12 Ekim 2012 Cuma

Yeni Anarşizm


Seattle Sonrası Onyılın Ardından Bir Okuma
Hatırlayacak olursak, anarşizm, küreselleşme karşıtı hareketlerin belirleyiciliği altında geçen 2000’lerin radikal toplumsal hareketlerinin sahip olduğu ana örgütsel ilkelerin arkasındaki esas ideoloji olarak geniş bir kabul görmüştü. ‘Küreselleşme karşıtı’ hareketin yükselişi anarşizmin de genel olarak canlanmasına bağlandı. Bu yeni hareket renkliydi, enerjikti, etkiliydi ve ‘yeni’ydi. Hareketin arkasındaki yaratıcı enerjinin kaynağı olarak büyük ölçüde anarşizm gösterildi (Graeber 2002, 1). Anarşizm kaos ve şiddet metaforlarının vahşi çağrışımlarından adını geri alıp bir siyaset felsefesi ve hareket olarak kendisini yeniden yazdırıyor gibiydi. Her ne kadar anaakım medyanın kara blok üzerine odaklanma stratejisi sadece bu kör şiddet tutkusu imajını yeniden üretmeyi, sonuç olarak da hareketi zayıflatmayı amaçlıyorduysa da,i bu tutumları siyasi düşünürlerin ve aktivistlerin “bütün bu kargaşa neyden kopuyor” diye daha da fazla sorup ilgilenmelerine yol açtı. Bu da, ‘anarşizm’ ve yeni ‘hareket’ hakkında daha fazla akademik ve siyasi çalışmanın gerçekleştirilmesiyle sonuçlandı.
Küreselleşme karşıtı hareketler’ derken genelde tırnak işaretleri kullanırız çünkü kuşkusuz hareketin isim babalığını yapacak tek bir yazar yoktur ve dahası, harekete dahil olan aktivistler, gruplar ve inisiyatifler aynı terimi kullanmak konusunda bir konsensusa erişmiş değillerdir. Dolayısıyla hareket çok sayıda isimle anılmıştır. Küresel Adalet Hareketi, Hareketlerin Hareketi, Hareket, Alternatif Küreselleşme Hareketi, Radikal Toplumsal Değişim Hareketleri, Güncel Radikal Aktivizm, Anti-Kapitalist Hareket, Şirket Karşıtı Hareket, Küresel Anti-Kapitalist Protesto Hareketi, Şirket Karşıtı Küreselleşme Hareketi, Tabandan Küreselleşme Hareketi vb gibi. Aktivistlerin ‘küreselleşme karşıtı’ teriminden duydukları hoşnutsuzluk ilk olarak terimin ‘düşman’ tarafından dolaşıma sokulmuş (bir ‘Wall Street’ terimi’ veya şirket medyasının ortaya attığı bir terim) olmasından kaynaklanıyordu. Amacı da aktivistleri mülke zarar vermenin keyfi dışında hiç bir elle tutulur gerekçeleri olmadan rüzgara (yani aslında durdurulamaz olan küreselleşmeye) karşı tüküren modası geçmiş, kör, kendi kendine referanslı gençler olarak damgalamaktı. Aktivistler terimi ayrıca protesto ediyorlardı çünkü küreselleşmeye per se karşı değildilerii. (Conway 2003).
Yine de terim kullandığımızda, küreselleşme sözcüğünü, sadece küresel kapitalizm veya küresel neo-liberalizm anlamında, karşımıza alarak kullanıyoruz.

Anarşizm ile hareket arasında karşılıklı yardımlaşmaiii 
Anarşizm ile küreselleşme karşıtı hareket arasındaki ilişki en baştan beri karşılıklı olagelmiştir. Bir tarafta, anarşizm önde gelen aktivistiv şebekelerin yönsemesini tanımlar ve “radikal toplumsal değişim hareketlerinin ana referans noktası” olarak bulunur. (Gordon 2007: 29) Böylece anarşizm harekete örgütlenme ilkelerini, anarşizm tarihinde sınanmış kullanılacak aletleri (yani yordamları, formları) sağlar. Öte yandan, küreselleşme karşıtı hareketin ‘anarşizan’ yükselişi, kazandığı popülarite ve daha gerçekçi olarak da, anarşizan nosyonların ve hareket içindeki anarşist aktivistlerin çokluğu ile 21. Yüzyılın ilk yıllarında, radikal siyasette oynadığı majör rol “geniş bir biçimde anarşizmin canlanışının işareti” olarak yorumlanır. (Kinna 2007: 67) “Geçmiş on yılda, anarşizmin, küresel bir toplumsal hareket ve tutarlı bir siyasi söylemler takımı olarak, 1930lardan beri görülmemiş bir birlik ve çeşitlilik seviyesinde ve ölçeğinde tam bir canlanışını yaşadık” denmiştir. (Gordon 2007: 29). “Bugüne kadar büyük ölçüde yoksayılmış” bir gelenek saygılı bir angajmanı gerektirmeye başlamıştı. (Graeber 2002: 1). Basitçe söylenirse, küreselleşme karşıtı hareket anarşizmi yeniden masaya geri getirdi. Ana sol siyaset felsefesi ve hareketi olarak marksizmin dominant pozisyonu SSCB’nin çöküşünden çok, küreselleşme karşıtı hareket tarafından sallandıv. Her yerde anarşist direniş ve örgütlenme formlarına rastlanıyordu: “küreselleşme-karşıtı toplumsal merkezlerden ve eko-feminist cemaatlerden gürültülü sokak partilerine ve uluslararası zirvelerin engellenmesine, anarşist direniş ve örgütlenme formları ‘alternatif küreselleşme’ hareketinin kalbinde yer aldılar… (Gordon 2007: 29). Anarşizm hareketin “kalbiydi”; “onun ruhuydu; harekete dair yeni ve umut verici ne varsa hepsinin kaynağı idi.” (Graeber 2002: 1) “Anti-kapitalist hareketin arzuladığı siyasi ve toplumsal otonomi tipinin modeli, anarşist bir tipti. Anti-kapitalist hareketin ruhu anarşisttir; otoriter olmayan görünümü, solun geleneksel partilerini onaylamaması, ve doğrudan eyleme bağlılığı, açıkça liberter sosyalizmin ruhunu taşır.” (Sheehan 2003: 12).
Dolayısıyla, önce anarşistlerin kendileri ve daha önemlisi anarşist ilkeler yeni ortaya çıkan küreselleşme karşıtı hareketin örgütlenme ilkesi olarak hizmet ettiler. Ve sonra peşi sıra da yeni ortaya çıkan hareket hem dünya siyasetinin yeni koşullarında anarşist ilkelerin test edildiği küresel bir platform hizmeti gördü hem de marksizmi yerinden eden Arşimed kaldıraçı oldu ve tüm dünyada anarşizmi, aktivistlerin ve anarşistlerin gündemine taşıdı ve sonuçta da anarşizmin tanınırlığını çok daha fazla arttırdı.vi Bu süreç, “Anarşistlerin fikirlerinin etkisini arttımak için eşi benzeri olmayan bir fırsat yakalamalarıyla” sonuçlandı. (Kinna 2005, 155) Ve teorik zeminde de, sadece anarşist esinli aktivist araştırmalara hız vermekle kalmadı ayrıca günümüz anarşist teorisini de canlandırdı, güçlendirdi. Hatta anarşizan sosyal teori için yeni bir temel oluşturmada kullanılabilecek yeni bir fırsat yarattı. Anarşizm çerçevesinde artan sayıda akademik yayın ve etkinliğe tanıklık ettik, ama daha da önemlisi anarşizm bir radikal düşünce kaynağı olarak giderek daha sık ve yoğun kullanılır oldu. (Bowen & Purkis 2004; Cohn 2006; Moore 2004; Day 2005; Kissack 2008; Anderson 2005; Antliff 2007; Amster 2009; Jun 2009).
Ama bu özerklenmiş, güncellenmiş çağdaş anarşizm, 19. Yüzyıl anarşizminin Birinci Entarnasyonal günlerinden gelen bir reenkarnasyonu veya 1934 İspanyol anarşist devriminin bir yeniden doğuşu değildi. Bu, daha çok, ‘yeni’ birşeydi. Ortaya çıkmakta olanın bir anarşizm olduğu konusunda fikir birliği mevcuttu. Bu gördüğümüz, en azından, ‘bir tür’ anarşizmdi. Ama hangi tür?
“Yeni Anarşizm” terimi, David Graeber’in “Yeni Anarşistler” adlı makalesi, önde gelen marksist dergilerden New Left Review’da yayınlandıktan kısa bir sure sonra bile geniş biçimde kabul edilir olmuştu.vii Örneğin, Sean Sheegan, anarşizme giriş niteliğindeki kitabı Anarchism’i (Sheehan 2003) “Küresel Anarşizm/Yeni Anarşizm” başlıklı bir bölümle açmıştı. Siyasi bir felsefe ve hareket olarak anarşizmi tanıtması amaçlanan bir kitap, ‘Seattle Muharebe’sinin, Kasım 1999’da Dünya Ticaret Örgütü’ne karşı gerçekleştirilen efsanevi protestoların detaylı tasvirleriyle başlıyordu. (Sheehan 2003:7-23). Elbette ki terim aktivist çevreler tarafından kullanıldığında, illa ki David Graeber’in New Left Review makalesindeki kullanışına referans veriliyor demek değildi. ‘Yeni anarşistler’ ifadesi “günümüz anarşist çevrelerinde daha geniş bir kullanıma” sahiptir. (Gee 2003:3)
Yeni anarşizmin ‘yeni’liği temelde referanslarının aşırı geniş yelpazesindeydi. Uygulanan bütün anarşizan ilkeler, fiili deneyimlerle tanımlanıyordu. Açıkçası, hareketi belirli bir anarşist teorinin uygulanması olarak resmetme yönünde hiçbir eğilim yoktu (ki bu aslında temel bir anarşist tutumdur). Graeber’e göre, küreselleşme karşıtı hareket “yeni örgütlenme formları yaratmak hakkındaydı. İdeoloji eksikliği çekmiyordu. Bu yeni örgütlenme formlarının kendileri hareketin ideolojisiydi. Devletler, partiler veya şirketler gibi yukarıdan aşağı örgütlenmiş yapılar yerine yatay şebekeleri yaratmaya ve bu yatay şebekeleri harekete geçirmeye dayanıyordu. Bunlar merkezsizleşmiş, hiyerarşik olmayan konsensus demokrasisine dayanan şebekelerdiviii.” (Graeber 2002:70) Bununla birlikte, Uri Gordon bize, “hareket odaklı bir yaklaşımla, günümüz anarşist ideolojisi”nin bir analizini sunar (Gordon 2007: 29). Fakat onun tespit ettiği anarşizmin ideolojik çekirdeğinin “devrimci vizyonlara ve stratejilere açık-uçlu, deneysel bir yaklaşım” olması sürpriz değildirix. (Gordon 2007: 29)
Protesto yöntemleri ve anti-kapitalist hareketin sembolik jestleri, zaman zaman pragmatizm ile de birleşen “neo-liberalizme karşı anarşist esinli muhalefet” olarak adlandırılır. (Sheehan 2003: 16). 
Bu açık-uçluluk ‘yeni anarşizm’e ilave bir ele avuca sığmazlık katmış, bu da sonradan, ‘klasik anarşizm’den bir kopuş olarak konumlandırılmasını mümkün kılmıştır. Aslında ‘Klasik anarşizm’ bir başka tartışmalı kavramdır. Daha sonra göstermeye çalışacağım gibi, bir grup 19. yüzyıl anarşist yazarının çalışmalarıyla temsil edilen, sabit bir ideoloji olarak konumlandırılır. Hatta bu yazarların düşünceleri de sadece ‘klasik anarşistler’le ilgili önyargıları onaylamaya yarayan belirli fikir kümelerine indirgenmiştir. ‘Yeni’ anarşizmi ‘klasik’ anarşizme karşı konumlandıran fikirler etrafında dönen tartışmalar “anarşizm içinde bir paradigma değişimi”nin “kavramsal ve maddi kanıtı” olarak anlaşılmışlardır. (Bowen and Purkis 2004: 5)
Pek çok durumda, bu tartışma kolaylıkla ‘post-anarşizm klasik anarşizme karşı’ formülüyle anlaşılan bir tartışmaya dönüştürülmüştür. Postanarşizm hakkındaki çalışmalar ve tartışmalar büyük ölçüde anarşizmi yeniden konumlandırmaya yönelik ihtiyacın, günün politik koşullarında ciddi artış göstermesine sebep olmuştur. Postanarşizm büyük ölçüde ‘yeni/post -anarşizm klasik anarşizme karşı’ çerçevesinde anlaşılmıştır.
‘Yeni anarşizm’in “koordinasyon sistemiyle” postanarşizmin postyapısalcılığa referansları arasında özellikle “kendi değerlerini cisimleştiren bir solu nasıl inşa edeceğimiz konusunda, “büyük yakınlık” vardır. Değerleri kendine içkin olan bir sol, otorite ve baskı kullanmadan serpilen soldur, ve kendini hem içe dönük hem de dışa dönük hınçtan (ressentiment) kurtarmış soldur.” (Kang 2005: 90)
Postanarşizm, klasik anarşizm ile yeni anarşizmi karşı karşıya getiren tartışmalara, 60’lardan bugüne çoğalan güncel postyapısalcı felsefenin etkisini doğrudan taşımıştır. Postanarşizmin küreselleşme karşıtı hareketlerle bağıntısı Anglofon dünyada postanarşizm ile anılan en önemli iki yazar tarafından da hissedilmiştir. Hem Saul Newman hem de Todd May bu bağlantının altını tutarlı ifadelerle çizdiler. Siyahi için gerçekleştirdiğimiz söyleşilerde her ikisi de ‘Seattle sonrası küreselleşme karşıtı hareketin’ ‘kesinlikle’ ve kuşkusuz’ postyapısalcı anarşizm (postanarşizm) ile parallel motiflere sahip olduğunu belirttiler. May “her iki hareketi de belirleyen benzer fikirleri” şöyle sıralar: “indirgenemez mücadeleler, yerel politikalar ve ittifaklar, etik bir yönseme, özcü düşünüşe karşı bir direniş”x. Newman daha da ileri gidiyor ve küreselleşme karşıtı hareketle postanarşizm arasındaki parallel motifleri vurgularken, bir postanarşizm tanımı da yapıyor: “Postanarşizm, klasik anarşizmin eşitlikçi ve özgürleşmeci yönlerini günümüzde radikal siyasi mücadelelerin olumsal, çoğulcu, farklı kimliklere ve perspektiflere açık olduğunun ve farklı konulara odaklandığının –yani sadece ekonomik konulara odaklanmadığının– farkında oluşun kombine edilmesini hedefleyen bir siyasi mantıktır.” (Newman 2005)
Burada Newman postanarşizmi klasik anarşizmden içgörülerle yeni anarşist epistemolojileri kombine etme girişimi olarak tanımlıyor. Fakat öte yandan postanarşizmin küreselleşme karşıtı hareketlerin teorik karşılığını yaratma girişimi olduğu da savunulabilir. Postanarşizm üzerine tartışmaların yükselişe geçmesi doğrudan küreselleşme karşıtı hareketlerin Seattle sonrası ruhuna bağlıdır. Postyapısalcılıkla/postmodernizmle anarşizmi çeşitli şekillerde birleştirmeye yönelik teorik girişimler birden dünya çapında aktivistlerin ve aktivizme dikkat kesilmiş araştırmacıların dikkatini çekti, onlar tarafından kucaklandı. Postanarşizmin bir “izm”e dönüşmesi, çeşitli anarşizmler ailesi içinde bir akım olarak algılanması büyük ölçüde Jason Adams’ın açtığı web sitesi ve email listine borçludur. Adams email grubunu bir Yahoo grubu olarak 9 Ekim 2002’de başlattı, Şubat 2003’de bir web sayfası yaptı ve sonra grubun mail list sağlayıcısı spoon collective oldu ve böylece Yahoo’dan ayrılındı politik bir server’a geçildi. O günlerdeki emaillerin tonu belirli bir heyecanı yansıtıyor.xi
Adams’ın kendisi, Seattle nümayişlerinden önce o sıralar yaşamakta olduğu Seattle’da bir yıl kadar gösterilere hazırlık yapmış bir aktivist ve aynı zamanda genç bir akademisyen adayıydı. Ayrıca N30 Uluslararası Eylem Günü Komitesi’nin örgütlenmesinde önemli bir rol oynadı ve tüm dünyada DTÖ’ye karşı eylemlerin koordine edilmesinde email grubu ve web sitesiyle ciddi bir etkisi oldu bu oluşumun. (Dolayısıyla email grubu ve web sitesi denilen aletlerin doğrudan siyasi etki uyandırma gücünün çok taze olduğu günlerdi.) DTÖ gösterileri Adams’ın da ‘postanarşizm’e doğru teorik direksiyonu kırmaya başladığı ana viraj oldu. Postanarchism in a Nutshellxii adlı denemesinde, postanarşizmin kısa bir tanımını verir ve içeriğinin hatlarını çizer. (Adams 2003) Adams postyapısalcılığı 1968 Mayısı’nın anarşizan hareketlerinden doğmuş ve sonraki otuz yılda da epey gelişmiş ve nihayetinde de ‘postanarşizm’ formunda ana köklerinden birinin (anarşizmin) teorisini ve pratiğini güçlendirmek ve genişletmek üzere geri gelmiş radikal biçimde anti-otoriter bir teori olarak alır. Postyapısalcılığın bu şekilde konumlandırılması ilk bakışta kulağa geleceği kadar marjinal ve periferik değildir.
Julian Bourg örneğin, Mayıs 1968’in mirası olarak etik bir dönüşümü alır. Mayıs 68’i “kurtuluşun içkin etiği” olarak çizer. Mayıs 68’de başlayan tartışmalarla 70’lerde Fransız teorisinde süren tartışmalar arasında etik konusunda bir süreklilik görür. (Bourg 2007: 7)
"Buna göre kurtuluş etiği sınıf-tabanlı devrimci –ve hatta reformist– siyasetin yargılarının yetersiz bulunduğu toplumsal mekanlarda doğdu. Örneğin, popüler “kişisel olan politiktir” düsturu özünde fazlasıyla etikti; 1968’in kendisi etiği imliyordu, hem eleştirel hem de olumlayıcı yanlarıyla kurtuluş etiğini.” (Bourg 2007:6)
Kurtuluş etiğine vurgu her zaman anarşistlerin devrimci/siyasi eylem ve teori sırasındaki öncelikli kaygısı olarak zaten bilinir. Bu yüzden prefigüratif politikalar anarşizmin mihenk taşlarından biri olagelmiştir. Bourg’a göre, Mayıs 1968 eylemcileri basitçe şunları ilan ediyorlardı: özgürlük yeterince özgür değil, eşitlik yeterince eşitlenebilir değil ve hayal gücü yeterince hayal edilmiş değil.” (Bourg 2007:7)
Bourg’un önerdiği bağlantı “Fransız düşüncesi” içindeki etik kaygıların tarihsel kökleriyle ilgilidir bu da Mayıs 68’in toplumsal hareketlerine ve aktivizmine kadar uzanır. Bourg Deleuze-Guattari’nin Anti-Ödip’inin 1968’in antinomian ruhunun etik yönünü önplana çıkaran bir çalışma olduğunu ve 1968 sonrası görülen antinomianizmin daha geniş kültürel ambiansını somutlaştırdığını” söyler. (Bourg 2007: 106-107)
Bourg, Mayıs 68 hareketinin değerlerini listelediğinde ortaya çıkan listeye bakınca küreselleşme karşıtı hareketlere, anarşizme ve Fransız teorisine yakın olan herkes benzerlikleri görebilir: "imgelem, insan faydası, iletişim, neşelilik, ifade, eğlence, özgürlük, kendiliğindenlik, dayanışma, yabancılaşma olmaması, yüksek sesle konuşmak, diyalog, yararcı olmama, ütopya, hayaller, fantaziler, topluluk, birlik, antiotoriteryenlik, öz-yönetim, doğrudan demokrasi, eşitlik, kendi kendini temsil, kardeşlik ve nefsi müdafa.” (Bourg 2007:7)
Douglas Kellner de bağlantıyı son derece bariz görür:
"Böylece, 1968’in üretmeye çalıştığı tarihsel süreklilikteki devrimci kırılmanın yerine, henüz olgunlaşmaya başlayan postmodern teori Fransa’da çığır açıcı bir geçit açtı, kuşatmayı yararak, modern siyasetten ve moderniteden bir kopuş yakaladı, yeni postmodern teori ve siyaset eşliğinde hareket etti. Bu nedenle, Fransa’da 1970’lerde görülen postmodern dönüşüm Mayıs 1968’in deneyimleriyle çok yakından bağlantılıydı. Fransız postmodern teorisinin pek çok versiyonundaki eleştiri ruhu ve tutkulu yoğunluk 1968 ruhunun bir sürekliliğidir… Gerçekten de, Baudrillard, Lyotard, Virilio, Derrida, Castoriadis, Foucault, Deleuze, Guattari ve postmodern teori ile ilişkilendirilen diğer Fransız teorisyenlerin hepsi Mayıs 1968 katılımcılarıydı. Mayıs 68’in devrimci arzusunu ve radikal heveslerini paylaşıyorlardı, ve 1960’ların radikalizmini başka bir tarihsel konjonktürde devam ettirecek yeni radikal düşünce kipleri geliştirme girişiminde bulundular.” (Kellner 2001: xviii)
Kellner’in Mayıs 68’den ‘postmodern teori’ye doğru çizdiği genel akış yorumu, Bourg’un postyapısalcı çalışmaları 1968 ruhunun somutlaşmış halleri olarak vurgulaması ve Adams’ın postanarşizmi sonunda köklerine dönen postyapısalcılık olarak konumlandırması (yani günümüz anti-kapitalist hareketlerinde bulunan aynı derecede anti-otoriter Mayıs 1968 ruhu) postanarşizm için, örneğin Todd May’in önerdiğinden farklı bir ‘aile ağacı’ öneriyor. Postyapısalcılığı genel olarak aktivizmden ve özellikle anarşizmden kopuk ayrı bir düşünceler bünyesi olarak almak yerine, aktivizm/anarşizm ile birlikte tekrar düşünülebilecek, düşünülmesi gereken ayrı birşey olarak postyapısalcılığı koymak yerine, burada Adams’ın yaklaşımında postyapısalcılığın tarihsel bir iz sürmesini görüyoruz, içinde yaratıldığı bağlamları izleyerek, siyasi arkaplanların yanı sıra kişisel arkaplanları da ele alarak gidiyor, ve postyapısalcılığı 60’lardan günümüze anarşistik aktivizmin teorik karşılığı ve sürekliliği olarak çiziyorxiii.
Todd May, Postyapısalcı Anarşizmin Siyaset Felsefesi’ni 1994’de, (Zapatist hareket daha yeni başlarken) Seattle Muharebesi’nden, bir derleme kitabın başlığındaki ifadeyle ‘dünyayı sarsan beş gün’denxiv yıllar once yayınlamıştı. (Cockburn 2001) Andrew Koch’un erken tarihli makalesi Poststructuralism and the Epistemological Basis of Anarchism (Postyapısalcılık ve Anarşizmin Epistemolojik Temeli) de May’in kitabıyla birlikte postyapısalcılıkla anarşizmi birleştirmek için atılmış ilk adımlardan biriydi.
Koch ayrıca postanarşist bir çerçevede klasik anarşizmin basitleştirilmesini başlatmaktan ‘sorumlu’ da bulunabilir. Devlete karşı onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyılda gösterilen saldırıların insan doğasının ‘ussal’ temsiline dayandığını savunmuştu. (Koch 1993:328)
Göreceğimiz gibi, insan doğasına dair böyle bir algılayışın varlığı iddiası klasik anarşizmi özcü olarak kategorize etme çabalarında önemli bir rol oynamıştır. Ve Anglofon dünyanın önde gelen postanarşistlerine verilen anarşist cepheden gelen cevaplar sıklıkla bu noktayı düzeltme ihtiyacı duymuşlar ve klasik anarşizmde görülen farklı insan doğası anlayışlarını örneklemişlerdir. Bununla birlikte, Koch, postyapısalcılığın yardımıyla, “anarşizmin epistemolojik olarak sağlam bir inşasına yardımcı olmayı” hedefliyordu (Koch 1993:328). Koch postyapısalcılığın siyasi baskının bilgi üretimi ve kültürel temsil süreçlerine dair daha geniş kültürel süreçlere bağlı olduğunu göstererek ve biricikliği ve çeşitliliği savunarak bir muhalefet mantığı taşıdığını savundu. “Postyapısalcılık varlığa dair her türlü totalize edici kavrayışa karşı çıkar. Dolayısıyla özgürleştirici potansiyeli baskının ussal gözükmesini sağlayan her tür kavramın dekonstrüksiyonundan doğar." (Koch 1993: 348) Koch postyapısalcılığı, anarşizmi insan doğasına dair ussal kavramlaştırmalarından kurtaracak bir biçimde anarşizmin taleplerini yeniden formüle etmeye yarayacak bir yeni fırsat, bir yeni alet çantası olarak öneriyordu. Bu fikir Saul Newman tarafından yeniden üretildiğinde, bu ‘iyi niyet’ bütün anarşistlerce memnuniyetle karşılanmadı elbette. Benjamin Franks, örneğin, Newman’ın anarşizmi ‘kurtarma’ projesinin (aslında aynı zamanda Koch’undu bu proje) sadece gereksiz olmakla kalmadığını ve aynı zamanda potansiyel olarak da yanıltıcı olduğunu” çünkü anarşizmin yanlı bir temsiline dayandığını işaret ediyordu. (Franks 2007:135) Geleneksel teorinin sorunlu epistemolojik ve teleolojik önyargılarını düzeltme arayışına giren postanarşistlerin bizzat kendilerinin sorunlu bir anarşist geçmiş kavrayışına bağlı kaldıkları yaygın olarak söylendi. (Antliff 2007; Kinna 2007; Cohn-Wilbur 2003).
Anarşizm dört kafalı bir Marx (Godwin-Proudhon-Bakunin-Kropotkin kafalı bir ejderha) değildir
2000lerde yeni anarşizm/postanarşizm ile klasik anarşizm arasında bir kopuş yaşandığı fikri anarşist tartışmaların merkezi meselelerinden biri haline gelince, George Crowder’ın kitabı Klasik Anarşizm yaklaşık onyıl sonra tekrar gündeme geldi. (Crowder 1992)
Crowder anarşizmi liberal bir perspektiften ele alıyordu ve klasik anarşizm terimini anarşist düşüncenin dört ana figürünü tanımlamak için kullanıyordu: Godwin, Proudhon, Bakunin and Kropotkin. Anarşizmi az sayıda düşünür tarafından temsil edilen siyasi bir felsefe olarak konumlandırmak 1900’lerin ilk yıllarında Eltzbacher ile başlamış bir trenddir (Eltzbacher 1975; Kinna 2005) ve daha sonra postanarşizme kadar taşınan bir dizi soruna yol açmıştır. (Bu sorunları kabaca şu başlıklar altında toplayabiliriz: teorinin pratiği öncelediği varsayımı, ana teorisyen seçimlerinin Batıcıl ve erkekçil doğası.)
Crowder’ın Klasik Anarşizm’ini değerlendirdiği bir yazısında, Sharif Gemie de Crowder’ın anarşist teoriyi indirgeyişini eleştirmişti. (Gemie 1993) Gemie, Crowder’ın anarşist düşünürlerden yaptığı seçmenin kuşkulu olduğunu ve neden mesela Max Sitrner’in dahil edilmediğini soruyordu, madem Godwin dahil edildi diyerek.xv Ve daha da dikkate değer biçimde, Sharif Gemie, neden Jean Grave gibi daha önemli propagandacıların veya hatta Octave Mirbeau’nun dahil edilmediğini soruyorduxvi. (Gemie 1993:90)
Peki bu durumda kim (veya ‘ne’) anarşizmi temsil eder? Anarşizme dair tarih yazımı süreçlerinin arkasında yatan siyasetler neler olagelmiştir? Neden Mirbeau’yu ana anarşist figürlerden biri olarak düşünmek bugün bile böylesine marjinalleştirilmiş bir pozisyondur ve nasıl marjinalleştirilmiştir?
Yukarıda da değindiğimiz gibi, postanarşizm 2000’lerde dünya çapında bir fenomene dönüştü. Saul Newman’ın çalışmaları Türkçe, İspanyolca, İtalyanca, Almanca, Portekizce ve Sırpça-Hırvatça gibi çeşitli dillere çevrildi. Daha da önemlisi, çeşitli dillerde yeni metinler yayınlanıyordu. Anarşizmi postmodern/postyapısalcı teoriler ışığında okumaya yönelik artan bir ilgiye tanık olduk, özellikle Foucault, Deleuze, Lyotard, Derrida, Lacan, Nietzsche, Baudrillard ve benzerlerinin düşünceleri üzerinden gidildi. Bir kez daha bu akımı adlandırma sorunu karşımıza çıktı. Todd May’in ifadesi ‘postyapısalcı anarşizm’ pakettekilerin açık bir tasviriydi: postyapısalcılıkla anarşizmin bir evliliği (May 1994).
Postyapısalcı anarşizm’ terimindeki problem anarşizmin genelde postyapısalcı olarak anılan sınırlı sayıda düşünürle kesişimini temsil ediyor olmasıydı sadece. May bunda hiç bir sorun bulmuyordu, hatta daha da sınırlayarak kimi postyapısalcı düşünürleri dışarda bırakıyordu (Derrida ve Baudrillard gibi) çünkü onların düşüncelerinin hiçbir siyasi projede kullanılamayacağını öne sürüyordu. May’e göre Derrida “açıkça dillendirilmiş bir felsefeden yoksundur’ ve Baudrillard’ın düşüncesi “çoklu ve yerel olmaktan çok indirgemeci ve kapsamlıdır”, dolayısıyla postyapısalcı terimi sadece Foucault, Deleuze ve Lyotard’ın çalışmalarını kapsayacak şekilde kullanılmıştır. (May 1994: 12)
Bu anlayış farklı anarşizmlerle ve doğrudan postyapısalcı olmayan Bahtin gibi kimi düşünürlerle farklı kesişimlere dair olası araştırma sahalarını eliyor. ‘Postyapısalcı anarşizm’ terimi tercih edilince, anarşizmi hipermetin ile, Cixous ile veya Irigaray ile veya sanat eserleriyle ya da gündelik hayattan veya siyasi hayattan olgularla düşünmenin yolu kalmıyor. Ufku salt felsefi çalışmalarla sınırlıyor. Dolayısıyla, “postmodern anarşizm” bu anlamda kulağa daha açık ve etkili gelebilir. ‘Postmodern’ terimi çok daha esnektir. Bu şekilde Call’un postmodern matrisi, bir hattan Marcel Mauss, Saussure, Durkheim veya Freud’a erişebilir ve onları siberpunk ile, Chomsky ve Butler ile birleştirebilir. ‘Postmodern anarşizm’ terimini kullanmak ayrıca Call’un çalışmasını kültürel çalışmalara doğru genişletmesine izin vermiş ve kitabında bir bölümü siberpunk ve postmodern anarşizme adayabilmiştir. (Call 2002) Call, postmodern anarşizmi kapitalist ekonomik düzenin esas teorik temellerinin altını oymak isteyen bir anarşizm olarak çizer ve tüm ilgili siyasetlerle birlikte anar; Nietzsche’nin oluşun anarşisi, Foucault’nun anti-hümanist mikropolitikası, Debord’un gösteri eleştirileri, Baudrillard’ın simülasyon teorisi, Lyotard’s ‘metaanlatılara karşı güvenilmezliği’ ve Deleuze’ün rizomatik göçebe düşüncesi içiçedirler. Ve günümüz popüler kültürünün derinden yeni radikal siyaset formlarına çok ciddi bir ilgi duyduğunu göstermek için William Gibson ve Bruce Sterling’in siberpunk kurmacaları üzerinde çalışır. (Call 2002: 118-119) 
Saul Newman ise, özellikle Bakunin’den Lacan’a’nın önsözünün Ernesto Laclau tarafından yazıldığı düşünülürse, doğrudan akla ‘postmarksizm’ terimini getirecek şekilde ‘postanarşizm’ terimini kullanmıştı. Benjamin Franks, Newman ile postmarksizm arasındaki bu yakınlık üzerinde başka hiçbir eleştirmeninin durmadığı kadar durmuştur. (Benjamin 2007:131-134)
Bu üç ifadeyi karşılaştırınca, görülebilir ki Call’un postmodern anarşizm önerisi en fazla reddedilendi çünkü günümüzde postmodern sözcüğüyle gelen olumsuz çağrışımlar ağırdı. ‘Postmodern’ saygı duyulan bir terim değil veya bir akademik çalışma alanı değil günümüzde, tüketilmiş görünüyor ve ayrıca pek çok aktivist için SSCB sonrası dünya kapitalist sisteminde neo-liberal siyasete düşürmek için kurulmuş fantazmatik bir tuzak olarak algılanıyor. Dahası, 20. Yüzyılın bazı iyi tanınan anarşist yazarları, Murray Bookchin, Noam Chomsky ve John Zerzan, hepsi ‘postmodern düşünürler’e karşı sert eleştiriler kaleme almışlardı ve anarşizm içinde bir anti-postmodern güdüyü diri tutmaya gayret etmişlerdi. (Bookchin 1996; Chomsky 2006; Zerzan 2002) Anarşist çevrelerde Foucault gibi düşünürleri de kapsayacak şekilde anti-postmodern duyarlılıklarla karşılaşmak çok sık olabilmektedir. Ve eğer Foucault postmodernistse o zaman bu Foucault’nun aslında bir küçük burjuva nihilisti olduğu anlamına gelir, böyle biri de herşeyi yapısökümüne uğratarak sonuçta tutunacak tek bir dalı olmadan kalakan bir nihilisttir, denebiliyor. (Müller 2003: 34) Ve Tadzio Müller’in hoşça koyduğu gibi, bu tür bir eleştiri anarşistleri hiçbir olumlu önerisi olmayan beyinsiz çeteler olarak damgalamaktan farksız bir eleştiri tipidir (Müller 2003: 34-35). Ama yine de, Call dışında postmodern anarşizm terimini kullanma arzusu pek gözlenmemiştir. 
Todd May’in postyapısalcı anarşizmi, Koch’un postyapısalcılığı anarşizmin kimi epistemolojik sorunlarını çözmek için araçsallaştırmasıyla birlikte, aslında Newman’ın bu iki gövdeyi birleştirme projesiyle uyumludur. Ancak küçük bir fark da mevcuttur; May ağırlıklı olarak postyapısalcılığın siyaseti üzerinde çalışmaktadır ve daha etkili bir postyapısalcı siyaset teorisi geliştirmek için anarşizmden bazı görüler devşirmeyi denemiştir. Öte yandan Newman,Bakunin’den Lacan’a adlı kitabında ve izleyen yazılarında ve söyleşilerinde görüldüğü gibi, anarşizmden gelir ve daha etkili anarşist siyaset için postyapısalcılıktan görüler devşirme niyetindedir. Postanarşizm diğer anarşizmler arasında bir yer talep eder görünür. Günün sonunda, o ‘bir anarşizm’ tipidir, yeni bir tür postyapısalcılık değildir. Yukarıda alıntılandığı gibi, Newman hatta postanarşizmi klasik anarşizm ile güncel anarşizmin bir kombinasyonu ve kompozisyonu olarak tanımlar. Bu da postyapısalcı niteliklerin güncel anarşizmin lenslerinden süzülüp okunduğunu gösterir. Bununla birlikte, post- öneki kimi anarşistleri huzursuz etmiştir ve post- önekinin, (klasik) anarşizmin bir düşünce ve hareket olarak eski moda kaldığını, geçmişte kaldığını imlediğinden kuşkulanılmıştır. (Cohn-Wilbur 2003)
Peki gerçekten ‘klasik’ anarşizmi aşmak sözkonusu mudur? Peki aşma denemelerine maruz kalan bu anarşizm tam olarak nedir? Ve eğer birisi anarşizmin modası geçmiş olduğunu iddia ederse bu aynı zamanda anarşizmin ne olduğuna dair de bir iddia değil midir? Anarşizm dediğimizde ne kastederiz? Bu bilgi nasıl şekillendirilmiştir?
Eğer anarşizmin ana periyodlarını ondokuzuncu yüzyıldan bugüne alarak kabaca tanımlayacak olursak şunu görürüz: ilk periyod İspanya 1939’daki yenilgiyle sona erer, ikinci periyod 60’larla damgalanır ve üçüncü periyod da küreselleşme karşıtı hareketlere ortaya çıkarxvii.
Postanarşizm çalışmaları temelde zaman zaman üçüncü dalga anarşizmi olarak da anılan (Adams 2003) bu üçüncü periyoda aittirler. Ancak bu üçüncü dalganın postanarşizm tartışmalarına ek olarak getirdiği bir diğer özellik anarşist tarihi yeni değerlendirmelere, yeniden okumalara ve yeniden kavramlaştırmalara açmış olmasıdır.
Verili anarşizm tarihlerini sorgulama ve onların zorunsuzluklarını gösterme ve onları ‘parçalayıp sökme’ için belirli bir ihtiyaç duyulmaktadır. Anarşizm tarihlerinin yazarları vardır. Anarşizm hakkında verili bir tek hakikat yoktur. Anarşizm tarihleri yazmış olan yazarların siyasi-kültürel pozisyonları ve söylemleri bugün bildiğimiz/temsil edilen anarşizmin ana öğelerini büyük ölçüde belirler. Anarşizmin tarih yazımı üzerinde çalışmak demek tarihin bir bilgi formu olarak doğasını gözönünde bulundurmak ve anarşizme dair bilginin nasıl yapıldığını sorgulamak demektir.
Daha postanarşistler ‘kurtarmaya’ çalışmadan önce zaten halihazırda bir ‘anarşist kanon’ vardı. Ve anarşizmin ne olduğuna, neyin anarşizmi temsil ettiğine ve anarşist kanonun nasıl belirlendiğine dair bilgiyi etkileyen önyargıların kodlarını çözmek önemli bir görev gibi görünüyor. Anarşizme dair bilgi üretme süreçlerinde dışarda bırakma mekanizmaları nasıl çalışıyor? Anarşizmin kanonlaştırılmasının arkasındaki yapısal varsayımlar nelerdir?
İngilizcedeki postanarşizm üzerine bilinen çalışmaların çoğu, ki bunlar anarşistler tarafından anarşizmi yanlış temsil ettikleri gerekçesiyle hoş karşılanmamışlardır, aslında verili anarşizm tarihlerini referans aldıkları için suçluydular. Klasik anarşizme dair klişe nosyonlar hedefteki postanarşistlerin icatları değildi. Dolayısıyla, kimi postanarşistleri anarşizme sorunlu kavrayışlarla yaklaşmakla suçlamak yerine, ben bu kavrayışların kendilerinin nereden geldiğini sormak istiyorum.
Todd May temelde Deleuze, Foucault ve Lyotard’ın düşüncelerini Kropotkin ve Bakunin’in düşünceleriyle karşılaştırıyor, çok az Emma Goldman’a, Colin Ward’a ve Bookchin’e referans veriyor. Saul Newman resme Lacan, Stirner ve Derrida’yı ekliyor ve özellikle Lacan ve Stirner’in altını çiziyor. Lewis Call biraz daha genişletiyor çerçeveyi bir matris tanımlıyor, Nietzsche’den Baudrillard’a uzanan bir postmodern matris. Ve hemen hemen aynı klasik anarşist düşüürlere referans veriyor ve kısmen Chomsky ile Bookchin’i de ekliyor.
Lewis Call, Saul Newman ve Todd May, üçü de anarşizme az sayıda Batılı aktivist düşünürün görüşlerini özetleyerek toparlanabilecek bir düşünce gözüyle bakıyorlar.
Bu form ile içerik arasında hiyerarşi gözetmeyen anarşist teori ve pratik anlayışıyla çelişki halinde bir tutumdur. Yakın dönemden bir örnek olarak, David Graeber’in “yeni anarşizm” hakkında ne yazdığını tekrar hatırlyabiliriz, Graeber yeni hareketin ideolojisinin örgütlenme formu ve örgütlenme ilkeleri olduğu konusunda ısrarcıydı. (Graeber 2002) Bu ise neredeyse tipik bir anarşist duruştur. Her ne kadar Call, May ve Newman, bu çalışmalarla, anarşizmi güçlü modernite eleştirileriyle bilinen teorilerle birleştirmeye çalışan bir projenin parçası oldularsa da, anarşist tarihe yaklaşımları pek de bu kaygılarla şekillenmiş sayılmazdı.
Öncelikle, Graeber’in (ve günümüz anarşizmlerinin) konumunu ama daha önemlisi Kropotkin’in ‘anarşist ilke’ nosyonunu yoksayarak, seçilmiş anarşist metinlere öncelik verdiler (ve de seçme kriterlerini açıklama ihtiyacı duymadan veya sorgulamadan) ve anarşist pratikleri/deneyimleri bu teorilerin basit uygulamaları olarak anladılar, halbuki anarşist tarih her zaman teorinin pratik üzerindeki bu tahakkümüne karşı durmuştur.
Ve sonra, bu mantığın bir devamı olarak, bu yazarlar Batılı modern anarşist yazarlara öncelik verdiler (Müller’in deyimiyle ‘ölü beyaz erkekler’) ve farklı coğrafyalarda üretilmiş metinleri (oralardaki deneyimlerle birlikte) gölgede bıraktılar. Batılı-olmayan dünyadaki bu olayların ve metinlerin modern Batı anarşizminin salt uygulamaları/uyarlamaları (eğer tabii taklitleri değilse) olduğunu ima ettiler. Ve bu da Batı anarşizminin hakikatinin Batı-olmayan anarşizmlerin henüz-gizli-hakikatixviii olduğu, ve yazılı anarşizmin hakikatinin anarşist pratiğin henüz-gizli-hakikati olduğu anlamına geliyordu.
Sonuç olarak, pek çok postanarşist çalışma klasik modern anarşizmin oluşumunda rol oynayan Avrupamerkezcil varsayımları göremediler. Jason Adams anarşizm tarihinin yazılışında Avrupamerkezcil öğeleri nasıl saptayabileceğimize dair bazı örnekler vermiştixix. (Adams 2003)
Eksik parçaları gözönünde bulundurarak, farklı dillerdeki postanarşist çalışmalar arasındaki iletişim eksikliğini de düşünerek, günümüz postanarşizmini tamamlanmış bir giriş bölümü olarak görme eğilimindeyim.
Örneğin, tüm bu giriş dönemi metinleri bir özürle başlıyorlar söze, sanki anarşizm ve postyapısalcılığı birlikte düşünmek için bir meşrulaştırma gerekliymiş gibi davranıyorlar. Motivasyonlarını açıklamaya çalışırken tuhaf bir işe giriştiklerinin düşünülebileceğine inanıyorlar. Ve hem anarşist çevrelerde hem de akademisyenler arasında tepki göreceklerini düşünüyorlar. (Bu noktayı vurgulamak gerçi bugüne bakarken çok anlamlı değil ama bu giriş döneminin temel metinlerini nitelerken akılda tutmak gereken bir tedirginlik.) Postyapısalcı/postmodern bir anarşizmin veya bir postanarşizmin meşrulaştırılması ihtiyacı hissediliyor. Bu özürcü tutum May, Call ve Newman’da görülüyor ama Jason Adams’ta görülmüyor.
Ve hepsi postanarşizmi meşrulaştırmak için Marksist tipte solun çöktüğünü veya başarısızlığa uğradığını ya da dayanmak için fazla sorunlu olduğunu söyleyerek lafa giriyorlar. Bu tutum Marksizmi norm olarak alma tavrının sürdüğünü gösteriyor, karşılaştırmaların yapıldığı hizanın alındığı sol teori burada hala Marksizm. Bir kez daha Jason Adams’da durum bu değil. Adams, bunun yerine, anarşizmle söze başlıyor (anarşizmle bitirmiyor), 68’e ilerliyor ve oradan günümüze geliyor.
Call, marksizmin çöküşüne gönderme yapıyor ve Marksizmin devrimci projesinin çöktüğüne dair kanıtlar buluyorxx. Eğer dünyevi bir yenilgi bir ideolojinin yanlış olduğunu kanıtlıyorsa öyleyse anarşizm nasıl savunulur ki? Tabii buradaki fark iktidara gelip de yenilmek ve böylece (devrimci marksist) fikrin işe yaramadığının ispatlanması. Anarşizm ise denenmemişliğe sığınabilir. Ancak anarşizme de, aslında marksistlerin zaten yaptığı gibi, ‘iktidara gelemiyor demek ki geçerli bir devrimci ideoloji değil’ itirazı getirmeye benziyor bu. Eğer anarşist devrimciler hiçbir yerde kazanamadılarsa bugün nasıl kazanacaklar peki diye sormak meşru olur. Tek bir ülkeyi veya bölgeyi dönüştürememişken anarşizm nasıl dünyayı dönüştürmeyi talep edebilecek? Eğer mantığı böyle kurarsak bu sorular takip edecektir. Call, May, Day ve Newman, hepsi bir şekilde Sovyetlerin çöküşüyle marksizmin sonunun gelmesine göndermede bulunuyorlar. Bu adil değil. Neden marksizm başarısız bir uygulama olarak tartışılırken anarşizm sadece potansiyelleri ve teorileriyle ele alınıyor. Aynı yargılama anarşizme de uygulanabilirdi, bu durumda anarşizmin İspanya devriminden sonra hemen hemen ölü sayılabileceği yorumu gelirdi. Başarılı olamayacağını kanıtladığı söylenirdi ve hadi başka arayışa girelim denirdi. (Ki marksistler, başarı odaklı oldukları ölçüde, demişlerdi.)
Postanarşizm üzerine de çalışan biri olarak, erken tarihli makalesi Batı-dışı Anarşizmlerde, Adams eleştirel sorgulamayı anarşizmin tarihine de döndürmek gerektiğini söylüyordu. Klasik anarşizmi postyapısalcı felsefeyle karşılaştırmadan önce, veya ‘klasik anarşizm’in aleminde bir yakınlık (affinity) soykütüğüne girişmeden önce (Richard Day buna girişiyordu Gramsci is Deadxxi ile) önce anarşist kanonun bir soykütüğünü göze almak gerekir diyordu.
Yukarıda değinilen bugüne kadarki postanarşist yazının temel problemixxii anarşist kanonu yeniden okumaya girişmemiş oluşuydu, klasik anarşizmi postyapısalcı perspektiflerinden araştırmadılar, bunun yerine postyapısalcı teoriyi modernist bir şekilde yazılmış olarak klasik anarşizm adıyla zaten dolaşımda olanla karşılaştırma yaptılar. Pek çok sorunun bu tercihten kaynaklandığını düşünüyorum.
Sorunların nereden çıktığını bulmaya çalışmak örneğin neden pek çokları için anarşizmin iyi insan özü fikrine dayandığına inanmanın bu denli kolay olduğunu sormayı da içeriyor.xxiii
Todd May örneğin, insan doğasıyla ilgili anarşist pozisyonu anarken alıntı yapmaya, referans göstermeye bile gerek duymuyor çünkü üzerinde uzlaşılmış bir nokta olduğunu düşünüyor “anarşistler iki kısımlı bir ayrıma sahiptirler: iktidar (kötü) insan doğasına karşı (iyi)”. (May 2000) Bu uzlaşma aslında anarşistlerin değil anarşizm tarihçilerinin vardığı bir uzlaşma olabilir en fazla.
Eğer geri dönüp David Morland’ın kitabına, insan doğasına dair anarşist anlayışı ele aldığı Demanding the Impossible, Human Nature and Politics in Nineteenth-century Social Anarchism’e bakacak olursak, ‘olağan şüphelilerin’ (Proudhon, Bakunin ve Kropotkin) dahi böyle bir anlayışa sahip olmadıklarını görürüz. (Morland 1997) Peki bu klişe nereden geliyor? İlginç bir nokta da Morland’ın bu klişelerin bir kısmının siyaset teorisi bölümlerinde okunan kimi ders kitaplarından kaynaklandığını göstermesi –anarşistlerin veya sol entelijensiyanın normalde hiç okumayacağı ama konuyla ilgili çalışan akademisyenlerin okuyacağı ve belki okutacağı kitaplar. Mesela Ian Adams’ınPolitical Ideology Today adlı çalışması, veya Andrew Heywood’un Political Ideologies: an Introduction adlı kitabı (Morland 1997: 5).
Siyaset ders kitaplarında anarşizmin nasıl sunulduğunu incelemek bu sebeple de gereklidir. Buralardaki tedrisattan geçen akademisyenlerin uzlaşmaları daha sonra yayılarak gerçek uzlaşmalara dönüşebiliyor olabilir.
Nietzsche ile anarşizm arasındaki ilişkiler üzerine yazarken, Jesse Cohn, özcülük konusunda benzer bir noktanın üstünde durmuştu:
Proudhon için, “yaşayan insan bir grup”tur “bir köken, bir kaynak değildir, ama bir sonuçtur”.xxiv Kropotkin de, özneden bir “sonuç” olarak bahseder, “ayrı beceriler, özerk eğilimler, kendi aralarında eşit, işlevlerini bağımsızca yerine getirirler… belirli bir merkezi organ tarafından, bir ‘ruh’ tarafından yönetilmezler”xxv. Bakunin’e göre, bu çokluk geniş toplumsal alanın bir mikrokozmosuydu, her zaman “kendine karşı bir tür komplo” halinde veya “kendine karşı bir isyan halinde”ydi.xxvi 
Ayrıca, anarşizmde insan doğası konusuna, 1989 tarihli “İnsan Doğası ve Anarşizm” başlıklı bir makalesinde, Peter Marshall da değinir: “William Godwin, Max Stirner ve Peter Kropotkin gibi klasik anarşist düşünürler özgür bir toplumun mümkün olduğu konusunda ortak varsayımları paylaşsalar da insan doğasına dair ortak bir görüşleri yoktur… ve de genelde sanıldığı gibi insan doğasına dair görüşleri öyle naif veya iyimser değildir.” (Marshall 1989: 128)
Marshall konuya ayrıca meşhur kitabı Demanding the Impossible, A History of Anarchism’de (Marshall 1993) de değinir. Orada bazı anarşistlerin “’insan doğası’nın sabit bir öz olarak mevcut olmadığı konusunda ısrarcı olduklarının” altını çizer: “ve dolayısıyla amaç hükümet ve Devlet yüklerini atıp ‘özsel bir benliği’ kurtarmak/özgürleştirmek değildir, ama başkalarıyla yaratıcı ve gönüllü ilişkiler aracılığıyla benliği geliştirmektir.” (Marshall 1993: 642-643).
Yukarıda da andığımız gibi, anarşizmde ve özellikle de klasik anarşizmde insan doğasının nasıl anlaşılacağı üzerine bir tartışma sürmektedir, ve bir de anarşizmi az sayıda kilit düşünüre indirgeme eğilimi gözlenmektedir. Bununla birlikte, kanonik ana anarşist düşünürler listeleri de farklı farklıdır. Sözgelimi Colin Ward anarşist geleneği dört majör düşünüre ve yazara bağlamanın bir gelenek olduğunu söyler: Godwin, Proudhon, Bakunin, Kropotkin. (Ward 2004: 3) Ayrıca daha önce, anarşizm üzerine kitabının girişinde, Alan Ritter şöyle yazmıştı: “bu kitapta anarşizmin ana fikrini temsil ettiği kabul edilen argümanlar dört yazardan alınmıştır –Godwin, Proudhon, Bakunin ve Kropotkin— ki bu dört yazarın anarşist teoriye katkıları evrensel olarak ufuk açıcı bulunmuştur.” (Ritter 1980: 5).
Öte yandan, Irving Horowitz için klasik anarşistler Bakunin, Malatesta, Sorel ve Kropotkin’di. (Horowitz 1964: 17) veya Henri Arvon’a göre, anarşizmin teorisyenleri şunlardı: William Godwin, Max Stirner, Proudhon, Bakunin ve Tolstoy. (Arvon 2007). Bunların hepsinin kaynağı gibi gözüken ilk liste ise malum Paul Eltzbacher’in ilk kez 1900’de Almanca yayınlanan kitabında yaptığı ‘yedi önde gelen anarşist’ listesiydi: Proudhon, Godwin, Stirner, Bakunin, Kropotkin, Tucker ve Tolstoy. (Eltzbacher 1975; Kinna 2005: 10) 
Daha sonra gelenler bu listeye büyük ölçüde sadık kalmış gibidirler, Tucker en kolay gemiden atılan isim olmuştur çünkü liberalizm üzerinden ayrı bir pakete konmuş toplumsal anarşizmin mirası sayılması tartışmalı bulunmuştur. Tolstoy ve Stirner de anlayış farklılıklarına göre listelerdeki yerleri daha güvensiz olan isimler olagelmişlerdir. Kalan dört isim görece daha tartışma çıkarmayan, garantili isimler sayılmışlardır.
Bununla beraber anarşizm ile postyapısalcı teorinin kesişimleri üzerinde çalışan günümüz düşünürlerinden Daniel Colson; Stirner, Proudhon ve Bakunin’i ana teorisyenler olarak alır, anarşizmin öncülleri ve kurucuları olarak bu üç ismi sayar. (Colson 2004: 14) Colson’a göre, Kropotkin bu kuruculardan biri değildir, ama Reclus ve Guillaume ile birlikte, daha sonraki “anarşist entelektüeller kuşağı”nın bir parçasıdır. (Colson 2004:14)
Ancak, Colson’un postanarşizm/klasik anarşizm tartışmalarına esas katkısı postyapısalcı teoriyi diğerleri gibi az sayıda kilit düşünürle değil liberter işçi hareketiyle karşılaştırmasıdır. Colson’un Nietzsche ve Liberter İşçi Hareketi makalesindeki argümanları gerçekten ayrıksıdır; günün anarşist düşünürlerini, zaten Nietzsche’yi anlayacak durumda değildiler diye eledikten sonra, Nietzsche’yi okumadan anlayan, yani aynı telden çalan bir varlık olarak, anarşist işçi hareketini gösteriyordu. Yani anarko-sendikalizmi... 
Colson bu arada farklı Nietzsche yorumlarını da kategorize eder, aşırı-sağ yorumdan Hıristiyan yoruma kadar listeler, ve ardından açıkça anarşist bir okuma kanalını anar. ‘Liberter’ olarak niteleyebileceğimiz, ve her ne kadar anarşizm hareketiyle birebir bağlantı içinde olmasa da son otuz yılda liberter fikirlerin yeniden doğuşuyla ilişkilendirebileceğimiz bir Nietzsche okuması. “Foucault ve Deleuze bu okumanın en bilinen Fransız temsilcileridir.” diye devam eder. Burada Colson, Foucualt ve Deleuze’ü son otuz yılda anarşizme harici olarak gelişen liberter fikirlerin canlanışı hareketinin önde gelen figürleri olarak anmaktadır. Dolayısıyla bu fikirler, ve aynı dönemde aktif olan anarşist hareket, birlikte belirli bir dönemin liberter geleneğini oluşturmaktadırlar. Bir kez daha, postyapısalcılıkla anarşizm arasındaki ilişki inşa edilmesi veya keşfedilmesi gereken bir ilişki olarak değil zaten orada varolan bir rabıta olarak değerlendirilmiştir.
Nietzsche’nin postyapısalcı teorideki önemini gözönünde bulundurursak (Schrift 1995:7), Colson’un, Nietzsche’yi anarşizmle, Nietzsche’nin liberter (genelde postyapısalcı diye bilinen) yorumu üzerinden ilişkilendirmesi özellikle önemlidir. Ve liberter Nietzsche yorumunu liberter işçi hareketiyle karşılaştırır. Geçmişin liberter işçi hareketiyle son otuz yılın liberter düşüncesi arasındaki doğrudan bağlantıları gösterir. (Colson 2004: 16-25) Colson’un anarko sendikalizmi ve doğrudan eylemi Nietzsche üzerinden kucaklaması küreselleşme karşıtı hareketlerin bugünkü kucaklanışıyla benzerdir.
Ve Colson, Adams ile birlikte postanarşizm içindeki bir başka ama belli ki daha az dominant bir akımı temsil eder, ve liberter işçi hareketi gibi siyasi mücadele formlarını ister klasik olsun ister çağdaş veya tarihsel, anarşizmi neyin temsil ettiği sorusuna cevap olarak alır.
Yeni anarşizm, yepyeni bir anarşizm tarihi okuması gerektirir. Temelde postyapısalcılıktan beslenir ama bu postanarşistler olarak bilinen düşünürleri doğrudan referans almayı şart koşmaz. Ayrıca yeni anarşizm marksizmin biraz daha radikal versiyonu değildir, birincisi çünkü siyaset alanına sıkışmamıştır. Hayatın tümü ve kültürü kapsar ve genel olarak moderniteden hoşnutsuzluğun siyasi yüzüdür, siyasi harekete dönüşmüş adıdır. ‘Devlet gibi görmenin’ (Scott 1999) her biçimiyle, her an mücadele halinde olan bir muhalif hareketler şebekesinin içinde yer alır. Bu yazıda konuyla ilgili kritik öneme sahip olmasına karşın tartışamadığım pek çok nokta kaldı. Yeni anarşizmin bundan sonraki macerasının içerimleri de dahil olmak üzere bu noktaları başka yazılara bırakıyoruz...
 Süreyyya Evren / Birikim Dergisi, sayı 264-265, 2011
 BİBLİOGRAFYA
Amster, R. (1998) 'Anarchism as Moral Theory: Praxis, Property, and the Postmodern', Anarchist Studies, 6, 97-112.
Amster, R., DeLeon, A., Fernandez, L., Nocella, A. J., and Shannon, D. (2009) Contemporary Anarchist Studies (London, Routledge).
Anderson, B. (2005) Under Three Flags: Anarchism and the Anti-Colonial Imagination (London and New York, Verso).
Ankersmit, F. and Kellner, H. (1995) A New Philosophy of History (London, Reaktion Books).
Antliff, A. (2001) Anarchist Modernism: Art, Politics, and the First American Avant-Garde (Chicago, University of Chicago Press).
Antliff, A. (2007) Anarchy and Art: From the Paris Commune to the Fall of the Berlin Wall (Vancouver, Arsenal Pulp Press).
Arvon, H. (2007) Anarşizm (İstanbul, İletişim).
Bourg, J. (2007) From Revolution to Ethics: May 1968 and Contemporary French Thought (McGill-Queen's University Press).
Bowen, J., Purkis, J. (1997) Twenty-First Century Anarchism: Unorthodox Ideas for a New Millenium (London, Cassell).
Bowen, J., Purkis, J. (2004) Changing Anarchism: Anarchist Theory and Practice in a Global Age (Manchester, Manchester University Press).
Cabuklu, Y. (2003) Özgürlükçü Düşüncenin Peşinde (Istanbul, Metis).
Call, L. (1999) 'Anarchy in the Matrix: Postmodern Anarchism in the Novels of William Gibson and Bruce Sterling', Anarchist Studies, 7, 99-117.
Call, L. (2002) Postmodern Anarchism (Lanham, Lexington).
Cohn, J. and Shawn, W. (2003) "What's Wrong With Postanarchism?", Institute for Anarchist Studies web site, Publishing date: 31.08.2003. Online. Available: <http://www.anarchist-studies.org/article/view/26/>.
Cohn, J. (2006) Anarchism and the Crisis of Representation: Hermeneutics, Aesthetics, Politics (Selingsgrove, Susquehanna University Press).
Cockburn, A., St. Clair, J. (2000) Five Days That Shook the World: The Battle for Seattle and Beyond (London, Verso).
Conway, J. (2003) 'Civil Resistance And The "Diversity Of Tactics" In The Anti-Globalization Movement: Problems Of Violence, Silence, And Solidarity In Activist Politics', Osgoode Hall Law Journal, 41: 2 & 3, 505-30.
Crowder, G. (1991) Classical Anarchism: The Political Thought of Godwin, Proudhon, Bakunin and Kropotkin (Oxford, Clarendon Press).
Day, R. (2005) Gramsci is Dead: Anarchist Currents in the Newest Social Movements (London and Ann Arbor, Pluto)
Dunleavy, P. (2003) Authoring a PhD, How to Plan, Draft, Write and Finish a Doctoral Thesis or Dissertation (Basingstoke, Palgrave).
Eatwell, R. and Wright, A. (1993) Contemporary Political Ideologies (London, Pinter).
Eltzbacher, P. (1975) Anarchism: Exponents of the Anarchist Philosophy (London, Freedom Press).
Farrer, L. (2006) ‘A Revolt to Live, Post-structuralist anarchist Resistance Against the G8’, Anarchist Studies, 14:2, 131-155.
Franks, B. (2007) 'Postanarchism: A Critical Assessment', Journal of Political Ideologies, 12:2, 127-145.
Gee, T. (2003) New Anarchism: Some Thoughts (Alpine Anarchist Productions).
Gemie, S. (1993) Classical Anarchism, European History Quarterly 1993 23: 90-91.
Glavin, M. (2004) 'Power, Subjectivity, Resistance: Three Works on Postmodern Anarchism', New Formulation, 2:2.
Goodin, R.E. and Pettit, P. (1993) A Companion to Contemporary Political Philosophy (Oxford, Blackwell).
Goodwin, B. (2006) Using Political Ideas (Chichester, John Wiley).
Gordon, U. (2007) 'Anarchism Reloaded', Journal of Political Ideologies, 12, 29 -48.
Graeber, D. (2002) 'The New Anarchists', New Left Review, 13, .
Graeber, D. (2001) "The Globalization Movement: Some Points of Clarification", Items & Issues, 2:3.
Grubacic, A. (2004) Towards Another Anarchism, internette erişim: http://www.zmag.org/znet/viewArticle/11028.
Heller, A., Feher, F. (1988) Postmodern Political Condition (Cambridge, Polity Press).
Horowitz, I. (1964) The Anarchists (New York, Dell).
Jeppesen, S. (2004) "Seeing Past the Outpost of Post-Anarchism. Anarchy: Axiomatic", Institute for Anarchist Studies web site, Publishing date: 26.02.2004. Online. Available: <http://www.anarchist-studies.org/article/articleview/55/1/1>. 2 March 2006.
Jenkins, K. and Munslow, A. (2004) The Nature of History Reader (London and New York, Routledge).
Jun, N. J. (2009) New Perspectives on Anarchism (Lanham, Lexington).
Kang, K. (2005) Agonistic Democracy, the Decentred ‘I’ of the 1990s, PhD, University of Sydney.
Kellner, D. (2001) foreword in When Poetry Ruled the Streets: The French May Events of 1968, ed. by. Feenberg, A. and Freedman, J. (New York, State University of New York Press).
Kissack, T. (2008) Free Comrades: Anarchism and Homosexuality in the United States 1895-1917, (Edinburgh, AK Press).
Kinna, R. (2005) Anarchism: A beginner's guide. (Oxford: Oneworld).
Kinna, R. (2007) 'Fields of Vision: Kropotkin and Revolutionary Change' SubStance, 36:2, 67-86.
Koch, A. M. (1993) 'Postructuralism and the Epistemological Basis of Anarchism', Philosophy of the Social Sciences, 23, 327-351.
Koch, A. M. (1997) 'Max Stirner: The Last Hegelian or the First Poststructuralist', Anarchist Studies, 5, 95-107.
Leighten, P. (1989) Re-ordering the Universe, Picasso and Anarchism, 1897-1914 (Princeton, New jersey, Princeton University Press).
Marcus, G. (1999) Ruj Lekesi, Yirminci Yüzyılın Gizli Tarihi (İstanbul, Ayrıntı).
Marsh B. and Furlong , P. (2002) Ontology and Epistemology in Political Science. In: Marsh, D & Stoker, G., Theory and Methods in Political Science (Basingstoke, Palgrave Macmillan).
Marshall, P. (1993) Demanding the Impossible, A History of Anarchism (London, Fontana).
Martinez, E. (2000), ‘Where was the Color in Seattle?: Looking for reasons why the Great Battle was so white’, ColorLines, 3/1. İnternetten erişim için: http://colours.mahost.org/articles/martinez.html.
i Bu yaklaşım hükümetler tarafından da yoğun olarak desteklenmekteydi, Tony Blair’in hareketi “olabildiğince kargaşa yaratma amacıyla zirveden zirveye koşan” “gezici anarşist sirk” olarak resmetmesinden de görülebiliyordu bu destek. Bknz. “Blair: Anarchists will not stop us”, BBC News, 16.06.2001. http://news.bbc.co.uk/1/hi/uk_politics/1392004.stm.
ii Öte yandan, 2000lerin başlarından 2010’lara geldiğimizde yaşanan (tam olarak 2007’nin ortalarında başladığı varsayılan) küresel ekonomik kriz dünya ölçeğinde küreselleşme söyleminin kendiliğinden itibar kaybetmesine yol açtı. Ekonomik kriz, karşısında komünist bir bloğun rekabeti olmaksızın tek başına dünyaya hükmeden globalizmin kendi kendine devrilmesi, kendi çıkışsızlığını kendisinin ispat etmesi olarak yorumlandı. Sol seçeneklere hakettikleri kıymetin verilmediği söylemi güçlendi. Marx, 2 Şubat 2009 tarihli Time dergisinin Avrupa edisyonunda kapak oldu --derginin ABD, Asya ve Güney Pasifik edisyonlarının kapağını Obama çifti süslüyordu. “Kapital”, bestseller listelerine girdi ve genel olarak bir Sol alternatifin varlığının globalizmin muzaffer saltanatındaki prestiji arttı. Globalizmin önünde durulamazlığı söylemi bir on yıl öncesine göre ciddi hırpalanmış durumdaydı artık. Öyle ki, David Graeber Rolling Thunder dergisinin Bahar 2008 sayısında aktivistlerin zafer anında ne yapacağını bilememe sorunu yaşadıklarını söylüyordu. (“Shock of Victory”, David Graeber, Rolling Thunder, sayı 5). Graeber, tamam toplumsal devrim yapamadık ama diğer amaçlarımızın çoğuna eriştik diyordu. Örneğin anarşist ilkelere dayanan örgütlenme biçiminin yukardan aşağıya örgütlenmeye dayanan marksist örgütlenme biçimine üstün gelmesini ve şu an dünyadaki hakim örgütlenme biçimi olmasını sağladık, medya global kapitalizm karşıtı argümanlarımızı hiç olmadığı kadar dolaşıma sokuyor dolayısıyla medya kuşatmasını gerilettik, FTAA (Amerika Serbest Ticaret Bölgesi) bizim protestolarımızdan sonra rafa kaldırıldı, WTO (Dünya Ticaret Örgütü) sayemizde tıkandı, IMF batıyor, vs. Graeber’in çizdiği bu tablonun global finansal krizle birlikte hayli kapitalizm karşıtı bir tablo oluşturduğu söylenebilir. Ama konjonktür sabit olmadı hiçbir zaman. Krizin atlatılmasıyla birlikte rüzgarın tekrar tersine dönmesi ihtimali de akılda tutulmalı. Solcular gene yanıldı diye sevinç nidaları atan genç Venezuellalıların blogları sinyalin potansiyelini gösteriyor olabilir. http://www.morochos.net/2009/06/global-financial-crisis-of-2008-2009.html

iii Kropotkin’in “Karşılıklı Yardımlaşma” (Mutual Aid) adlı kitabının Türkçeye ilk kez kazandırıldığı günlerden beri Mutual Aidteriminin Türkçeye “karşılıklı yardımlaşma” olarak mı yoksa salt “yardımlaşma” olarak mı çevrilmesinin daha uygun olacağı tartışması vardır. Karşılıklı yardımlaşma tercihini burada bir kez daha öne çıkarmamızın bir sebebi de karşılıklı ifadesinin eklenmesinin (ikiden çok değil de) salt iki öğe arasında bir karşılıklılığı akla daha çok getiren yanı –çünkü burada anarşizmin küreselleşme karşıtı hareketle ikili bir alışverişinden sözediliyor.
iv ‘Aktivist’ teriminin Türkçedeki serüvenine bir gözatmak Türkiye’deki siyasi eylem biçimleriyle küreselleşme karşıtı hareketin farklı (aslında farklılığı tamamen anarşizanlığından gelen) eylem biçimlerini karşılaştırmaya yönelik bir değerlendirmenin önünü açabilir. “Activist” sözcüğüne ilk başta doğrudan çeviriyle “eylemci” dendiği olmuştu, ama kısa süre sonra “eylemci”nin Türkçedeki çağrışım alanından taşan bir eylemciliğin anlatıldığı çevrilen metinlerden anlaşıldı ve bir kez daha çevirmenler Türkçenin kavram gücünü arttırdılar, activist ifadesini ‘aktivist’ olarak karşılayarak eylemci ile aradaki farkı kavramlaştırdılar.
v John Holloway’in İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek (İletişim, çev. Pelin Siral, 2003) kitabını marksizmin anarşizanlaşarak, kendini bu anlamda güncelleyerek hakim pozisyonu korumaya çalışmasına örnek olarak anabiliriz. Tadzio Müller’in eleştirisi açıklayıcıdır: “Açık Marksizm mi?”, Siyahi, sayı 1, Kasım-Aralık 2004, s.122-123, İngilizcesi için bknz.: http://www.theglobalsite.ac.uk/review/303mueller.htm)
ben bu tutumu daha önce David McNally’nin Another World is Possible: Globalization and Anti-Capitalism kitabını eleştirirken “küreselleşme karşıtı hareketi mülk edinme” olarak adlandırmıştım. (“Approprioting Another World”, New Formulation, Kış 2004, Cilt 2 Sayı 2, s. 17-20, http://www.newformulation.org/4evren.htm ). Negri -Hardt’ın İmparatorluk (Ayrıntı, çev. Abdullah Yılmaz, 2008) çıkışları da bir dereceye kadar bu çerçevede düşünülebilir. Çokluk’da (Çokluk, İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi, Ayrıntı, çev. Barış Yıldırım, 2004) anarşizmi ele alışlarını Michael Hardt ile Siyahi için yaptığımız söyleşide kıyısından da olsa tartışmaya çalışmıştık (Çokluk Üzerine Michael Hardt ile Söyleşi, Süreyyya Evren – Kürşad Kızıltuğ – Bülent Usta, Siyahi, sayı 3, s.4-7). Tabii bu mülk edinme hattı daha kapsamlı bir okumayı gereksiniyor.
vi ‘Teoman Gee’ müstear ismiyle yazan anarşist kalem Gabriel Kuhn, küreselleşme karşıtı hareketlerin yükselmesiyle anarşistlerin prestijlerinin toplumda artışını açıkca anlatıyor: “anarşist politikalarla haşır neşir olduğum ilk on yıl (1989 – 1999 arası) bir anarşist olmak bir tür tuhaflıktı, ve anarşist çevreler anarşist olmayan siyasi radikkaller tarafından bile sadece dalga geçilen ve hakir görülen sosyal gettoları hatırlatmaktaydı. En iyi ihtimalle, tedavi edilemez idealistler olarak görülüyorduk, Gerçek dünyadan çok masallar için çatılmış bir adil toplum hayalini kovalayan tiplerdik… Sıklıkla, sırf ciddiye alınmama riskini almamak için, kişi belirli bir olay çerçevesindeki siyasi aktivizme katıldığında anarşist olduğunu ilan etmezdi… Esas olan, anarşistler olarak neredeyse bütün 80ler ve 90lar boyunca kendimizi içinde bulduğumuz yalıtılmış ve önemsenmeyen sosyo-politik mekanı akılda tutmaktır… Bu durum Kasım 1999’dan sonra keskin bir biçimde değişti, özellikle ABD’de. Artık medyada anarşistlerden bahseden haberlere rastlamak normal, kişinin kendini anarşist olarak tanıtması sıradan, komşundan anarşist diye bahsetmek sıklıkla olan birşey. Anarşistler nihayet yerlerini almış gibi görünüyorlar.” (“New Anarchism: Some Thoughts”, Teoman Gee, Alpine Anarchist Productions. 2003, s. 5-6).
vii Öte yandan, Graeber “yeni anarşizm” terimini ortaya atan kimse olma ‘onuru’nu reddediyor. Hatta herhangi bir şekilde kullandığını dahi reddediyor.“Ben kendim asla “yeni anarşist” ifadesini kullanmadım. New Left Review’daki yazının başlığında vardı ama başlıkları dergiler koyar yazarlar değil. İtiraz da etmedim ama kendim başlık olarak asla kullanmazdım. Kendimi bilinçli olarak bir tür anarşist olarak tanımladığım ilk günden beri her zaman küçük a ile anarşist saydım –ki bu çeşitli alt-kimliklerin hepsinin üzerindedir.” (kişisel email 17.11 2007)

İronik biçimde, Graeber bazen şöyle lanse ediliyor: “antropolog, “yeni anarşist” teorisyen ve activist David Graeber” (http://www.glovesoff.org/features/gjamerica_4.html) Aslında Graeber’in New Left Review’da çıkan yazısının ilk versiyonu "The Globalization Movement: Some Points of Clarification" adıyla yayınlanmıştı. Items & Issues (vol. 2, no. 3, fall 2001), the Social Science Research Council gazetesi. http://publications.ssrc.org/items/ItemsWinerter20012.3-4.pdf. Bu makale bir dizi anarşist örgütlenme ilkesine dayanan yeni hareketin (küreselleşme karşıtı hareketin) ideolojisini kavramlaştırma yönünde erken ve güçlü bir girişimdi. Bu yazıyla sırf dünyadan sol haberler umuduyla öteyi beriyi omuzlarken üye olduğum Florida Left adlı bir email grubunda şans eseri karşılaşmıştım. Bu metindeki kavramlar o kadar yeniydi ki metni hemen Türkçeye çevirmeye giriştiğimde bazı terimleri hiç anlamlandıramadım ve Graeber’e bir emaille sordum. (ilk yayınlandığı yer Varlık, Aralık 2001, Sayı 1131, s.45-49. Daha sonraBaşka Bir Dünya Mümkün adlı derlememizin içinde de yer aldı: “Küreselleşme Hareketi”, Başka Bir Dünya Mümkün içinde, Stüdyo İmge Yayınları, derleyenler: Süreyyya Evren – Rahmi G. Öğdül, 2002, s.106-116) Bu terimler şunlardı: break-outs (molalar), fishbowls (akvaryumlar), blocking concerns (engelleyici kaygılar), vibes-watchers (gözetmenler), faciliation tools (kolaylaştırıcı araçlar) and spokescouincils (sözcü konseyleri). Doğrudan demokrasi için hareket içinde kullanılan bir dizi teknik terimdi bu anılanlar. Zaten bu terimler Graeber tarafından farklı birşeyler döndüğünü örneklemek için kullanılmıştı –herkes için yeniydiler. Makalenin New Left Review versiyonu metnin gövdesinde bu açıklamaları içermektedir.

viii Şebekelerin kendisi anarşist olan bu formunun Deleuzeyen, rizomatik yönü de sıklıkla vurgulanmıştır. (Farrer 2006) Farrer ayrıca rizomatik yapısının altını çizdiği küreselleşme karşıtı hareketin bir postyapısalcı anarşizm formu olarak nitelenebileceğini ve toplumsal olarak deneysel bir kültüre sahip olduğunu ifade etmişti.
ix Aslında bu tür bir tarih yazımını en az Zapatistalara kadar esnetecek şekilde geriye çekmek gerekir. Zapatistalar tümüyle postanarşist bir anarşizmin habercisi, yeni anarşist diyebileceğimiz herşeyin başlatıcısı oldular denebilir. 1994’de başlayan ayaklanma (ki bu başlangıç tarihi de Graeber’in çöktüğünü söylediği ulusötesi ticaret bölgelerine karşı bir duruşun başlangıcıydı) daha başlar başlamaz kendini öncekilerden ayırdı ve iktidarı ele geçirmeme söylemini örmeye başladı. Marcos hareketi biricik tutmak ve kendilerinden başlatmak istiyordu ama çok açıktı post teorilerin etkisi ve anarşizan yönelim. Ya da şöyle diyelim, Zapatistaların başlattığı ‘bir hayır bir çok evet’, iktidarı almama, temsiliyetsizlik, (olabildiğince) lidersizlik gibi anarşizan tınlayan ilkelerencuentrolar aracılığıyla Batılı aktivistlerle birleştikten sonra dünyaya önemli ölçüde anarşist aktivistler eliyle yayıldı ve anarşizan niteliği çoğaldı. Zapatistaların anarşist eleştirisine ise başka bir vesileyle ilerde bakmak gerekebilir.

x Postyapısalcı Anarşizm Sahaya İniyor, Todd May ile söyleşi, Siyahi, 2004, sayı:1, s.12-15. Ayrıca Rebecca deWitt ile söyleşisinde de, May şöyle diyor: “Bir aktivist olarak, DTÖ’yü elimine etmeyi hedefleyen yakın dönem nümayişleriyle kendimi uyum içinde görüyorum…” (May 2000)

xi Postanarşizm grubunun Spoon Collective’deki tüm arşivine şurdan ulaşılabilir: http://www.driftline.org/cgi-bin/archive/archive.cgi?list=spoon-archives/postanarchism.archive. Fakat heyecan tonu Yahoo grubunun arşivlerinde esas izlenebiliyor, ancak maalesef Yahoo grup arşivlerine bakabilmek için gruba üye olmak gerekmekte: http://groups.yahoo.com/group/postanarchism.
xii Adams’ın bu çok anılan denemesi Postanarchism in a Bombshell adıyla da Aporia dergisinde yayınlanmıştı. Bknz. http://aporiajournal.tripod.com/postanarchism.htm. Türkçesi: Fındık Kabuğunu Doldurmayan Postanarşizm, Jason Adams, Siyahi, sayı 2, Ocak-Şubat 2005, s.76-78.
xiii Öte Yandan, Greil Marcus’un anlattığı haliyle punk’ın tarihini hatırlayacak olursak, (Marcus 1999) punk içindeki radikal yaklaşım kolayca Lettrism ve Situasyonizm’e bağlanabiliyor. Marcus ayrıca hem Lettrizm hem de Situasyonizm’deki bariz Dadaist geçmişin ve tabii sonuçta nasıl hepsinin sadece punk’ı değil ama Mayıs 68 öğrenci isyanlarını da doğrudan etkilediklerinin izini sürmüştü –ki Mayıs 68 de devamında postyapısalcı düşünceyi etkileyecekti. Marcus temelde sanat tarihinde ‘modernist’ olarak bilinen avangard sanat akımlarından yalnızca Dada’ya odaklanıyor, fakat biz diğer sanat radikalizmlerine de bakacak olursak erken dönem siyasi radikalizmlerinin avangard sanat radikalizmi üzerinde son derece doğrudan bir etki yaptığını görürüz. Neo-empresyonizmden kübizme, fütürizmden dadaya uzanan bir etki. Ve bu siyasi etki Malevich’ten Picasso’ya pek çok yenilikçi sanatçı üzerinde marksizmden çok anarşizme yakın bir etkiydi. (Cooke 1999; Roslak 2007; Leighten 1989) Benedict Anderson da Birinci Enternasyonel’den ve Marx’ın ölümünden sonra, uluslararası radikal Sol’da anarşizmin hakim öğe olduğunu ifade ediyor, ve anarşizmin kurumsal marksizmin hiç olmadığı kadar yazarlara ve sanatçılara yakın durduğunu söylüyordu. (Anderson 2005, 2). Radikal sanatçılar anarşist dergilere yazılar, desenler veriyorlardı, Barselona’daki Els Quatre Gats (Dört Kedi) gibi kafelerde anarşist dostlarıyla yiyip içiyor, sohbet ediyor, ortak projeler geliştiriyorlardı. Kesişimler ve Els Quatre Gats gibi düğümler hayatiydi. Aynı anarşizan sanat hareketleri dünyanın farklı yerlerindeki radikalizmleri de etkiliyorlardı (bknz. Anderson 2005), Batı Avrupa ile ufuklarını sınırlamamışlardı. Daha sonra, avangardizmi 20. Yüzyıl için güncelleyen Lettrizm ve Situasyonizm özgürlükçü sol becerilerin ruhunu Mayıs 68’e taşıdılar, böylece radikal sanat görüşleri/pratikleri radikal siyasi görüşler/pratiklerle el ele gelişti. Dolayısıyla, Mayıs 68’ın soykütüğünü 1900’lerin anarşist aktivizmine kadar izleyebiliyoruz –ve aradaki bağlar sanatsal avangardın iplerinden oluşuyor. Mayıs 68’in de postyapısalcılık üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olduğunu kabul edersek postyapısalcılığın da günümüz aktivizmi üzerindeki ciddi ağırlığını hatırlamalıyız. Bu ağırlık kendini illa ki postanarşizm üzerinden göstermez ama genel olarak yeni anarşist politikalara giden yeni epistemolojilerin postyapısalcı doğası belirleyicidir.

xiv John Reed’in Türkiye solu tarafından da yıllarca okunmuş Dünyayı Sarsan On Gün kitabına yapılan bu gönderme çekici bir başlık bulma kaygısından fazlasını işaret ediyordu. Bir tür karşılaştırmayı imliyordu: eğer Bolşevik devrimi geçen yüzyılın devrimi idiyse, marksist olan, geçmişte kalan idiyse, Seattle Muharebesi de gelmekte olan yüzyılın devrimidir, anarşizmin, geleceğin devrimidir, diyordu. Öte yandan, aynı gönderme yıllar önce bir başka ayaklanma için de yapılmıştı: 1992 Los Angeles ayaklanmalarından sonra Three Days That Shook the New World Order diye bir fanzin-kitapçık Chicago Sürrealist grubu tarafından yayınlanmıştı. Şu adreste hala bulunabilmekte: http://zinelibrary.info/files/320Days.pdf (Türkçesi Ergun Aydınoğlu’nun çevirisiyle ilk olarak Mayıs 1995’te Sosyalizmin Sorunları sayı 2’de, daha sonra da derlediğimiz Başka Bir Dünya Mümkün adlı kitap içinde yayınlanmıştı. Chicago Sürrealist Grubu, isimlerinden de anlaşılacağı gibi sürrealizm üzerine çalışan bir sanat teorisi grubu, anarşist geçmişlerden geliyorlar ve grubun tarihi 60’lara kadar uzanıyor. 60’ların radikalizmi ile doğrudan bir bağlantı görüyoruz burada. Bu son derece iyi yazılmış metnin aynı zamanda postanarşizmin siyasi ve kültürel boyutlarına dair kimi şeyler içerdiğini düşündüğümüzden web sitemizde doğrudan yer vermiştik Karaşın Anarşist Kolektifi olarak, ve ayrıca Los Angeles 92 üzerine kendimiz de ayrı bir derleme yapmıştık. Bu derlemeyi ABD’den yoldaşların posta ile gönderdikleri fanzinler sayesinde yapabilmiştik. (1992 Los Angeles Ayaklanması, Karaşın, 1998). Elbette, Los Angeles 1992’yi Seattle ile kıyaslarsak, akla gelecek ilk nokta ırk faktörüdür. Seattle’da ırk faktörünün erken bir tartışması için bakınız “Where was the Color in Seattle?: Looking for reasons why the Great Battle was so white”, Elizabeth Betita Martinez. (Martinez 2000) Ek olarak, George Katsiaficas Seattle Muharebesi’nin sunuluşunun protestoların Batılı-olmayan öncüllerini dışarda bıraktığını savunuyor.(Katsiaficas 2004) Bu detayın ilginç bir yanı anarşizmin genel olarak tarih yazımı sürecinde Batılı-olmayan öğelerin dışarıda bırakmasıyla birlikte okunduğunda ortaya çıkıyor –neredeyse doğduğu anda olayın bilgisi siyasi kodlardan çok kültürel kodlara göre şekillendiriliyor. Bknz "Seattle Was not the Beginning." (Katsiaficas 2004) Anarşizm tarihinin çatılışı bu anlamda Bernalvari bir çözümlemeye açıktır.
xv Birkaç yıl sonra, Saul Newman bu çağrıyı duyacaktı, Godwin’i bir kenara bırakıp büyük ölçüde Stirner’e yer verecekti. Ama ironik biçimde, veya ilginç biçimde diyelim, önde gelen klasik anarşistlerden biri olarak değil de postyapısalcılığın öncüllerinden biri olarak. (Newman 2001) Her ne kadar From Bakunin to Lacan 2001’de yayınlandıysa da, birkaç yıl diyorum çünkü Newman’ın kitaba kaynaklık eden doktorasının tamamlanışı 1994-1998. Tabii burada belki de şu var, Seattle ile tetiklenen Adams ve diğerleri bu hareketlerin teorik karşılığının bir tür postyapısalcılıktan beslenen anarşizm olacağını anladılar ve hemen bu konuda daha önce yapılmış ne var diye kaynaklara bakmaya başladılar. Halbuki Todd May ve Saul Newman çalışmalarına bu anlamda küresel eylemlerden yola çıkarak varmamışlardı dolayısıyla o ruhu birebir yansıtmıyorlardı aslında –daha çok sonradan karşılaşmış ve yakınlık hissetmişlerdi. Newman’ın gene de daha aktivist bir yerden geldiği de doğrudur.
xvi Türkiye ile ilgili bir not olarak Jean Grave’in ittihatçıları anarşizmle tanıştıran temel adam görünümünde olduğu da söylenmeli. (Hanioğlu 1995) İttihatçıların merkezden anarşizmi reddinin bir görmeme veya farketmemeden öte öncelikle ihtiyaçlara cevap vermeyeceğine erkenden karar vermekten kaynaklandığını düşündürten bir detay. Jean Grave’e yakınlaşan ittihatçıların parti içinde susturulmaları, Türkiye’de özgürlükçü solun uzun süren dertlerinin başlangıcı olmasın?
xvii Andrej Grubacic ise kuşaklara ayırır ve buna göre küreselleşme karşıtı hareket içinde beşinci kuşağa kadar geliriz. (Grubacic 2004)
xviii Bu deyişi Agnes Heller & Ferenc Feher’den alıyorum, şöyle demişlerdi “Avrupa her zaman diğer kültürel projelere göre daha genişlemeci ve daha açıktan evrenselci olagelmiştir. Avrupalılar sadece kendi kültürlerini diğerlerinden üstün görmekle kalmadılar bu yabancı ötekileri de kendilerinden altta gördüler. Ve ayrıca Avrupa kültürünün hakikatinin diğer kültürlerin henüz-gizli hakikati (ve telosu) olduğuna inandılar, ama diğerlerinin bunu gerçekleştirecekleri zaman henüz gelmemiştir.” (Postmodern Political Condition, Agnes Heller & Ferenc Feher, Polity Press, Cambridge 1988, s.2. Türkçesi: Postmodern Politik Durum, Öteki Yayınevi, 1993) Bu tutum anarşizmi tek başına temsil eden anarşizm olarak sadece Batı anarşizminin alınmasında çok belirgindir, ve Batılı olmayan coğrafyalardaki anarşizmi ya bu siyaset kültürlerine ait birşey olarak alır (dışlayıcı anlamda biricikliklerini ifade eder, çekirdeğin, kanonun bir parçası olamayacaklarını imler) ya da sadece taklit olan birşey olarak alır, böylece, Batı anarşizmleri Batılı olmayan anarşizmlerin henüz-gizli hakikatleri ve telosu olurlar.
xix Ayrıca Adams’ın Batı Dışı Anarşizmler metninin ve Sharif Gemie’nin Üçüncü Dünya Anarşizmi metninin Türkçeye çevrilmiş olmaları (hata ikincisi sadece Türkçede basıldı) ve daha önemlisi kritik anarşist metinler muamelesi görmeleri ve bu sırada Batıdaki anarşist çevrelerde pek de üzerinde durulmayan metinler olmalarının kendisi de birşeyler söylüyor. Farklı önceliklere dair bu durumun kendisi bir ipucu vermekte. Burada kırılmayı anlamak için Adams’dan uzun bir alıntı yapmak gerekiyor:
“’Batılı’ yaftasını kullanarak anarşizmin fiili tarihine değil ama anarşizmin marksizmin, kapitalizmin, Avrupamerkezciliğin ve sömürgeciliğin ortak lenslerinden süzülmüş haliyle inşa edilmiş haline gönderme yapıyorum. Bu bize tanıdık gelen bozulmuş, bağlamsızlaştırılmış, ve tarihdışı anarşizm temelde çekirdek Batı ülkelerinin (İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Avustralya) bağlamında yazan akademisyenlerce inşa edilmiştir. Anarşizmin Avrupamerkezcil tarihyazımından ta 1990’lara kadar hiç sapma görülmediğinden, anarşizme “genel bir bakış” sunma iddiasındaki literatürün büyük bölümü anarşizmin temelde bu Batılı bağlam içinde varolduğunu, ender olarak Batı dışında görüldüğünü düşündürtecek şekilde yazılmıştır. Bu nedenle, yaygın olarak bilinegelen anarşizm Doğulu kökenlerine karşın Batı ile özdeşleştirilir. Yani ilk dalgadan Kropotkin, Bakunin, Godwin, Stirner, ve Goldman ile; ikinci ve üçüncü dalgadan Meltzer, Chomsky, Zerzan ve Bookchin ile anılır. İlk dalgadan Shifu, Atabekian, Magon, Shuzo, veya Glasse gibi yeni ufuklar açan figürler çok ender akla gelir; Narayan, Mbah ve Fernandez gibi ikinci ve üçüncü dalga figürlerini de aynı kader beklemektedir. Anarşizmin bu şekilde Batılı bir olgu olarak inşa edilmesi ikinci ve üçüncü dalgaya ait teorisyenlerin ve yazarların yazılarına nüfuz eden kasıtsız bir Avrupamerkezciliğe yol açmıştır maalesef.” Non-Western Anarchisms, Jason Adams. İlaveten, Aragorn, “Toward a non European anarchism or Why a movement is the last thing that people of color need” adlı yazısında ‘Avrupalı olmayan anarşizm’ ve ‘Avrupa dışı anarşizm’ terimlerini önerir. http://infoshop.org/library/Aragorn:_Toward_a_non_European_Anarchism.
xx “Sovyetler Birliği’nin çöküşü veya Komünist Çin’in bir Pazar ekonomisi kurmak için son zamanlarda yaptığı hamleler Marksizmin devrimci projesinin çöktüğü anlamında alınabilir ama anarşizm için benzeri birşey söylenemez.” (Call 2002, 11)
xxi Özellikle bknz. Bölüm 4 (“öyleyse ütopyacı sosyalizm…) Richard J. F. Day, Gramsci is DeadAnarchist Currents in the Newest Social Movementsiçinde, Pluto Press, London 2005. Gramsci is Dead’deki, bir diğer problem de Day’in soykütüğü kavramını, ‘yakınlık mantığı’nda (logic of affinity) olduğu gibi, basitçe birşeyin tarihinde geriye gitmek olarak anlamasıdır. Bu açıkça Foucault/Nietzsche anlamında soykütüğü araştırması değildir. Soykütüğü Nietzsche/Foucault anlamında doğuşa sorular sormayı gerektirir, yakınlık soykütüğü şunları içermeliydi –kim, nasıl, nerede, ne şekilde, nelerle ilk yazdı, yaşadı, katetti yakınlık kavramını? Bu nasıl ortaya çıktı? Nereden geldi ve tekrarlayacak olursak, nasıl? Hangi güçlerle, hangi mücadelelerle oluştu?

xxii Dünyadaki ‘postanarşist yazın’a değinmeyi güçleştiren bariz bir dil uçurumu sorunu var. Anglofon dünyada, genelde bu konuda herhangi bir sıkıntı hissedilmiyor, hiç kuşku duymadan, yazarlar ‘postanarşistler’ diyerek veya ‘postanarşist yazarlar’ diyerek İngilizce yazanları kastedebiliyorlar. Aynı kanoninazyon süreci hala işliyor. Fransızca, Almanca, İspanyolca ve Türkçedeki katkılar kenara bırakılıyor böylece –veya ‘başka dillerdeki’ çalışmalar diye kanon dışını örnekliyorlar. Halbuki Jürgen Mümken ve arkadaşlarının Almanya’da ciddi çalışmaları oldu. www.postanarchismus.net (postanarchismus postanarşizme adanmış sitelerin sonuncusu; Jason Adams's Postanarchism Clearing House bu amaçla kurulmuş ilk siteydi. Başlangıç tarihi Şubat 2002 olan bu siteyi bizim hazırladığımız www.postanarki.net (Aralık 2003) izlemişti. Sonra Siyahi Interlocal hazırlandı, son olarak da İspanyolca sayfalar eklendi (es.wikipedia.org/wiki/Postanarquismo).

xxiii Bununla birlikte, Müller tüm anarşistlerin böylesi bir özcü insan doğası versus iktidar anlayışına inandıklarını reddetse de günümüz anarşist çevrelerinde gerçekten bu anlayışta anarşistler olduğuna da değinir. Müller meseleyi anarşizmin içinde de süren iki kampın çatışması olarak koyar. (Müller 2003:31) Ama gene de anarşizmi temsil etmesi beklenenin mevcut durumun aksine özcü insan doğası anlayışından uzak anarşist perspektifler olduğu Müller’de de sabittir.
xxiv Proudhon, Oeuvres 12.64, 8.3.409, çeviren Jesse Cohn.
xxv Kropotkin, Kropotkin’s Revolutionary Pamphlets, s. 119-120.
xxvi Bakunin, Bakunin on Anarchy: Selected Works By the Activist-Founder of World Anarchism, ed. and trans. by Sam Dolgoff (New York: Alfred A. Knopf, 1972), 239. (Nietzsche’nin Anarşist Düşünce İçin Kullanımları Üzerine, Jesse Cohn, Siyahi, sayı 7, Bahar 2006, s.14)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder