da
1970’lerde görülen postmodern dönüşüm Mayıs 1968’in deneyimleriyle çok yakından
bağlantılıydı. Fransız postmodern teorisinin pek çok versiyonundaki eleştiri
ruhu ve tutkulu yoğunluk 1968 ruhunun bir sürekliliğidir… Gerçekten de,
Baudrillard, Lyotard, Virilio, Derrida, Castoriadis, Foucault, Deleuze,
Guattari ve postmodern teori ile ilişkilendirilen diğer Fransız teorisyenlerin
hepsi Mayıs 1968 katılımcılarıydı. Mayıs 68’in devrimci arzusunu ve radikal heveslerini
paylaşıyorlardı, ve 1960’ların radikalizmini başka bir tarihsel konjonktürde
devam ettirecek yeni radikal düşünce kipleri geliştirme girişiminde
bulundular.” (Kellner 2001: xviii)
Kellner’in Mayıs
68’den ‘postmodern teori’ye doğru çizdiği genel akış yorumu, Bourg’un
postyapısalcı çalışmaları 1968 ruhunun somutlaşmış halleri olarak vurgulaması
ve Adams’ın postanarşizmi sonunda köklerine dönen postyapısalcılık olarak
konumlandırması (yani günümüz anti-kapitalist hareketlerinde bulunan aynı
derecede anti-otoriter Mayıs 1968 ruhu) postanarşizm için, örneğin Todd May’in
önerdiğinden farklı bir ‘aile ağacı’ öneriyor. Postyapısalcılığı genel olarak
aktivizmden ve özellikle anarşizmden kopuk ayrı bir düşünceler bünyesi olarak
almak yerine, aktivizm/anarşizm ile birlikte tekrar düşünülebilecek,
düşünülmesi gereken ayrı birşey olarak postyapısalcılığı koymak yerine, burada
Adams’ın yaklaşımında postyapısalcılığın tarihsel bir iz sürmesini görüyoruz,
içinde yaratıldığı bağlamları izleyerek, siyasi arkaplanların yanı sıra kişisel
arkaplanları da ele alarak gidiyor, ve postyapısalcılığı 60’lardan günümüze
anarşistik aktivizmin teorik karşılığı ve sürekliliği olarak çiziyorxiii.
Todd May, Postyapısalcı
Anarşizmin Siyaset Felsefesi’ni 1994’de, (Zapatist hareket daha yeni
başlarken) Seattle Muharebesi’nden, bir derleme kitabın başlığındaki ifadeyle
‘dünyayı sarsan beş gün’denxiv yıllar
once yayınlamıştı. (Cockburn 2001) Andrew Koch’un erken tarihli makalesi Poststructuralism and
the Epistemological Basis of Anarchism (Postyapısalcılık ve Anarşizmin
Epistemolojik Temeli) de May’in kitabıyla birlikte postyapısalcılıkla anarşizmi
birleştirmek için atılmış ilk adımlardan biriydi.
Koch ayrıca
postanarşist bir çerçevede klasik anarşizmin basitleştirilmesini başlatmaktan
‘sorumlu’ da bulunabilir. Devlete karşı onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyılda
gösterilen saldırıların insan doğasının ‘ussal’ temsiline dayandığını
savunmuştu. (Koch 1993:328)
Göreceğimiz gibi,
insan doğasına dair böyle bir algılayışın varlığı iddiası klasik anarşizmi özcü
olarak kategorize etme çabalarında önemli bir rol oynamıştır. Ve Anglofon
dünyanın önde gelen postanarşistlerine verilen anarşist cepheden gelen cevaplar
sıklıkla bu noktayı düzeltme ihtiyacı duymuşlar ve klasik anarşizmde görülen
farklı insan doğası anlayışlarını örneklemişlerdir. Bununla birlikte, Koch, postyapısalcılığın
yardımıyla, “anarşizmin epistemolojik olarak sağlam bir inşasına yardımcı
olmayı” hedefliyordu (Koch 1993:328). Koch postyapısalcılığın siyasi baskının
bilgi üretimi ve kültürel temsil süreçlerine dair daha geniş kültürel süreçlere
bağlı olduğunu göstererek ve biricikliği ve çeşitliliği savunarak bir muhalefet
mantığı taşıdığını savundu. “Postyapısalcılık varlığa dair her türlü totalize
edici kavrayışa karşı çıkar. Dolayısıyla özgürleştirici potansiyeli baskının
ussal gözükmesini sağlayan her tür kavramın dekonstrüksiyonundan doğar."
(Koch 1993: 348) Koch postyapısalcılığı, anarşizmi insan doğasına dair ussal
kavramlaştırmalarından kurtaracak bir biçimde anarşizmin taleplerini yeniden
formüle etmeye yarayacak bir yeni fırsat, bir yeni alet çantası olarak
öneriyordu. Bu fikir Saul Newman tarafından yeniden üretildiğinde, bu ‘iyi
niyet’ bütün anarşistlerce memnuniyetle karşılanmadı elbette. Benjamin Franks,
örneğin, Newman’ın anarşizmi ‘kurtarma’ projesinin (aslında aynı zamanda
Koch’undu bu proje) sadece gereksiz olmakla kalmadığını ve aynı zamanda
potansiyel olarak da yanıltıcı olduğunu” çünkü anarşizmin yanlı bir temsiline
dayandığını işaret ediyordu. (Franks 2007:135) Geleneksel teorinin sorunlu
epistemolojik ve teleolojik önyargılarını düzeltme arayışına giren
postanarşistlerin bizzat kendilerinin sorunlu bir anarşist geçmiş kavrayışına
bağlı kaldıkları yaygın olarak söylendi. (Antliff 2007; Kinna 2007;
Cohn-Wilbur 2003).
Anarşizm dört kafalı
bir Marx (Godwin-Proudhon-Bakunin-Kropotkin kafalı bir ejderha) değildir
2000lerde yeni
anarşizm/postanarşizm ile klasik anarşizm arasında bir kopuş yaşandığı fikri
anarşist tartışmaların merkezi meselelerinden biri haline gelince, George
Crowder’ın kitabı Klasik Anarşizm yaklaşık onyıl sonra tekrar
gündeme geldi. (Crowder 1992)
Crowder anarşizmi
liberal bir perspektiften ele alıyordu ve klasik anarşizm terimini anarşist
düşüncenin dört ana figürünü tanımlamak için kullanıyordu: Godwin, Proudhon,
Bakunin and Kropotkin. Anarşizmi az sayıda düşünür tarafından temsil edilen
siyasi bir felsefe olarak konumlandırmak 1900’lerin ilk yıllarında Eltzbacher
ile başlamış bir trenddir (Eltzbacher 1975; Kinna 2005) ve daha sonra
postanarşizme kadar taşınan bir dizi soruna yol açmıştır. (Bu sorunları kabaca
şu başlıklar altında toplayabiliriz: teorinin pratiği öncelediği varsayımı, ana
teorisyen seçimlerinin Batıcıl ve erkekçil doğası.)
Crowder’ın Klasik
Anarşizm’ini değerlendirdiği bir yazısında, Sharif Gemie de Crowder’ın
anarşist teoriyi indirgeyişini eleştirmişti. (Gemie 1993) Gemie, Crowder’ın
anarşist düşünürlerden yaptığı seçmenin kuşkulu olduğunu ve neden mesela Max
Sitrner’in dahil edilmediğini soruyordu, madem Godwin dahil edildi diyerek.xv Ve
daha da dikkate değer biçimde, Sharif Gemie, neden Jean Grave gibi daha önemli
propagandacıların veya hatta Octave Mirbeau’nun dahil edilmediğini soruyorduxvi.
(Gemie 1993:90)
Peki bu durumda kim
(veya ‘ne’) anarşizmi temsil eder? Anarşizme dair tarih yazımı süreçlerinin
arkasında yatan siyasetler neler olagelmiştir? Neden Mirbeau’yu ana anarşist
figürlerden biri olarak düşünmek bugün bile böylesine marjinalleştirilmiş bir
pozisyondur ve nasıl marjinalleştirilmiştir?
Yukarıda da
değindiğimiz gibi, postanarşizm 2000’lerde dünya çapında bir fenomene dönüştü.
Saul Newman’ın çalışmaları Türkçe, İspanyolca, İtalyanca, Almanca, Portekizce
ve Sırpça-Hırvatça gibi çeşitli dillere çevrildi. Daha da önemlisi, çeşitli
dillerde yeni metinler yayınlanıyordu. Anarşizmi postmodern/postyapısalcı
teoriler ışığında okumaya yönelik artan bir ilgiye tanık olduk, özellikle Foucault,
Deleuze, Lyotard, Derrida, Lacan, Nietzsche, Baudrillard ve benzerlerinin
düşünceleri üzerinden gidildi. Bir kez daha bu akımı adlandırma sorunu
karşımıza çıktı. Todd May’in ifadesi ‘postyapısalcı anarşizm’ pakettekilerin
açık bir tasviriydi: postyapısalcılıkla anarşizmin bir evliliği (May 1994).
‘Postyapısalcı
anarşizm’ terimindeki problem anarşizmin genelde postyapısalcı olarak anılan
sınırlı sayıda düşünürle kesişimini temsil ediyor olmasıydı sadece. May bunda
hiç bir sorun bulmuyordu, hatta daha da sınırlayarak kimi postyapısalcı düşünürleri
dışarda bırakıyordu (Derrida ve Baudrillard gibi) çünkü onların düşüncelerinin
hiçbir siyasi projede kullanılamayacağını öne sürüyordu. May’e göre Derrida
“açıkça dillendirilmiş bir felsefeden yoksundur’ ve Baudrillard’ın düşüncesi
“çoklu ve yerel olmaktan çok indirgemeci ve kapsamlıdır”, dolayısıyla
postyapısalcı terimi sadece Foucault, Deleuze ve Lyotard’ın çalışmalarını
kapsayacak şekilde kullanılmıştır. (May 1994: 12)
Bu anlayış farklı
anarşizmlerle ve doğrudan postyapısalcı olmayan Bahtin gibi kimi düşünürlerle
farklı kesişimlere dair olası araştırma sahalarını eliyor. ‘Postyapısalcı
anarşizm’ terimi tercih edilince, anarşizmi hipermetin ile, Cixous ile veya
Irigaray ile veya sanat eserleriyle ya da gündelik hayattan veya siyasi
hayattan olgularla düşünmenin yolu kalmıyor. Ufku salt felsefi çalışmalarla
sınırlıyor. Dolayısıyla, “postmodern anarşizm” bu anlamda kulağa daha açık ve
etkili gelebilir. ‘Postmodern’ terimi çok daha esnektir. Bu şekilde Call’un
postmodern matrisi, bir hattan Marcel Mauss, Saussure, Durkheim veya Freud’a
erişebilir ve onları siberpunk ile, Chomsky ve Butler ile birleştirebilir.
‘Postmodern anarşizm’ terimini kullanmak ayrıca Call’un çalışmasını kültürel
çalışmalara doğru genişletmesine izin vermiş ve kitabında bir bölümü siberpunk
ve postmodern anarşizme adayabilmiştir. (Call 2002) Call, postmodern
anarşizmi kapitalist ekonomik düzenin esas teorik temellerinin altını oymak
isteyen bir anarşizm olarak çizer ve tüm ilgili siyasetlerle birlikte anar;
Nietzsche’nin oluşun anarşisi, Foucault’nun anti-hümanist mikropolitikası,
Debord’un gösteri eleştirileri, Baudrillard’ın simülasyon teorisi, Lyotard’s
‘metaanlatılara karşı güvenilmezliği’ ve Deleuze’ün rizomatik göçebe düşüncesi
içiçedirler. Ve günümüz popüler kültürünün derinden yeni radikal siyaset
formlarına çok ciddi bir ilgi duyduğunu göstermek için William Gibson ve Bruce
Sterling’in siberpunk kurmacaları üzerinde çalışır. (Call 2002: 118-119)
Saul Newman ise,
özellikle Bakunin’den Lacan’a’nın önsözünün Ernesto Laclau tarafından
yazıldığı düşünülürse, doğrudan akla ‘postmarksizm’ terimini getirecek şekilde
‘postanarşizm’ terimini kullanmıştı. Benjamin Franks, Newman ile postmarksizm
arasındaki bu yakınlık üzerinde başka hiçbir eleştirmeninin durmadığı kadar
durmuştur. (Benjamin 2007:131-134)
Bu üç ifadeyi
karşılaştırınca, görülebilir ki Call’un postmodern anarşizm önerisi en fazla
reddedilendi çünkü günümüzde postmodern sözcüğüyle gelen olumsuz çağrışımlar
ağırdı. ‘Postmodern’ saygı duyulan bir terim değil veya bir akademik çalışma
alanı değil günümüzde, tüketilmiş görünüyor ve ayrıca pek çok aktivist için
SSCB sonrası dünya kapitalist sisteminde neo-liberal siyasete düşürmek için
kurulmuş fantazmatik bir tuzak olarak algılanıyor. Dahası, 20. Yüzyılın bazı
iyi tanınan anarşist yazarları, Murray Bookchin, Noam Chomsky ve John Zerzan,
hepsi ‘postmodern düşünürler’e karşı sert eleştiriler kaleme almışlardı ve
anarşizm içinde bir anti-postmodern güdüyü diri tutmaya gayret etmişlerdi.
(Bookchin 1996; Chomsky 2006; Zerzan 2002) Anarşist çevrelerde Foucault gibi
düşünürleri de kapsayacak şekilde anti-postmodern duyarlılıklarla karşılaşmak
çok sık olabilmektedir. Ve eğer Foucault postmodernistse o zaman bu
Foucault’nun aslında bir küçük burjuva nihilisti olduğu anlamına gelir, böyle
biri de herşeyi yapısökümüne uğratarak sonuçta tutunacak tek bir dalı olmadan
kalakan bir nihilisttir, denebiliyor. (Müller 2003: 34) Ve Tadzio Müller’in
hoşça koyduğu gibi, bu tür bir eleştiri anarşistleri hiçbir olumlu önerisi
olmayan beyinsiz çeteler olarak damgalamaktan farksız bir eleştiri tipidir
(Müller 2003: 34-35). Ama yine de, Call dışında postmodern anarşizm terimini
kullanma arzusu pek gözlenmemiştir.
Todd May’in
postyapısalcı anarşizmi, Koch’un postyapısalcılığı anarşizmin kimi
epistemolojik sorunlarını çözmek için araçsallaştırmasıyla birlikte, aslında
Newman’ın bu iki gövdeyi birleştirme projesiyle uyumludur. Ancak küçük bir fark
da mevcuttur; May ağırlıklı olarak postyapısalcılığın siyaseti üzerinde
çalışmaktadır ve daha etkili bir postyapısalcı siyaset teorisi geliştirmek için
anarşizmden bazı görüler devşirmeyi denemiştir. Öte yandan Newman,Bakunin’den
Lacan’a adlı kitabında ve izleyen yazılarında ve söyleşilerinde
görüldüğü gibi, anarşizmden gelir ve daha etkili anarşist siyaset için postyapısalcılıktan
görüler devşirme niyetindedir. Postanarşizm diğer anarşizmler arasında bir yer
talep eder görünür. Günün sonunda, o ‘bir anarşizm’ tipidir, yeni bir tür
postyapısalcılık değildir. Yukarıda alıntılandığı gibi, Newman hatta
postanarşizmi klasik anarşizm ile güncel anarşizmin bir kombinasyonu ve
kompozisyonu olarak tanımlar. Bu da postyapısalcı niteliklerin güncel
anarşizmin lenslerinden süzülüp okunduğunu gösterir. Bununla birlikte, post-
öneki kimi anarşistleri huzursuz etmiştir ve post- önekinin, (klasik)
anarşizmin bir düşünce ve hareket olarak eski moda kaldığını, geçmişte
kaldığını imlediğinden kuşkulanılmıştır. (Cohn-Wilbur 2003)
Peki gerçekten
‘klasik’ anarşizmi aşmak sözkonusu mudur? Peki aşma denemelerine maruz kalan bu
anarşizm tam olarak nedir? Ve eğer birisi anarşizmin modası geçmiş olduğunu
iddia ederse bu aynı zamanda anarşizmin ne olduğuna dair de bir iddia değil
midir? Anarşizm dediğimizde ne kastederiz? Bu bilgi nasıl
şekillendirilmiştir?
Eğer anarşizmin ana
periyodlarını ondokuzuncu yüzyıldan bugüne alarak kabaca tanımlayacak olursak
şunu görürüz: ilk periyod İspanya 1939’daki yenilgiyle sona erer, ikinci
periyod 60’larla damgalanır ve üçüncü periyod da küreselleşme karşıtı
hareketlere ortaya çıkarxvii.
Postanarşizm
çalışmaları temelde zaman zaman üçüncü dalga anarşizmi olarak da anılan (Adams
2003) bu üçüncü periyoda aittirler. Ancak bu üçüncü dalganın postanarşizm
tartışmalarına ek olarak getirdiği bir diğer özellik anarşist tarihi yeni
değerlendirmelere, yeniden okumalara ve yeniden kavramlaştırmalara açmış
olmasıdır.
Verili anarşizm
tarihlerini sorgulama ve onların zorunsuzluklarını gösterme ve onları
‘parçalayıp sökme’ için belirli bir ihtiyaç duyulmaktadır. Anarşizm
tarihlerinin yazarları vardır. Anarşizm hakkında verili bir tek hakikat yoktur.
Anarşizm tarihleri yazmış olan yazarların siyasi-kültürel pozisyonları ve
söylemleri bugün bildiğimiz/temsil edilen anarşizmin ana öğelerini büyük ölçüde
belirler. Anarşizmin tarih yazımı üzerinde çalışmak demek tarihin bir bilgi
formu olarak doğasını gözönünde bulundurmak ve anarşizme dair bilginin nasıl
yapıldığını sorgulamak demektir.
Daha postanarşistler
‘kurtarmaya’ çalışmadan önce zaten halihazırda bir ‘anarşist kanon’ vardı. Ve
anarşizmin ne olduğuna, neyin anarşizmi temsil ettiğine ve anarşist kanonun
nasıl belirlendiğine dair bilgiyi etkileyen önyargıların kodlarını çözmek
önemli bir görev gibi görünüyor. Anarşizme dair bilgi üretme süreçlerinde
dışarda bırakma mekanizmaları nasıl çalışıyor? Anarşizmin kanonlaştırılmasının
arkasındaki yapısal varsayımlar nelerdir?
İngilizcedeki
postanarşizm üzerine bilinen çalışmaların çoğu, ki bunlar anarşistler
tarafından anarşizmi yanlış temsil ettikleri gerekçesiyle hoş
karşılanmamışlardır, aslında verili anarşizm tarihlerini referans
aldıkları için suçluydular. Klasik anarşizme dair klişe nosyonlar hedefteki
postanarşistlerin icatları değildi. Dolayısıyla, kimi postanarşistleri anarşizme
sorunlu kavrayışlarla yaklaşmakla suçlamak yerine, ben bu kavrayışların
kendilerinin nereden geldiğini sormak istiyorum.
Todd May temelde
Deleuze, Foucault ve Lyotard’ın düşüncelerini Kropotkin ve Bakunin’in
düşünceleriyle karşılaştırıyor, çok az Emma Goldman’a, Colin Ward’a ve
Bookchin’e referans veriyor. Saul Newman resme Lacan, Stirner ve Derrida’yı
ekliyor ve özellikle Lacan ve Stirner’in altını çiziyor. Lewis Call biraz daha
genişletiyor çerçeveyi bir matris tanımlıyor, Nietzsche’den Baudrillard’a
uzanan bir postmodern matris. Ve hemen hemen aynı klasik anarşist düşüürlere
referans veriyor ve kısmen Chomsky ile Bookchin’i de ekliyor.
Lewis Call, Saul
Newman ve Todd May, üçü de anarşizme az sayıda Batılı aktivist düşünürün
görüşlerini özetleyerek toparlanabilecek bir düşünce gözüyle bakıyorlar.
Bu form ile içerik
arasında hiyerarşi gözetmeyen anarşist teori ve pratik anlayışıyla çelişki
halinde bir tutumdur. Yakın dönemden bir örnek olarak, David Graeber’in “yeni
anarşizm” hakkında ne yazdığını tekrar hatırlyabiliriz, Graeber yeni hareketin
ideolojisinin örgütlenme formu ve örgütlenme ilkeleri olduğu konusunda
ısrarcıydı. (Graeber 2002) Bu ise neredeyse tipik bir anarşist duruştur. Her ne
kadar Call, May ve Newman, bu çalışmalarla, anarşizmi güçlü modernite eleştirileriyle
bilinen teorilerle birleştirmeye çalışan bir projenin parçası oldularsa da,
anarşist tarihe yaklaşımları pek de bu kaygılarla şekillenmiş sayılmazdı.
Öncelikle, Graeber’in
(ve günümüz anarşizmlerinin) konumunu ama daha önemlisi Kropotkin’in ‘anarşist
ilke’ nosyonunu yoksayarak, seçilmiş anarşist metinlere öncelik verdiler (ve de
seçme kriterlerini açıklama ihtiyacı duymadan veya sorgulamadan) ve anarşist
pratikleri/deneyimleri bu teorilerin basit uygulamaları olarak anladılar,
halbuki anarşist tarih her zaman teorinin pratik üzerindeki bu tahakkümüne
karşı durmuştur.
Ve sonra, bu mantığın
bir devamı olarak, bu yazarlar Batılı modern anarşist yazarlara öncelik
verdiler (Müller’in deyimiyle ‘ölü beyaz erkekler’) ve farklı coğrafyalarda
üretilmiş metinleri (oralardaki deneyimlerle birlikte) gölgede bıraktılar.
Batılı-olmayan dünyadaki bu olayların ve metinlerin modern Batı anarşizminin
salt uygulamaları/uyarlamaları (eğer tabii taklitleri değilse) olduğunu ima
ettiler. Ve bu da Batı anarşizminin hakikatinin Batı-olmayan anarşizmlerin
henüz-gizli-hakikatixviii olduğu,
ve yazılı anarşizmin hakikatinin anarşist pratiğin henüz-gizli-hakikati olduğu
anlamına geliyordu.
Sonuç olarak, pek çok
postanarşist çalışma klasik modern anarşizmin oluşumunda rol oynayan
Avrupamerkezcil varsayımları göremediler. Jason Adams anarşizm tarihinin
yazılışında Avrupamerkezcil öğeleri nasıl saptayabileceğimize dair bazı örnekler
vermiştixix.
(Adams 2003)
Eksik parçaları
gözönünde bulundurarak, farklı dillerdeki postanarşist çalışmalar arasındaki
iletişim eksikliğini de düşünerek, günümüz postanarşizmini tamamlanmış bir
giriş bölümü olarak görme eğilimindeyim.
Örneğin, tüm bu giriş
dönemi metinleri bir özürle başlıyorlar söze, sanki anarşizm ve
postyapısalcılığı birlikte düşünmek için bir meşrulaştırma gerekliymiş gibi
davranıyorlar. Motivasyonlarını açıklamaya çalışırken tuhaf bir işe
giriştiklerinin düşünülebileceğine inanıyorlar. Ve hem anarşist çevrelerde hem
de akademisyenler arasında tepki göreceklerini düşünüyorlar. (Bu noktayı
vurgulamak gerçi bugüne bakarken çok anlamlı değil ama bu giriş döneminin temel
metinlerini nitelerken akılda tutmak gereken bir
tedirginlik.) Postyapısalcı/postmodern bir anarşizmin veya bir
postanarşizmin meşrulaştırılması ihtiyacı hissediliyor. Bu özürcü tutum May,
Call ve Newman’da görülüyor ama Jason Adams’ta görülmüyor.
Ve hepsi postanarşizmi
meşrulaştırmak için Marksist tipte solun çöktüğünü veya başarısızlığa
uğradığını ya da dayanmak için fazla sorunlu olduğunu söyleyerek lafa
giriyorlar. Bu tutum Marksizmi norm olarak alma tavrının sürdüğünü gösteriyor,
karşılaştırmaların yapıldığı hizanın alındığı sol teori burada hala Marksizm.
Bir kez daha Jason Adams’da durum bu değil. Adams, bunun yerine, anarşizmle
söze başlıyor (anarşizmle bitirmiyor), 68’e ilerliyor ve oradan günümüze
geliyor.
Call, marksizmin
çöküşüne gönderme yapıyor ve Marksizmin devrimci projesinin çöktüğüne dair
kanıtlar buluyorxx.
Eğer dünyevi bir yenilgi bir ideolojinin yanlış olduğunu kanıtlıyorsa öyleyse
anarşizm nasıl savunulur ki? Tabii buradaki fark iktidara gelip de yenilmek ve
böylece (devrimci marksist) fikrin işe yaramadığının ispatlanması. Anarşizm ise
denenmemişliğe sığınabilir. Ancak anarşizme de, aslında marksistlerin zaten yaptığı
gibi, ‘iktidara gelemiyor demek ki geçerli bir devrimci ideoloji değil’ itirazı
getirmeye benziyor bu. Eğer anarşist devrimciler hiçbir yerde kazanamadılarsa
bugün nasıl kazanacaklar peki diye sormak meşru olur. Tek bir ülkeyi veya
bölgeyi dönüştürememişken anarşizm nasıl dünyayı dönüştürmeyi talep edebilecek?
Eğer mantığı böyle kurarsak bu sorular takip edecektir. Call, May, Day ve
Newman, hepsi bir şekilde Sovyetlerin çöküşüyle marksizmin sonunun gelmesine
göndermede bulunuyorlar. Bu adil değil. Neden marksizm başarısız bir uygulama
olarak tartışılırken anarşizm sadece potansiyelleri ve teorileriyle ele
alınıyor. Aynı yargılama anarşizme de uygulanabilirdi, bu durumda anarşizmin
İspanya devriminden sonra hemen hemen ölü sayılabileceği yorumu gelirdi. Başarılı
olamayacağını kanıtladığı söylenirdi ve hadi başka arayışa girelim denirdi. (Ki
marksistler, başarı odaklı oldukları ölçüde, demişlerdi.)
Postanarşizm üzerine
de çalışan biri olarak, erken tarihli makalesi Batı-dışı Anarşizmlerde, Adams
eleştirel sorgulamayı anarşizmin tarihine de döndürmek gerektiğini söylüyordu.
Klasik anarşizmi postyapısalcı felsefeyle karşılaştırmadan önce, veya ‘klasik
anarşizm’in aleminde bir yakınlık (affinity) soykütüğüne girişmeden önce
(Richard Day buna girişiyordu Gramsci is Deadxxi ile)
önce anarşist kanonun bir soykütüğünü göze almak gerekir diyordu.
Yukarıda değinilen
bugüne kadarki postanarşist yazının temel problemixxii anarşist
kanonu yeniden okumaya girişmemiş oluşuydu, klasik anarşizmi postyapısalcı
perspektiflerinden araştırmadılar, bunun yerine postyapısalcı teoriyi modernist
bir şekilde yazılmış olarak klasik anarşizm adıyla zaten dolaşımda olanla
karşılaştırma yaptılar. Pek çok sorunun bu tercihten kaynaklandığını
düşünüyorum.
Sorunların nereden
çıktığını bulmaya çalışmak örneğin neden pek çokları için anarşizmin iyi insan özü
fikrine dayandığına inanmanın bu denli kolay olduğunu sormayı da içeriyor.xxiii
Todd May örneğin,
insan doğasıyla ilgili anarşist pozisyonu anarken alıntı yapmaya, referans
göstermeye bile gerek duymuyor çünkü üzerinde uzlaşılmış bir nokta olduğunu
düşünüyor “anarşistler iki kısımlı bir ayrıma sahiptirler: iktidar (kötü) insan
doğasına karşı (iyi)”. (May 2000) Bu uzlaşma aslında anarşistlerin değil
anarşizm tarihçilerinin vardığı bir uzlaşma olabilir en fazla.
Eğer geri dönüp David
Morland’ın kitabına, insan doğasına dair anarşist anlayışı ele aldığı Demanding
the Impossible, Human Nature and Politics in Nineteenth-century Social
Anarchism’e bakacak olursak, ‘olağan şüphelilerin’ (Proudhon, Bakunin
ve Kropotkin) dahi böyle bir anlayışa sahip olmadıklarını görürüz. (Morland
1997) Peki bu klişe nereden geliyor? İlginç bir nokta da Morland’ın bu
klişelerin bir kısmının siyaset teorisi bölümlerinde okunan kimi ders
kitaplarından kaynaklandığını göstermesi –anarşistlerin veya sol
entelijensiyanın normalde hiç okumayacağı ama konuyla ilgili çalışan
akademisyenlerin okuyacağı ve belki okutacağı kitaplar. Mesela Ian Adams’ınPolitical
Ideology Today adlı çalışması, veya Andrew Heywood’un Political
Ideologies: an Introduction adlı kitabı (Morland 1997: 5).
Siyaset ders
kitaplarında anarşizmin nasıl sunulduğunu incelemek bu sebeple de gereklidir.
Buralardaki tedrisattan geçen akademisyenlerin uzlaşmaları daha sonra yayılarak
gerçek uzlaşmalara dönüşebiliyor olabilir.
Nietzsche ile anarşizm
arasındaki ilişkiler üzerine yazarken, Jesse Cohn, özcülük konusunda benzer bir
noktanın üstünde durmuştu:
“Proudhon için,
“yaşayan insan bir grup”tur “bir köken, bir kaynak değildir, ama bir sonuçtur”.xxiv Kropotkin
de, özneden bir “sonuç” olarak bahseder, “ayrı beceriler, özerk eğilimler,
kendi aralarında eşit, işlevlerini bağımsızca yerine getirirler… belirli bir
merkezi organ tarafından, bir ‘ruh’ tarafından yönetilmezler”xxv.
Bakunin’e göre, bu çokluk geniş toplumsal alanın bir mikrokozmosuydu, her zaman
“kendine karşı bir tür komplo” halinde veya “kendine karşı bir isyan
halinde”ydi.xxvi
Ayrıca, anarşizmde
insan doğası konusuna, 1989 tarihli “İnsan Doğası ve Anarşizm” başlıklı bir
makalesinde, Peter Marshall da değinir: “William Godwin, Max Stirner ve Peter
Kropotkin gibi klasik anarşist düşünürler özgür bir toplumun mümkün olduğu
konusunda ortak varsayımları paylaşsalar da insan doğasına dair ortak bir
görüşleri yoktur… ve de genelde sanıldığı gibi insan doğasına dair görüşleri
öyle naif veya iyimser değildir.” (Marshall 1989: 128)
Marshall konuya ayrıca
meşhur kitabı Demanding the Impossible, A History of Anarchism’de (Marshall
1993) de değinir. Orada bazı anarşistlerin “’insan doğası’nın sabit bir öz
olarak mevcut olmadığı konusunda ısrarcı olduklarının” altını çizer: “ve
dolayısıyla amaç hükümet ve Devlet yüklerini atıp ‘özsel bir benliği’
kurtarmak/özgürleştirmek değildir, ama başkalarıyla yaratıcı ve gönüllü
ilişkiler aracılığıyla benliği geliştirmektir.” (Marshall 1993: 642-643).
Yukarıda da andığımız
gibi, anarşizmde ve özellikle de klasik anarşizmde insan doğasının nasıl
anlaşılacağı üzerine bir tartışma sürmektedir, ve bir de anarşizmi az sayıda
kilit düşünüre indirgeme eğilimi gözlenmektedir. Bununla birlikte, kanonik ana
anarşist düşünürler listeleri de farklı farklıdır. Sözgelimi Colin Ward
anarşist geleneği dört majör düşünüre ve yazara bağlamanın bir gelenek olduğunu
söyler: Godwin, Proudhon, Bakunin, Kropotkin. (Ward 2004: 3) Ayrıca daha önce,
anarşizm üzerine kitabının girişinde, Alan Ritter şöyle yazmıştı: “bu kitapta
anarşizmin ana fikrini temsil ettiği kabul edilen argümanlar dört yazardan
alınmıştır –Godwin, Proudhon, Bakunin ve Kropotkin— ki bu dört yazarın anarşist
teoriye katkıları evrensel olarak ufuk açıcı bulunmuştur.” (Ritter 1980: 5).
Öte yandan, Irving
Horowitz için klasik anarşistler Bakunin, Malatesta, Sorel ve Kropotkin’di.
(Horowitz 1964: 17) veya Henri Arvon’a göre, anarşizmin teorisyenleri şunlardı:
William Godwin, Max Stirner, Proudhon, Bakunin ve Tolstoy. (Arvon 2007).
Bunların hepsinin kaynağı gibi gözüken ilk liste ise malum Paul Eltzbacher’in
ilk kez 1900’de Almanca yayınlanan kitabında yaptığı ‘yedi önde gelen anarşist’
listesiydi: Proudhon, Godwin, Stirner, Bakunin, Kropotkin, Tucker ve Tolstoy.
(Eltzbacher 1975; Kinna 2005: 10)
Daha sonra gelenler bu
listeye büyük ölçüde sadık kalmış gibidirler, Tucker en kolay gemiden atılan
isim olmuştur çünkü liberalizm üzerinden ayrı bir pakete konmuş toplumsal
anarşizmin mirası sayılması tartışmalı bulunmuştur. Tolstoy ve Stirner de
anlayış farklılıklarına göre listelerdeki yerleri daha güvensiz olan isimler
olagelmişlerdir. Kalan dört isim görece daha tartışma çıkarmayan, garantili
isimler sayılmışlardır.
Bununla beraber
anarşizm ile postyapısalcı teorinin kesişimleri üzerinde çalışan günümüz
düşünürlerinden Daniel Colson; Stirner, Proudhon ve Bakunin’i ana teorisyenler
olarak alır, anarşizmin öncülleri ve kurucuları olarak bu üç ismi sayar.
(Colson 2004: 14) Colson’a göre, Kropotkin bu kuruculardan biri değildir, ama
Reclus ve Guillaume ile birlikte, daha sonraki “anarşist entelektüeller
kuşağı”nın bir parçasıdır. (Colson 2004:14)
Ancak, Colson’un
postanarşizm/klasik anarşizm tartışmalarına esas katkısı postyapısalcı teoriyi
diğerleri gibi az sayıda kilit düşünürle değil liberter işçi hareketiyle
karşılaştırmasıdır. Colson’un Nietzsche ve Liberter İşçi Hareketi makalesindeki
argümanları gerçekten ayrıksıdır; günün anarşist düşünürlerini, zaten
Nietzsche’yi anlayacak durumda değildiler diye eledikten sonra, Nietzsche’yi
okumadan anlayan, yani aynı telden çalan bir varlık olarak, anarşist işçi
hareketini gösteriyordu. Yani anarko-sendikalizmi...
Colson bu arada farklı
Nietzsche yorumlarını da kategorize eder, aşırı-sağ yorumdan Hıristiyan yoruma
kadar listeler, ve ardından açıkça anarşist bir okuma kanalını anar. ‘Liberter’
olarak niteleyebileceğimiz, ve her ne kadar anarşizm hareketiyle birebir
bağlantı içinde olmasa da son otuz yılda liberter fikirlerin yeniden doğuşuyla
ilişkilendirebileceğimiz bir Nietzsche okuması. “Foucault ve Deleuze bu
okumanın en bilinen Fransız temsilcileridir.” diye devam eder. Burada Colson,
Foucualt ve Deleuze’ü son otuz yılda anarşizme harici olarak gelişen liberter
fikirlerin canlanışı hareketinin önde gelen figürleri olarak anmaktadır.
Dolayısıyla bu fikirler, ve aynı dönemde aktif olan anarşist hareket, birlikte
belirli bir dönemin liberter geleneğini oluşturmaktadırlar. Bir kez daha,
postyapısalcılıkla anarşizm arasındaki ilişki inşa edilmesi veya keşfedilmesi
gereken bir ilişki olarak değil zaten orada varolan bir rabıta olarak
değerlendirilmiştir.
Nietzsche’nin
postyapısalcı teorideki önemini gözönünde bulundurursak (Schrift 1995:7),
Colson’un, Nietzsche’yi anarşizmle, Nietzsche’nin liberter (genelde
postyapısalcı diye bilinen) yorumu üzerinden ilişkilendirmesi özellikle
önemlidir. Ve liberter Nietzsche yorumunu liberter işçi hareketiyle
karşılaştırır. Geçmişin liberter işçi hareketiyle son otuz yılın liberter
düşüncesi arasındaki doğrudan bağlantıları gösterir. (Colson 2004: 16-25)
Colson’un anarko sendikalizmi ve doğrudan eylemi Nietzsche üzerinden
kucaklaması küreselleşme karşıtı hareketlerin bugünkü kucaklanışıyla benzerdir.
Ve Colson, Adams ile
birlikte postanarşizm içindeki bir başka ama belli ki daha az dominant bir
akımı temsil eder, ve liberter işçi hareketi gibi siyasi mücadele formlarını
ister klasik olsun ister çağdaş veya tarihsel, anarşizmi neyin temsil ettiği
sorusuna cevap olarak alır.
Yeni anarşizm, yepyeni
bir anarşizm tarihi okuması gerektirir. Temelde postyapısalcılıktan beslenir
ama bu postanarşistler olarak bilinen düşünürleri doğrudan referans almayı şart
koşmaz. Ayrıca yeni anarşizm marksizmin biraz daha radikal versiyonu değildir,
birincisi çünkü siyaset alanına sıkışmamıştır. Hayatın tümü ve kültürü kapsar
ve genel olarak moderniteden hoşnutsuzluğun siyasi yüzüdür, siyasi harekete
dönüşmüş adıdır. ‘Devlet gibi görmenin’ (Scott 1999) her biçimiyle, her an
mücadele halinde olan bir muhalif hareketler şebekesinin içinde yer alır. Bu
yazıda konuyla ilgili kritik öneme sahip olmasına karşın tartışamadığım pek çok
nokta kaldı. Yeni anarşizmin bundan sonraki macerasının içerimleri de dahil
olmak üzere bu noktaları başka yazılara bırakıyoruz...
Süreyyya Evren / Birikim Dergisi, sayı 264-265, 2011
BİBLİOGRAFYA
Amster, R. (1998)
'Anarchism as Moral Theory: Praxis, Property, and the Postmodern', Anarchist
Studies, 6, 97-112.
Amster, R., DeLeon, A.,
Fernandez, L., Nocella, A. J., and Shannon, D. (2009) Contemporary
Anarchist Studies (London, Routledge).
Anderson, B.
(2005) Under Three Flags: Anarchism and the Anti-Colonial
Imagination (London and New York, Verso).
Ankersmit, F. and
Kellner, H. (1995) A New Philosophy of History (London,
Reaktion Books).
Antliff, A.
(2001) Anarchist Modernism: Art, Politics, and the First American
Avant-Garde (Chicago, University of Chicago Press).
Antliff, A.
(2007) Anarchy and Art: From the Paris Commune to the Fall of the
Berlin Wall (Vancouver, Arsenal Pulp Press).
Arvon, H. (2007) Anarşizm (İstanbul,
İletişim).
Bourg, J. (2007) From
Revolution to Ethics: May 1968 and Contemporary French Thought (McGill-Queen's
University Press).
Bowen, J., Purkis, J.
(1997) Twenty-First Century Anarchism: Unorthodox Ideas for a New
Millenium (London, Cassell).
Bowen, J., Purkis, J.
(2004) Changing Anarchism: Anarchist Theory and Practice in a Global
Age (Manchester, Manchester University Press).
Cabuklu, Y.
(2003) Özgürlükçü Düşüncenin Peşinde (Istanbul, Metis).
Call, L. (1999)
'Anarchy in the Matrix: Postmodern Anarchism in the Novels of William Gibson
and Bruce Sterling', Anarchist Studies, 7, 99-117.
Call, L. (2002) Postmodern
Anarchism (Lanham, Lexington).
Cohn, J. and Shawn, W.
(2003) "What's Wrong With Postanarchism?", Institute for
Anarchist Studies web site, Publishing date: 31.08.2003. Online.
Available: <http://www.anarchist-studies.org/article/view/26/>.
Cohn, J. (2006) Anarchism
and the Crisis of Representation: Hermeneutics, Aesthetics, Politics (Selingsgrove,
Susquehanna University Press).
Cockburn, A., St.
Clair, J. (2000) Five Days That Shook the World: The Battle for Seattle
and Beyond (London, Verso).
Conway, J. (2003)
'Civil Resistance And The "Diversity Of Tactics" In The
Anti-Globalization Movement: Problems Of Violence, Silence, And Solidarity In
Activist Politics', Osgoode Hall Law Journal, 41: 2 & 3,
505-30.
Crowder, G. (1991)
Classical Anarchism: The Political Thought of Godwin, Proudhon, Bakunin and
Kropotkin (Oxford, Clarendon Press).
Day, R. (2005) Gramsci
is Dead: Anarchist Currents in the Newest Social Movements (London and
Ann Arbor, Pluto)
Dunleavy, P.
(2003) Authoring a PhD, How to Plan, Draft, Write and Finish a Doctoral
Thesis or Dissertation (Basingstoke, Palgrave).
Eatwell, R. and
Wright, A. (1993) Contemporary Political Ideologies (London,
Pinter).
Eltzbacher, P.
(1975) Anarchism: Exponents of the Anarchist Philosophy (London,
Freedom Press).
Farrer, L. (2006) ‘A
Revolt to Live, Post-structuralist anarchist Resistance Against the G8’,
Anarchist Studies, 14:2, 131-155.
Franks, B. (2007)
'Postanarchism: A Critical Assessment', Journal of Political Ideologies, 12:2,
127-145.
Gee, T. (2003) New
Anarchism: Some Thoughts (Alpine Anarchist Productions).
Gemie, S. (1993)
Classical Anarchism, European History Quarterly 1993 23: 90-91.
Glavin, M. (2004)
'Power, Subjectivity, Resistance: Three Works on Postmodern Anarchism', New
Formulation, 2:2.
Goodin, R.E. and
Pettit, P. (1993) A Companion to Contemporary Political
Philosophy (Oxford, Blackwell).
Goodwin, B.
(2006) Using Political Ideas (Chichester, John Wiley).
Gordon, U. (2007)
'Anarchism Reloaded', Journal of Political Ideologies, 12, 29 -48.
Graeber, D. (2002)
'The New Anarchists', New Left Review, 13, .
Graeber, D. (2001)
"The Globalization Movement: Some Points of Clarification", Items
& Issues, 2:3.
Grubacic, A. (2004)
Towards Another Anarchism, internette erişim:
http://www.zmag.org/znet/viewArticle/11028.
Heller, A., Feher, F.
(1988) Postmodern Political Condition (Cambridge, Polity
Press).
Horowitz, I.
(1964) The Anarchists (New York, Dell).
Jeppesen, S. (2004)
"Seeing Past the Outpost of Post-Anarchism. Anarchy:
Axiomatic", Institute for Anarchist Studies web site,
Publishing date: 26.02.2004. Online. Available: <http://www.anarchist-studies.org/article/articleview/55/1/1>. 2 March 2006.
Jenkins, K. and
Munslow, A. (2004) The Nature of History Reader (London and New York,
Routledge).
Jun, N. J. (2009) New
Perspectives on Anarchism (Lanham, Lexington).
Kang, K. (2005)
Agonistic Democracy, the Decentred ‘I’ of the 1990s, PhD, University of Sydney.
Kellner, D. (2001)
foreword in When Poetry Ruled the Streets: The French May Events of
1968, ed. by. Feenberg, A. and Freedman, J. (New York, State University of
New York Press).
Kissack, T. (2008)
Free Comrades: Anarchism and Homosexuality in the United States 1895-1917,
(Edinburgh, AK Press).
Kinna, R. (2005)
Anarchism: A beginner's guide. (Oxford: Oneworld).
Kinna, R. (2007)
'Fields of Vision: Kropotkin and Revolutionary Change' SubStance,
36:2, 67-86.
Koch, A. M. (1993)
'Postructuralism and the Epistemological Basis of Anarchism', Philosophy
of the Social Sciences, 23, 327-351.
Koch, A. M. (1997)
'Max Stirner: The Last Hegelian or the First Poststructuralist', Anarchist
Studies, 5, 95-107.
Leighten, P.
(1989) Re-ordering the Universe, Picasso and Anarchism, 1897-1914
(Princeton, New jersey, Princeton University Press).
Marcus, G.
(1999) Ruj Lekesi, Yirminci Yüzyılın Gizli Tarihi (İstanbul,
Ayrıntı).
Marsh B. and Furlong ,
P. (2002) Ontology and Epistemology in Political Science. In: Marsh, D &
Stoker, G., Theory and Methods in Political Science (Basingstoke, Palgrave
Macmillan).
Marshall, P. (1993)
Demanding the Impossible, A History of Anarchism (London, Fontana).
Martinez, E.
(2000), ‘Where was the Color in Seattle?: Looking for reasons why the
Great Battle was so white’, ColorLines, 3/1. İnternetten erişim için:
http://colours.mahost.org/articles/martinez.html.
i Bu yaklaşım hükümetler tarafından da yoğun olarak desteklenmekteydi,
Tony Blair’in hareketi “olabildiğince kargaşa yaratma amacıyla zirveden
zirveye koşan” “gezici anarşist sirk” olarak resmetmesinden de
görülebiliyordu bu destek. Bknz. “Blair: Anarchists will not stop us”, BBC
News, 16.06.2001. http://news.bbc.co.uk/1/hi/uk_politics/1392004.stm.
ii Öte yandan, 2000lerin başlarından
2010’lara geldiğimizde yaşanan (tam olarak 2007’nin ortalarında başladığı
varsayılan) küresel ekonomik kriz dünya ölçeğinde küreselleşme söyleminin
kendiliğinden itibar kaybetmesine yol açtı. Ekonomik kriz, karşısında komünist
bir bloğun rekabeti olmaksızın tek başına dünyaya hükmeden globalizmin kendi
kendine devrilmesi, kendi çıkışsızlığını kendisinin ispat etmesi olarak
yorumlandı. Sol seçeneklere hakettikleri kıymetin verilmediği söylemi güçlendi.
Marx, 2 Şubat 2009 tarihli Time dergisinin Avrupa edisyonunda kapak oldu
--derginin ABD, Asya ve Güney Pasifik edisyonlarının kapağını Obama çifti
süslüyordu. “Kapital”, bestseller listelerine girdi ve genel olarak bir Sol
alternatifin varlığının globalizmin muzaffer saltanatındaki prestiji arttı.
Globalizmin önünde durulamazlığı söylemi bir on yıl öncesine göre ciddi
hırpalanmış durumdaydı artık. Öyle ki, David Graeber Rolling Thunder dergisinin
Bahar 2008 sayısında aktivistlerin zafer anında ne yapacağını bilememe sorunu
yaşadıklarını söylüyordu. (“Shock of Victory”, David Graeber, Rolling Thunder,
sayı 5). Graeber, tamam toplumsal devrim yapamadık ama diğer amaçlarımızın
çoğuna eriştik diyordu. Örneğin anarşist ilkelere dayanan örgütlenme biçiminin
yukardan aşağıya örgütlenmeye dayanan marksist örgütlenme biçimine üstün
gelmesini ve şu an dünyadaki hakim örgütlenme biçimi olmasını sağladık, medya
global kapitalizm karşıtı argümanlarımızı hiç olmadığı kadar dolaşıma sokuyor
dolayısıyla medya kuşatmasını gerilettik, FTAA (Amerika Serbest Ticaret
Bölgesi) bizim protestolarımızdan sonra rafa kaldırıldı, WTO (Dünya Ticaret
Örgütü) sayemizde tıkandı, IMF batıyor, vs. Graeber’in çizdiği bu tablonun
global finansal krizle birlikte hayli kapitalizm karşıtı bir tablo oluşturduğu
söylenebilir. Ama konjonktür sabit olmadı hiçbir zaman. Krizin atlatılmasıyla
birlikte rüzgarın tekrar tersine dönmesi ihtimali de akılda tutulmalı. Solcular
gene yanıldı diye sevinç nidaları atan genç Venezuellalıların blogları sinyalin
potansiyelini gösteriyor olabilir.
http://www.morochos.net/2009/06/global-financial-crisis-of-2008-2009.html
iii Kropotkin’in “Karşılıklı Yardımlaşma” (Mutual Aid) adlı kitabının
Türkçeye ilk kez kazandırıldığı günlerden beri Mutual Aidteriminin
Türkçeye “karşılıklı yardımlaşma” olarak mı yoksa salt “yardımlaşma” olarak mı
çevrilmesinin daha uygun olacağı tartışması vardır. Karşılıklı yardımlaşma
tercihini burada bir kez daha öne çıkarmamızın bir sebebi de karşılıklı
ifadesinin eklenmesinin (ikiden çok değil de) salt iki öğe arasında bir
karşılıklılığı akla daha çok getiren yanı –çünkü burada anarşizmin küreselleşme
karşıtı hareketle ikili bir alışverişinden sözediliyor.
iv ‘Aktivist’ teriminin Türkçedeki serüvenine bir gözatmak Türkiye’deki
siyasi eylem biçimleriyle küreselleşme karşıtı hareketin farklı (aslında farklılığı
tamamen anarşizanlığından gelen) eylem biçimlerini karşılaştırmaya yönelik bir
değerlendirmenin önünü açabilir. “Activist” sözcüğüne ilk başta doğrudan
çeviriyle “eylemci” dendiği olmuştu, ama kısa süre sonra “eylemci”nin
Türkçedeki çağrışım alanından taşan bir eylemciliğin anlatıldığı çevrilen
metinlerden anlaşıldı ve bir kez daha çevirmenler Türkçenin kavram gücünü
arttırdılar, activist ifadesini ‘aktivist’ olarak karşılayarak
eylemci ile aradaki farkı kavramlaştırdılar.
v John Holloway’in İktidar Olmadan
Dünyayı Değiştirmek (İletişim, çev. Pelin Siral, 2003) kitabını
marksizmin anarşizanlaşarak, kendini bu anlamda güncelleyerek hakim pozisyonu
korumaya çalışmasına örnek olarak anabiliriz. Tadzio Müller’in eleştirisi
açıklayıcıdır: “Açık Marksizm mi?”, Siyahi, sayı 1, Kasım-Aralık 2004,
s.122-123, İngilizcesi için bknz.:
http://www.theglobalsite.ac.uk/review/303mueller.htm)
ben bu tutumu daha önce David McNally’nin Another World is Possible:
Globalization and Anti-Capitalism kitabını eleştirirken “küreselleşme karşıtı
hareketi mülk edinme” olarak adlandırmıştım. (“Approprioting Another World”,
New Formulation, Kış 2004, Cilt 2 Sayı 2, s. 17-20, http://www.newformulation.org/4evren.htm
). Negri -Hardt’ın İmparatorluk (Ayrıntı, çev. Abdullah
Yılmaz, 2008) çıkışları da bir dereceye kadar bu çerçevede düşünülebilir. Çokluk’da
(Çokluk, İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi, Ayrıntı, çev. Barış
Yıldırım, 2004) anarşizmi ele alışlarını Michael Hardt ile Siyahi için
yaptığımız söyleşide kıyısından da olsa tartışmaya çalışmıştık (Çokluk
Üzerine Michael Hardt ile Söyleşi, Süreyyya Evren – Kürşad Kızıltuğ –
Bülent Usta, Siyahi, sayı 3, s.4-7). Tabii bu mülk edinme hattı daha kapsamlı
bir okumayı gereksiniyor.
vi ‘Teoman Gee’ müstear ismiyle yazan anarşist kalem Gabriel Kuhn,
küreselleşme karşıtı hareketlerin yükselmesiyle anarşistlerin prestijlerinin
toplumda artışını açıkca anlatıyor: “anarşist politikalarla haşır neşir olduğum
ilk on yıl (1989 – 1999 arası) bir anarşist olmak bir tür tuhaflıktı, ve
anarşist çevreler anarşist olmayan siyasi radikkaller tarafından bile sadece dalga
geçilen ve hakir görülen sosyal gettoları hatırlatmaktaydı. En iyi ihtimalle,
tedavi edilemez idealistler olarak görülüyorduk, Gerçek dünyadan çok
masallar için çatılmış bir adil toplum hayalini kovalayan tiplerdik… Sıklıkla,
sırf ciddiye alınmama riskini almamak için, kişi belirli bir olay
çerçevesindeki siyasi aktivizme katıldığında anarşist olduğunu ilan etmezdi…
Esas olan, anarşistler olarak neredeyse bütün 80ler ve 90lar boyunca kendimizi
içinde bulduğumuz yalıtılmış ve önemsenmeyen sosyo-politik mekanı akılda
tutmaktır… Bu durum Kasım 1999’dan sonra keskin bir biçimde değişti, özellikle
ABD’de. Artık medyada anarşistlerden bahseden haberlere rastlamak normal,
kişinin kendini anarşist olarak tanıtması sıradan, komşundan anarşist diye
bahsetmek sıklıkla olan birşey. Anarşistler nihayet yerlerini almış gibi
görünüyorlar.” (“New Anarchism: Some Thoughts”, Teoman Gee, Alpine
Anarchist Productions. 2003, s. 5-6).
vii Öte yandan, Graeber “yeni anarşizm” terimini ortaya atan kimse olma
‘onuru’nu reddediyor. Hatta herhangi bir şekilde kullandığını dahi
reddediyor.“Ben kendim asla “yeni anarşist” ifadesini kullanmadım. New Left
Review’daki yazının başlığında vardı ama başlıkları dergiler koyar yazarlar
değil. İtiraz da etmedim ama kendim başlık olarak asla kullanmazdım. Kendimi
bilinçli olarak bir tür anarşist olarak tanımladığım ilk günden beri her zaman
küçük a ile anarşist saydım –ki bu çeşitli alt-kimliklerin hepsinin
üzerindedir.” (kişisel email 17.11 2007)
İronik biçimde, Graeber bazen şöyle lanse ediliyor: “antropolog, “yeni
anarşist” teorisyen ve activist David Graeber”
(http://www.glovesoff.org/features/gjamerica_4.html) Aslında Graeber’in New
Left Review’da çıkan yazısının ilk versiyonu "The Globalization Movement: Some Points of Clarification" adıyla
yayınlanmıştı. Items & Issues (vol. 2, no. 3, fall 2001), the Social
Science Research Council gazetesi.
http://publications.ssrc.org/items/ItemsWinerter20012.3-4.pdf. Bu makale bir
dizi anarşist örgütlenme ilkesine dayanan yeni hareketin (küreselleşme karşıtı
hareketin) ideolojisini kavramlaştırma yönünde erken ve güçlü bir girişimdi. Bu
yazıyla sırf dünyadan sol haberler umuduyla öteyi beriyi omuzlarken üye olduğum
Florida Left adlı bir email grubunda şans eseri karşılaşmıştım. Bu metindeki
kavramlar o kadar yeniydi ki metni hemen Türkçeye çevirmeye giriştiğimde bazı
terimleri hiç anlamlandıramadım ve Graeber’e bir emaille sordum. (ilk
yayınlandığı yer Varlık, Aralık 2001, Sayı 1131, s.45-49.
Daha sonraBaşka Bir Dünya Mümkün adlı derlememizin içinde de yer
aldı: “Küreselleşme Hareketi”, Başka Bir Dünya Mümkün içinde,
Stüdyo İmge Yayınları, derleyenler: Süreyyya Evren – Rahmi G. Öğdül, 2002,
s.106-116) Bu terimler şunlardı: break-outs (molalar), fishbowls
(akvaryumlar), blocking concerns (engelleyici kaygılar), vibes-watchers
(gözetmenler), faciliation tools (kolaylaştırıcı araçlar) and spokescouincils
(sözcü konseyleri). Doğrudan demokrasi için hareket içinde kullanılan bir dizi
teknik terimdi bu anılanlar. Zaten bu terimler Graeber tarafından farklı
birşeyler döndüğünü örneklemek için kullanılmıştı –herkes için yeniydiler.
Makalenin New Left Review versiyonu metnin gövdesinde bu açıklamaları
içermektedir.
viii Şebekelerin kendisi anarşist olan bu formunun Deleuzeyen, rizomatik
yönü de sıklıkla vurgulanmıştır. (Farrer 2006) Farrer ayrıca rizomatik
yapısının altını çizdiği küreselleşme karşıtı hareketin bir postyapısalcı
anarşizm formu olarak nitelenebileceğini ve toplumsal olarak deneysel bir
kültüre sahip olduğunu ifade etmişti.
ix Aslında bu tür bir tarih yazımını en az
Zapatistalara kadar esnetecek şekilde geriye çekmek gerekir. Zapatistalar
tümüyle postanarşist bir anarşizmin habercisi, yeni anarşist diyebileceğimiz
herşeyin başlatıcısı oldular denebilir. 1994’de başlayan ayaklanma (ki bu
başlangıç tarihi de Graeber’in çöktüğünü söylediği ulusötesi ticaret
bölgelerine karşı bir duruşun başlangıcıydı) daha başlar başlamaz kendini
öncekilerden ayırdı ve iktidarı ele geçirmeme söylemini örmeye başladı. Marcos
hareketi biricik tutmak ve kendilerinden başlatmak istiyordu ama çok açıktı
post teorilerin etkisi ve anarşizan yönelim. Ya da şöyle diyelim,
Zapatistaların başlattığı ‘bir hayır bir çok evet’, iktidarı almama,
temsiliyetsizlik, (olabildiğince) lidersizlik gibi anarşizan tınlayan ilkelerencuentrolar aracılığıyla
Batılı aktivistlerle birleştikten sonra dünyaya önemli ölçüde anarşist
aktivistler eliyle yayıldı ve anarşizan niteliği çoğaldı. Zapatistaların
anarşist eleştirisine ise başka bir vesileyle ilerde bakmak gerekebilir.
x Postyapısalcı Anarşizm Sahaya İniyor, Todd May ile söyleşi, Siyahi,
2004, sayı:1, s.12-15. Ayrıca Rebecca deWitt ile söyleşisinde de, May şöyle
diyor: “Bir aktivist olarak, DTÖ’yü elimine etmeyi hedefleyen yakın dönem
nümayişleriyle kendimi uyum içinde görüyorum…” (May 2000)
xi Postanarşizm grubunun Spoon Collective’deki tüm arşivine şurdan
ulaşılabilir: http://www.driftline.org/cgi-bin/archive/archive.cgi?list=spoon-archives/postanarchism.archive.
Fakat heyecan tonu Yahoo grubunun arşivlerinde esas izlenebiliyor, ancak
maalesef Yahoo grup arşivlerine bakabilmek için gruba üye olmak gerekmekte:
http://groups.yahoo.com/group/postanarchism.
xii Adams’ın bu çok anılan denemesi Postanarchism in a
Bombshell adıyla da Aporia dergisinde yayınlanmıştı. Bknz.
http://aporiajournal.tripod.com/postanarchism.htm. Türkçesi: Fındık
Kabuğunu Doldurmayan Postanarşizm, Jason Adams, Siyahi, sayı 2, Ocak-Şubat
2005, s.76-78.
xiii Öte Yandan, Greil Marcus’un anlattığı haliyle punk’ın tarihini
hatırlayacak olursak, (Marcus 1999) punk içindeki radikal yaklaşım kolayca
Lettrism ve Situasyonizm’e bağlanabiliyor. Marcus ayrıca hem Lettrizm hem de
Situasyonizm’deki bariz Dadaist geçmişin ve tabii sonuçta nasıl hepsinin sadece
punk’ı değil ama Mayıs 68 öğrenci isyanlarını da doğrudan etkilediklerinin
izini sürmüştü –ki Mayıs 68 de devamında postyapısalcı düşünceyi etkileyecekti.
Marcus temelde sanat tarihinde ‘modernist’ olarak bilinen avangard sanat
akımlarından yalnızca Dada’ya odaklanıyor, fakat biz diğer sanat
radikalizmlerine de bakacak olursak erken dönem siyasi radikalizmlerinin
avangard sanat radikalizmi üzerinde son derece doğrudan bir etki yaptığını
görürüz. Neo-empresyonizmden kübizme, fütürizmden dadaya uzanan bir etki. Ve bu
siyasi etki Malevich’ten Picasso’ya pek çok yenilikçi sanatçı üzerinde
marksizmden çok anarşizme yakın bir etkiydi. (Cooke 1999; Roslak 2007; Leighten
1989) Benedict Anderson da Birinci Enternasyonel’den ve Marx’ın ölümünden
sonra, uluslararası radikal Sol’da anarşizmin hakim öğe olduğunu ifade ediyor,
ve anarşizmin kurumsal marksizmin hiç olmadığı kadar yazarlara ve sanatçılara
yakın durduğunu söylüyordu. (Anderson 2005, 2). Radikal sanatçılar anarşist
dergilere yazılar, desenler veriyorlardı, Barselona’daki Els Quatre
Gats (Dört Kedi) gibi kafelerde anarşist dostlarıyla yiyip
içiyor, sohbet ediyor, ortak projeler geliştiriyorlardı. Kesişimler ve Els
Quatre Gats gibi düğümler hayatiydi. Aynı anarşizan sanat hareketleri
dünyanın farklı yerlerindeki radikalizmleri de etkiliyorlardı (bknz. Anderson
2005), Batı Avrupa ile ufuklarını sınırlamamışlardı. Daha sonra, avangardizmi
20. Yüzyıl için güncelleyen Lettrizm ve Situasyonizm özgürlükçü sol becerilerin
ruhunu Mayıs 68’e taşıdılar, böylece radikal sanat görüşleri/pratikleri radikal
siyasi görüşler/pratiklerle el ele gelişti. Dolayısıyla, Mayıs 68’ın
soykütüğünü 1900’lerin anarşist aktivizmine kadar izleyebiliyoruz –ve aradaki
bağlar sanatsal avangardın iplerinden oluşuyor. Mayıs 68’in de postyapısalcılık
üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olduğunu kabul edersek postyapısalcılığın da
günümüz aktivizmi üzerindeki ciddi ağırlığını hatırlamalıyız. Bu ağırlık
kendini illa ki postanarşizm üzerinden göstermez ama genel olarak yeni anarşist
politikalara giden yeni epistemolojilerin postyapısalcı doğası belirleyicidir.
xiv John Reed’in Türkiye solu tarafından da yıllarca okunmuş Dünyayı
Sarsan On Gün kitabına yapılan bu gönderme çekici bir başlık bulma
kaygısından fazlasını işaret ediyordu. Bir tür karşılaştırmayı imliyordu: eğer
Bolşevik devrimi geçen yüzyılın devrimi idiyse, marksist olan, geçmişte kalan
idiyse, Seattle Muharebesi de gelmekte olan yüzyılın devrimidir, anarşizmin,
geleceğin devrimidir, diyordu. Öte yandan, aynı gönderme yıllar önce bir başka
ayaklanma için de yapılmıştı: 1992 Los Angeles ayaklanmalarından sonra Three
Days That Shook the New World Order diye bir fanzin-kitapçık Chicago
Sürrealist grubu tarafından yayınlanmıştı. Şu adreste hala bulunabilmekte:
http://zinelibrary.info/files/320Days.pdf (Türkçesi Ergun Aydınoğlu’nun
çevirisiyle ilk olarak Mayıs 1995’te Sosyalizmin Sorunları sayı 2’de, daha
sonra da derlediğimiz Başka Bir Dünya Mümkün adlı kitap içinde
yayınlanmıştı. Chicago Sürrealist Grubu, isimlerinden de anlaşılacağı gibi
sürrealizm üzerine çalışan bir sanat teorisi grubu, anarşist geçmişlerden
geliyorlar ve grubun tarihi 60’lara kadar uzanıyor. 60’ların radikalizmi ile
doğrudan bir bağlantı görüyoruz burada. Bu son derece iyi yazılmış metnin aynı
zamanda postanarşizmin siyasi ve kültürel boyutlarına dair kimi şeyler
içerdiğini düşündüğümüzden web sitemizde doğrudan yer vermiştik Karaşın
Anarşist Kolektifi olarak, ve ayrıca Los Angeles 92 üzerine kendimiz de ayrı
bir derleme yapmıştık. Bu derlemeyi ABD’den yoldaşların posta ile gönderdikleri
fanzinler sayesinde yapabilmiştik. (1992 Los Angeles Ayaklanması, Karaşın,
1998). Elbette, Los Angeles 1992’yi Seattle ile kıyaslarsak, akla gelecek ilk
nokta ırk faktörüdür. Seattle’da ırk faktörünün erken bir tartışması için
bakınız “Where was the Color in Seattle?: Looking for reasons why the Great
Battle was so white”, Elizabeth Betita Martinez. (Martinez 2000) Ek olarak,
George Katsiaficas Seattle Muharebesi’nin sunuluşunun protestoların
Batılı-olmayan öncüllerini dışarda bıraktığını savunuyor.(Katsiaficas 2004) Bu
detayın ilginç bir yanı anarşizmin genel olarak tarih yazımı sürecinde Batılı-olmayan
öğelerin dışarıda bırakmasıyla birlikte okunduğunda ortaya çıkıyor –neredeyse
doğduğu anda olayın bilgisi siyasi kodlardan çok kültürel kodlara göre
şekillendiriliyor. Bknz "Seattle Was not the Beginning."
(Katsiaficas 2004) Anarşizm tarihinin çatılışı bu anlamda Bernalvari bir
çözümlemeye açıktır.
xv Birkaç yıl sonra, Saul Newman bu çağrıyı duyacaktı, Godwin’i bir
kenara bırakıp büyük ölçüde Stirner’e yer verecekti. Ama ironik biçimde, veya
ilginç biçimde diyelim, önde gelen klasik anarşistlerden biri olarak değil de
postyapısalcılığın öncüllerinden biri olarak. (Newman 2001) Her ne kadar From
Bakunin to Lacan 2001’de yayınlandıysa da, birkaç yıl diyorum çünkü
Newman’ın kitaba kaynaklık eden doktorasının tamamlanışı 1994-1998. Tabii
burada belki de şu var, Seattle ile tetiklenen Adams ve diğerleri bu
hareketlerin teorik karşılığının bir tür postyapısalcılıktan beslenen anarşizm
olacağını anladılar ve hemen bu konuda daha önce yapılmış ne var diye
kaynaklara bakmaya başladılar. Halbuki Todd May ve Saul Newman çalışmalarına bu
anlamda küresel eylemlerden yola çıkarak varmamışlardı dolayısıyla o ruhu
birebir yansıtmıyorlardı aslında –daha çok sonradan karşılaşmış ve yakınlık
hissetmişlerdi. Newman’ın gene de daha aktivist bir yerden geldiği de doğrudur.
xvi Türkiye ile ilgili bir not olarak Jean Grave’in ittihatçıları anarşizmle
tanıştıran temel adam görünümünde olduğu da söylenmeli. (Hanioğlu 1995)
İttihatçıların merkezden anarşizmi reddinin bir görmeme veya farketmemeden öte
öncelikle ihtiyaçlara cevap vermeyeceğine erkenden karar vermekten
kaynaklandığını düşündürten bir detay. Jean Grave’e yakınlaşan ittihatçıların
parti içinde susturulmaları, Türkiye’de özgürlükçü solun uzun süren dertlerinin
başlangıcı olmasın?
xvii Andrej Grubacic ise kuşaklara ayırır ve buna göre küreselleşme
karşıtı hareket içinde beşinci kuşağa kadar geliriz. (Grubacic 2004)
xviii Bu deyişi Agnes Heller & Ferenc Feher’den
alıyorum, şöyle demişlerdi “Avrupa her zaman diğer kültürel projelere göre daha
genişlemeci ve daha açıktan evrenselci olagelmiştir. Avrupalılar sadece kendi
kültürlerini diğerlerinden üstün görmekle kalmadılar bu yabancı ötekileri de
kendilerinden altta gördüler. Ve ayrıca Avrupa kültürünün hakikatinin diğer
kültürlerin henüz-gizli hakikati (ve telosu) olduğuna inandılar, ama
diğerlerinin bunu gerçekleştirecekleri zaman henüz gelmemiştir.” (Postmodern
Political Condition, Agnes Heller & Ferenc Feher, Polity Press,
Cambridge 1988, s.2. Türkçesi: Postmodern Politik Durum, Öteki Yayınevi, 1993)
Bu tutum anarşizmi tek başına temsil eden anarşizm olarak sadece Batı
anarşizminin alınmasında çok belirgindir, ve Batılı olmayan coğrafyalardaki
anarşizmi ya bu siyaset kültürlerine ait birşey olarak alır (dışlayıcı anlamda
biricikliklerini ifade eder, çekirdeğin, kanonun bir parçası olamayacaklarını
imler) ya da sadece taklit olan birşey olarak alır, böylece, Batı anarşizmleri
Batılı olmayan anarşizmlerin henüz-gizli hakikatleri ve telosu olurlar.
xix Ayrıca Adams’ın Batı Dışı Anarşizmler metninin ve
Sharif Gemie’nin Üçüncü Dünya Anarşizmi metninin Türkçeye
çevrilmiş olmaları (hata ikincisi sadece Türkçede basıldı) ve daha önemlisi
kritik anarşist metinler muamelesi görmeleri ve bu sırada Batıdaki anarşist
çevrelerde pek de üzerinde durulmayan metinler olmalarının kendisi de birşeyler
söylüyor. Farklı önceliklere dair bu durumun kendisi bir ipucu vermekte. Burada
kırılmayı anlamak için Adams’dan uzun bir alıntı yapmak gerekiyor:
“’Batılı’ yaftasını kullanarak anarşizmin fiili tarihine değil ama
anarşizmin marksizmin, kapitalizmin, Avrupamerkezciliğin ve sömürgeciliğin
ortak lenslerinden süzülmüş haliyle inşa edilmiş haline
gönderme yapıyorum. Bu bize tanıdık gelen bozulmuş, bağlamsızlaştırılmış, ve
tarihdışı anarşizm temelde çekirdek Batı ülkelerinin (İngiltere, Fransa,
Almanya, ABD, Avustralya) bağlamında yazan akademisyenlerce inşa edilmiştir.
Anarşizmin Avrupamerkezcil tarihyazımından ta 1990’lara kadar hiç sapma
görülmediğinden, anarşizme “genel bir bakış” sunma iddiasındaki literatürün
büyük bölümü anarşizmin temelde bu Batılı bağlam içinde varolduğunu, ender olarak
Batı dışında görüldüğünü düşündürtecek şekilde yazılmıştır. Bu nedenle, yaygın
olarak bilinegelen anarşizm Doğulu kökenlerine karşın Batı ile özdeşleştirilir.
Yani ilk dalgadan Kropotkin, Bakunin, Godwin, Stirner, ve Goldman ile; ikinci
ve üçüncü dalgadan Meltzer, Chomsky, Zerzan ve Bookchin ile anılır. İlk
dalgadan Shifu, Atabekian, Magon, Shuzo, veya Glasse gibi yeni ufuklar açan
figürler çok ender akla gelir; Narayan, Mbah ve Fernandez gibi ikinci ve üçüncü
dalga figürlerini de aynı kader beklemektedir. Anarşizmin bu şekilde Batılı bir
olgu olarak inşa edilmesi ikinci ve üçüncü dalgaya ait teorisyenlerin ve
yazarların yazılarına nüfuz eden kasıtsız bir Avrupamerkezciliğe yol açmıştır
maalesef.” Non-Western Anarchisms, Jason Adams. İlaveten, Aragorn,
“Toward a non European anarchism or Why a movement is the last thing that
people of color need” adlı yazısında ‘Avrupalı olmayan anarşizm’ ve ‘Avrupa
dışı anarşizm’ terimlerini önerir.
http://infoshop.org/library/Aragorn:_Toward_a_non_European_Anarchism.
xx “Sovyetler Birliği’nin çöküşü veya Komünist Çin’in bir Pazar
ekonomisi kurmak için son zamanlarda yaptığı hamleler Marksizmin devrimci
projesinin çöktüğü anlamında alınabilir ama anarşizm için benzeri birşey
söylenemez.” (Call 2002, 11)
xxi Özellikle bknz. Bölüm 4 (“öyleyse ütopyacı sosyalizm…) Richard J. F.
Day, Gramsci is Dead, Anarchist Currents in the Newest
Social Movementsiçinde, Pluto Press, London 2005. Gramsci is Dead’deki,
bir diğer problem de Day’in soykütüğü kavramını, ‘yakınlık mantığı’nda (logic
of affinity) olduğu gibi, basitçe birşeyin tarihinde geriye gitmek olarak
anlamasıdır. Bu açıkça Foucault/Nietzsche anlamında soykütüğü araştırması
değildir. Soykütüğü Nietzsche/Foucault anlamında doğuşa sorular sormayı
gerektirir, yakınlık soykütüğü şunları içermeliydi –kim, nasıl, nerede, ne
şekilde, nelerle ilk yazdı, yaşadı, katetti yakınlık kavramını? Bu nasıl ortaya
çıktı? Nereden geldi ve tekrarlayacak olursak, nasıl? Hangi güçlerle, hangi
mücadelelerle oluştu?
xxii Dünyadaki ‘postanarşist yazın’a değinmeyi güçleştiren bariz bir dil
uçurumu sorunu var. Anglofon dünyada, genelde bu konuda herhangi bir sıkıntı
hissedilmiyor, hiç kuşku duymadan, yazarlar ‘postanarşistler’ diyerek veya
‘postanarşist yazarlar’ diyerek İngilizce yazanları kastedebiliyorlar. Aynı
kanoninazyon süreci hala işliyor. Fransızca, Almanca, İspanyolca ve Türkçedeki
katkılar kenara bırakılıyor böylece –veya ‘başka dillerdeki’ çalışmalar diye
kanon dışını örnekliyorlar. Halbuki Jürgen Mümken ve arkadaşlarının Almanya’da
ciddi çalışmaları oldu. www.postanarchismus.net (postanarchismus postanarşizme
adanmış sitelerin sonuncusu; Jason Adams's Postanarchism Clearing
House bu amaçla kurulmuş ilk siteydi. Başlangıç tarihi Şubat 2002 olan
bu siteyi bizim hazırladığımız www.postanarki.net (Aralık 2003) izlemişti.
Sonra Siyahi Interlocal hazırlandı, son olarak da İspanyolca sayfalar eklendi
(es.wikipedia.org/wiki/Postanarquismo).
xxiii Bununla birlikte, Müller tüm anarşistlerin böylesi bir özcü insan
doğası versus iktidar anlayışına inandıklarını reddetse de günümüz anarşist
çevrelerinde gerçekten bu anlayışta anarşistler olduğuna da değinir. Müller
meseleyi anarşizmin içinde de süren iki kampın çatışması olarak koyar. (Müller
2003:31) Ama gene de anarşizmi temsil etmesi beklenenin mevcut durumun aksine
özcü insan doğası anlayışından uzak anarşist perspektifler olduğu Müller’de de
sabittir.
xxiv Proudhon, Oeuvres 12.64, 8.3.409, çeviren Jesse Cohn.
xxv Kropotkin, Kropotkin’s Revolutionary Pamphlets, s.
119-120.
xxvi Bakunin, Bakunin on Anarchy: Selected Works By the
Activist-Founder of World Anarchism, ed. and trans. by Sam Dolgoff (New
York: Alfred A. Knopf, 1972), 239. (Nietzsche’nin Anarşist Düşünce İçin
Kullanımları Üzerine, Jesse Cohn, Siyahi, sayı 7, Bahar 2006, s.14)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder