7 Mart 2013 Perşembe

Spinoza ve Üç ‘’Ethica’’

‘’Ben Spinoza gibi oradan oraya zıplayacak biri değilim.’’
                                  Çehov, La noce, Pl”iade I, s. 618

İlk okuyuşta, Ethica’nın, benzersiz bir kudretin ve bir dinginliğin, tanımlardan, aksiyomlardan, postülalardan, önermelerden, kanıtlamalardan, önerme sonuçlarından ve notlardan tekrar tekrar geçip bütünü görkemli seyrine sürükleyerek neredeyse dosdoğru giden sürekli bir uzun hareket gibi göründüğü olabilir. Kâh yayılan kâh bin kola ayrılan bir ırmak gibidir; kâh hızlanır, kâh yavaşlar, ama kökten birliğini hep sürdürür. Ve öyle görünüyor ki, Spinoza’nın, görünüşte okulda öğrenilmiş olan Latincesi yaşı belli olmayan ve ebedi ırmağı takip eden gemiyi oluştur. Ama okuyucuyu heyecan kapladığı ölçüde ya da ikinci bir okuma sonucunda, bu iki izlenimin yanlış olduğu ortaya çıkar. Dünyanın en büyük kitaplarından biri olan bu kitap, ilk başta sanıldığı gibi değildir: Homojen, düz, sürekli, dingin, gemiler için elverişli, saf anlatım ve biçemsiz değildir.

Ethica, yalnızca içerik değil, ifade biçimi de olan üç öğe sunar: Göstergeler ya da duygular; Mefhumlar ya da kavramlar; Özler ya da algılar. Bunlar aynı zamanda varoluş ve ifade tarzları da olan üç bilgi türüne tekabül eder.

Spinoza’ya göre, bir gösterge birçok anlama sahip olabilir. Ama her zaman bir etkidir. Bir etki öncelikle, bir bedenin bir başkası üzerindeki izi, bir başka bedenin eylemine maruz kaldığında ortaya çıkan bir beden durumudur: Bu bir affectio’dur, örneğin güneşin bedenimiz üzerindeki etkisinin etkilenen bedenin doğasını ‘’işaret etmesi’’ ve yalnızca etkileyen bedenin doğasını ‘’kuşatması’’ gibi. Etkilenişlerimizi (affection) sahip olduğumuz fikirlerle, duyumlar veya algılarla, ısı, renk duyumlarıyla, biçim ve mesafe algısıyla biliriz (güneş yukarıdadır, altın bir disktir, iki yüz adım bir mesafedir…). Onlara rahatlıkla basamaklı göstergeler adını verebiliriz, çünkü zamanın bir anındaki durumumuzu belirtirler ve böylelikle başka tipteki göstergelerden ayrılabilirler: Öyle ki, fiili durum her zaman süremizin bir kesitidir ve bu sıfatla, ne kadar yakın olursa olsun bir önceki duruma göre, süre içindeki varoluşumuzda bir artışı ya da azalışı, bir yayılmayı ya da sınırlanmayı belirler. İki durumu düşünceye dayanan bir işlemle karşılaştırmayız, ama her etkileniş durumu, ‘’fazlasına’’ ya da ‘’azına’’ bir geçişi belirler: Güneşin ısısı beni doldurur ya da tersine yakışı beni iter. O halde etkileniş yalnızca bir cismin benim bedenim üzerindeki anlık etkisi değildir, kendi sürem üzerinde de bir etkisi vardır, zevk veya acı, sevinç veya keder. Bunlar bir durumdan bir başkasına intikal eden geçişler, oluşlar, yükselişler ve düşüşler, gücün sürekli değişimleridir: Bunlar daha doğru olarak artık etkilenişler değil, duygular (affects) olarak adlandırılacaktır. Bunlar büyüme ve küçülme göstergeleridir, etkilenişler, duyumlar ya da algılar gibi basamaklı değil, (sevinç-keder tipinde) vektörel göstergelerdir.

Aslında, çok daha fazla sayıda gösterge tipi vardır. Basamaklı göstergelerin başlıca dört tipi vardır: İlk olarak, nedenlerinin doğasını kuşatmaktan başka bir şey yapmayan duyumsal ya da algısal olan fiziksel etkiler, esas olarak belirticidir ve başka bir şeyden çok kendi doğamızı işaret ederler. İkinci olarak, bizim doğamız, sonlu olan, onu etkileyen şeyden sadece şu ya da bu seçilmiş özelliği alıkoyar (iki ayağı üzerinde duran ya da akıl yürüten ya da gülen hayvan olarak insan). Bunlar soyutlayıcı göstergelerdir. Üçüncü olarak, gösterge her zaman etki olduğundan, etkiyi bir erek ya da etki fikrini neden sanırız (güneş ısıttığına göre, bizi ısıtmak ‘’için’’ varolduğunu sanırız; meyvenin acı bir tadı olduğuna göre, Âdem yenmemesi ‘’gerektiğini’’ sanır). Bu kez, bunlar ahlaksal etkiler ya da buyurucu göstergelerdir: Bu meyveden yeme! Güneşe çık! Son olarak, basamaklı göstergeler imgesel etkilerdir: Duyum ve algılarımız, bize onların nihai nedeni olacak duyular ötesi varlıkları düşündürürler ve biz de karşılığında bu varlıkları bizi etkileyenin ölçüsüzce büyütülmüş imgesinde düşünürüz (sonsuz güneş olarak ya da Prens veya Yasa Koyucu olarak Tanrı). Bunlar hermenötik ya da yorumlayıcı göstergelerdir.  En büyük gösterge uzmanları olan peygamberler soyutlayıcı, buyurucu ve yorumlayıcı göstergeleri pek güzel birleştirirler. Tanrıbilimsel-Siyasal Çalışma’nın ünlü bir bölümü, bu bakımdan komiğin gücüyle çözümlemenin derinliğini birleştirir. O halde etkilenişin basamaklı dört tane göstergesi vardır ki bunlar şöyle adlandırılabilir: duyulur belirtiler (indice), mantıksal ikonlar, ahlaksal simgeler, metafiziksel idoller.

Vektörün artma ya da azalma, yükselme ya da alçalma vektörü, sevinç ya da keder olmasına göre, iki tür vektörel duygu göstergesi daha vardır. Bu iki gösterge türü yükseltici güçler ya da alçaltıcı kölelikler adını alacaktır. Bir etkileniş bizim gücümüzü hem arttırıp hem azalttığında ya da bize hem sevinç hem keder hissettirdiğinde bunlara üçüncü bir tür, muğlak veya oynak göstergeler de eklenebilir. O halde durmadan birleşen altı ya da yedi gösterge vardır. Özellikle basamaklı olanlar zorunlu olarak vektörel olanlarla birleşirler. Duygular her zaman kaynaklanacakları etkilenişler gerektirirler, ama onlara indirgenemezler.

Tüm bu göstergelerin ortak karakterleri, biraradalık, değişkenlik ve ikircillik ya da analojidir. Etkilenişler, bedenler arasındaki biraraya gelme zincirlerine göre değişir (güneş kili sertleştirir ve balmumunu eritir, at savaşçı ve köylü için aynı şey değildir). Bizzat ahlaksal etkiler de halklara göre değişir ve peygamberlerin her birinin, hayalgüçlerinin karşıladığı kişisel göstergeleri vardır. Yorumlara gelince, bir veriyle verili olmayan bir şey arasındaki değişken çağrışıma göre tamamıyla ikircildirler. Bu, Tanrıya, bizim akıl ve irademizin büyütülmüş imgesi olan sonsuz bir akıl ve irade yükleyen ikircil bir dil ya da analoji dilidir: Bu ikircilliğin benzeri havlayan köpekle gökteki Köpek takımyıldızı arasında da bulunur. Sözcükler gibi göstergeler de uzlaşımsalsa, bunun nedeni tam olarak, doğal göstergeler üstünde etkili olmaları ve onların yalnızca değişebilirliklerini ve ikircilliklerini sınıflamalarıdır: Uzlaşımsal göstergeler değişken çağrışım zincirleri için göreli bir değişmez tespit eden Soyutlardır. O halde, uzlaşımsal-doğal ayırım, göstergeler için, ‘sosyal devlet-doğal devlet’ durumundan daha belirleyici değildir; vektörel göstergeler bile, ödüller (artma) ve cezalar (azalma) gibi uzlaşımlara bağlı olabilir. Genel olarak vektörel göstergeler, yani duygular etkilenişler kadar çeşitli çağrışımlar içine girerler: Bedenin bir kısmı için çoğalma olan başka bir kısmı için azalma olabilir, birinin köleliği diğerinin gücüdür ve bir yükselişin ardından bir düşüş ya da bir düşüşün ardından bir yükseliş gelebilir.

Göstergeler, nesnelerin doğrudan göndergesine sahip değildir. Birbirlerine gönderenler bedenin durumları (etkilenişler) ve güç değişimleridir (duygular).  Gönderge olarak, Tesadüfün ya da bedenler arasındaki raslantısal karşılaşmanın düzenine göre, belirsiz beden karışımları ve kapalı güç değişimleri vardır. Göstergeler etkilerdir: Mekân içinde bir bedenin bir başkası üstündeki etkisi, ya da etkileniş; bir etkilenişin süre üstündeki etkisi ya da duygu. Stoacıların ardından, Spinoza nedenselliği apayrı iki zincire böler: Kendi aralarındaki nedenleri de kavramak koşuluyla, kendi aralarındaki etkiler. Göstergelerin göstergelere göndermesi gibi, etkiler de etkilere gönderir: Öncüllerinden ayrı vargılar. Bu nedenledir ki, ‘’etkiyi’’ yalnızca nedensel olarak değil, optik olarak da anlamak gerekir. Etkiler ya da göstergeler, cisimlerin yüzeyinde, her zaman iki cisim arasında oynayan gölgelerdir. Gölge her zaman kenardadır. Bir cisme gölge eden her zaman bir başka cisimdir. Bu nedenle, cisimleri üstümüzdeki gölgeleriyle tanırız ve kendimizle bedenimizi de kendi gölgemizden tanırız. Göstergeler, tesadüfen çarpışan şeylerle dolu bir mekândaki ışık etkileridir. Spinoza esasen Leibniz’den ayrılıyorsa, bunun nedeni, barok bir düşünceye yakın olan Leibniz’in, Gölgede (‘’fuscum subnigrum’’) ışık-gölgenin, renklerin ve hatta ışığın çıkacağı bir matris, bir öncül görmesidir. Spinoza’da, tersine, her şey ışıktır ve gölge yalnızca gölgedendir, basit bir ışık etkisi, ışığın onu yansıtan (etkileniş) ya da emen (duygu) bedeneler üstündeki bir sınırıdır: Bu, Baroktan çok Bizans’a yakındır. Kırmızının birikimiyle gölge derecelerinden çıkan bir ışık yerine, mavi gölgenin derecelerini yaratan bir ışık vardır. Işık-gölge bizzat gölgenin bir aydınlatma ya da karartma etkisidir: Işık-gölgenin derecelerini oluşturan güç değişimleri ya da vektörel göstergelerdir, gücün artması bir aydınlanama azalmasıysa bir kararmadır.

Ethica’nın ikinci öğesi göz önüne alındığında, göstergelerle belirleyici bir karşıtlığın ortaya çıktığı görülür: Ortak mefhumlar nesne kavramlarıdır ve nesneler nedenlerdir. Işık, gölge oluşturan cisimler tarafından yansıtılmış ya da emilmiş değildir, içsel ‘’yapıyı’’ (fabrica)  ifşa ederek cisimleri saydamlaştırır. Bu, ışığın ikinci yönüdür; ve anlama yetisi, cisim yapılarının doğru anlaşılmasıdır, oysa imgelem yalnızca bir cismin bir başkası üstündeki gölgesinin yakalanmasıdır. Burada da optik vardır, ama bu, optik bir geometridir. Yapı gerçekten geometriktir ve somut, ama neden gibi hareket eden, biçim kazanan ve kaybeden çizgilerden ibarettir. Yapıyı oluşturan, saydam bir cisim olabildiğince küçük kısımları arasında kurulan, hareket ile durağanlığın, hız ile yavaşlığın bileşik ilişkisidir. Kısımlar her zaman az ya da çok büyük sonsuzluklar olarak işlediğinden, her bedende bileşen ve ayrışan bir ilişkiler sonsuzluğu vardır, öyle ki beden de, yeni bir birleşik ilişki altında, daha geniş bir bedenin içine girer ya da tersine, bileşen ilişkileri altında daha küçük bedenleri ortaya çıkarır. Tarzlar, ışığın içinde değişken hızlarla dönüşen ve biçimsizleşen geometrik, ama akıcı yapılardır. Yapı ritimdir, ilişkilerini bileştiren ve ayrıştıran şekillerin zincirlenmesidir. İlişkiler ayrıştığında bedenler arasındaki uyuşmazlıkların ve ilişkiler yeni bir ilişkide bileştiklerinde uyuşumların nedenidir. Ama bu eş zamanlı bir çifte yöndür. Kilüs ile lenf, bir zehir kanı ayrıştırmadığı takdirde, bileşik bir ilişki altında kanı oluşturan iki ilişki içindeki iki bedendir. Şayet yüzmeyi yada dans etmeyi öğreniyorsam, hareketlerimle durağanlıklarımın, hızlarımla yavaşlıklarımın, kısa ya da uzun süren bir uyum sağlamasıyla, denizin ya da partnerinkilerle ortak bir ritim tutturması gerekir. Yapı her zaman ortak birçok cismi barındırır ve bir nesne kavramına, yani ortak bir mefhuma gönderir. Yapı ya da nesne en az iki cisimden oluşmuştur, onların her biri de iki ya da daha çok cisimden oluşarak sonsuza doğru gider ve diğer yönde, git gide genişleyerek ve daha bileşik cisimler halinde birleşirler, ta ki bütün Doğanın biricik nesnesine, sonsuzca dönüştürülebilir ve biçimsizleştirilebilir yapıya, evrensel ritme, Facies totius Naturae’ye, sonsuz tarza varıncaya kadar. Ortak mefhumlar evrenseldir, ama en az iki bedenin ya da mümkün olan tüm cisimlerin kavramını oluşturmalarına göre ‘’az ya da çok’’ evrenseldir (mekân içindeki varlık, hareket ve durağanlık içindeki varlık…).

Böyle anlaşıldığında, tarzlar izdüşümleridir. Ya da daha ziyade bir nesnenin değişimleri, onların sabitleri olarak (evrim oluşturanın tersine gelişme), bir hareket ve durağanlık ilişkisini kuşatan izdüşümleridir. Ve her ilişki, her defasında değişen bir düzen içinde sonsuzca tüm diğerleriyle tamamlandığından, bu düzen bütün Doğanın yüzünü ya da tüm ilişkilerin ilişkisini her defasında kuşatan profil ya da iz düşümüdür. 1

Işığın izdüşümü olarak tarzlar, aynı zamanda renkler, renklendirici nedenlerdir. Renkler bütünleyicilik ve kontrast ilişkilerine girerler, öyle ki her biri, en uç noktada, bütünü yeniden oluşturur ve tüm renkler bir bileşim düzenine göre beyaz (sonsuz tarz) içinde toplanır ya da ayrışma düzeni içinde beyazdan çıkarlar. Goethe’nin beyazla ilgili olarak söylediğini her renk için söylemek gerekir: Saf saydama özgü saydamsızlık.2 Somut ve düz bir çizgide ilerleyen yapı zorunlu olarak renklidir, çünkü o, ışık cismi saydamlaştırdığında ortaya çıkan saydamsızlıktır. Böylece, renk ile gölge, renklendirici neden ile gölge etkisi arasındaki bir doğa farkı doğrulanmış olur, biri ışığı upuygun şekilde ‘’sonlandırır’’, diğeri onu upuygun olmayan içinde ortadan kaldırır. Vermeer hakkında, onun ışık-gölge yerine renklerin bütünleyiciliğini ve kontrastını koyduğu söylenebilir. Gölge ortadan kalkmaz, ama nedeninin yalıtılabilir bir etkisi, ayrı bir sonuç, renklerden ve onların ilişkilerinden ayrı, harici bir gösterge olarak kalır.3 Vermeer’de, gölgenin, kaynaklandığı ışıklı fonu çerçevelemek ya da onu kenar çekmek için ayrıldığı ve öne taşındığı görülür (‘’sütçü’’, ‘’inci kolye’’, ‘’aşk mektubu’’). Vermeer bu yolla ışık-gölge geleneğinin karşısında durur; ve tüm bu bakımdan Spinoza Rembrandt’tan çok Vermeer’e daha yakın kalır.

O halde göstergelerle kavramlar arasındaki ayrım Aiskhylos’ta olduğu kadar indirgenemez, ortadan kaldırılamaz olarak kalır: ‘’Artık kendisini dilsiz bir anlatımla ya da bir dorukta yanan bir ateşin dumanıyla değil, açık terimlerle ifade edecektir…’’4 Göstergeler ya da duygular, upuygun olmayan fikirler ve tutkulardır; ortak mefhumlar ya da kavramlar, gerçek eylemlerin kaynaklandığı upuygun fikirlerdir. Nedenselliğin bölümlenmesiyle ilgili olarak, fiziksel cisimlerin basit tesadüfi karşılaşması şeklinde bir düzene bağlı olan bir çağrışım zincirine göre, etkilerin etkilere göndermesi gibi göstergeler de göstergelere gönderir. Ama kavramların kavramlara ya da nedenlerin nedenlere göndermesi, ilişkilerin ya da oranların zorunlu düzeniyle, onların dönüşüm ve biçimsizleşmelerinin belirli ardışıklığıyla belirlenmiş otomatik olduğu söylenen zincirlenmeye göre olur. O halde öyle görünüyor ki, sandığımızın aksine, göstergeler ya da duygular, Ethica’nın olumlu bir öğesi, dahası bir ifade biçimi değildir ve olamaz. Oluşturdukları bilgi türü bir bilgi olmaktan çok cisimler arası karışımların bulanık fikirlerinin, filan karışımdan kaçınıp bir başkasının aranmasıyla ilgili ham emir kiplerinin ve bu durumların az ya da çok sabuklamalı yorumlarının rastgele bulunduğu bir deneyimdir. Bir ifade biçiminden çok duygusal, maddi dildir ve kavramın söyleminden çok çığlıklara benzer. O halde öyle görünüyor ki, göstergeler-duygular Ethica’da rol oynuyorsa, bu yalnızca sertçe eleştirilmiş, kınanmış, ışığın üstünde belirdiği ya da içinde sönüp gittiği karanlıklarına yollanmış olmak içindir.

Ne var ki, böyle olmaz. Ethica’nın II. kitabı, ortak mefhumların ‘’en evrensellerinden’’ (tüm bedenlere uyanlardan) başlayarak sergiler: Kavramların zaten verili olduğunu varsayar, göstergelere hiçbir şey borçlu olmadıkları izlenimi bundan kaynaklanır. Ama bir kavaramı oluşturmayı nasıl başardığımız ya da etkilerden nedenlere nasıl çıktığımız sorulduğunda, en azından bazı göstergelerin bizim için sıçrama tahtası görevi görmesi ve bazı duyguların bize gerekli atılımı sağlaması gerekir (V. kitap). Bizim bedenimizle uyumlu olan ve bize sevinç veren, yani gücümüzü arttıran kimi cisimlerin fikrini, bedenler arasındaki tesadüfi karşılaşma içinden seçebiliriz. Ve ancak gücümüz, kuşkusuz herkese göre değişen, belli bir noktaya kadar, yeterinde arttığındandır ki, bu güce sahip oluruz ve en az evrensel olan kavramdan başlayarak (bedenimizin bir başkasıyla uyuşması), ilişkilerin bileşim değerine göre, sonra git gide genişleyen kavramlara erişmek üzere, bir kavram oluşturmaya muktedir hale geliriz. O halde tutkusal duyguların ve onların bağlı oldukları fikirlerin bir seçimi vardır, bu seçim güç artışının vektörel göstergeleri olan sevinçleri açığa çıkarırken, azalma göstergeleri olan kederi püskürtmelidir: Duyguların bu seçimi, ilk bilgi türünden çıkıp yeterli bir güç edinerek kavrama ulaşmanın koşulunun kendisidir. Artış göstergeleri tutkular olarak kalırken, varsaydıkları fikirler de eksik kalır: Aynı zamanda mefhumların habercileri, karanlık öncüleridirler. Üstelik ortak mefhumlara erişildiğinde ve bunlardan yeni bir tipte etkin duygular olarak eylemeler doğduğunda, upuygun olmayan fikirler ve tutkusal duygular, yani göstergeler, hatta kaçınılmaz kederler bile yine de ortadan kalkmayacaktır. Varlıklarını sürdürecekler, mefhumlarla birlikte varolacaklar, ama mefhumlar ve eylemler yararına dışlayıcı ve baskıcı karakterlerini yitireceklerdir. O halde, göstergeler de kavramları hem hazırlayan hem de eşleyen bir şey vardır. Işık ışınları, gölgedeyken işlemeyi sürdüren bu süreçler tarafından hem hazırlanmış, hem de eşlik edilmiştir. Spinoza’da ışık-gölge değerleri yeniden işin içine girer, çünkü tutku olarak sevinç bizi mefhumların ışığına götüren bir aydınlanma göstergesidir. Ve Ethica, göstergeler yoluyla, yokluğunda birinci türe mahkûm kalacağımız kaçınılmaz seçimi gerçekleştirmeye bir tek kendisinin muktedir olduğu tutkusal bir ifade biçiminden vazgeçemez.

Bu seçim çok zor, çok güçtür. Öyle ki sevinçler ve kederler, artışlar ve azalışlar, aydınlanmalar ve kararmalar çoğu zaman belirsiz, kısmi, değişken, birbirine karışmış durumdadır. Ve özellikle de, Kudretlerini ancak kader ve acı, diğerlerindeki güç azalışı, dünyanın kararması üstüne kuran birçok insan vardır: keder sanki bir sevinç vaadiymiş, hatta bizzat sevinçmiş gibi davranırlar. Keder, kölelik ya da güçsüzlük, ölüm kültünü yaratırlar. Hastalandırdıkları ruhlara idealler ve sevinçler olarak sundukları keder göstergelerini yaymayı ve dayatmayı bırakmazlar. Korkunç ikili, Despot ile Rahip, yaşamın korkunç ‘’yargıçları’’ böyledir. Kavramın doğuşunun ilk şartı olarak göstergelerin ya da duyguların seçimi, o halde yalnızca kişinin kendi üstünde göstermesi gereken şahsi çaba (Us) anlamına değil, sonunda ölmek pahasına da olsa, bizi gölgeden çıkarıp tür değiştirmemizi sağlayacak olan azıcık sevincin kurtulması için göstergelerin göstergelere meydan okuduğu ve duyguların duygularla çarpıştığı tutkusal bir mücadele, sürüp giden duygusal bir kavga anlamına da gelir. Göstergeler dilinin çığlıkları tutkuların, sevinçlerle kederlerin, güç artışlarıyla azalışlarının bu mücadelesini belirler.

Ethica, en azından neredeyse bütün Ethica, en genellerinden başlayıp durmadan vargılarını geliştirme yoluyla ortak mefhumlarla yazılmıştır. Ortak mefhumların ediniliş ya da verili olduğunu varsayar. Ethica, kavramın söylemidir. Gidimli ve tümdengelimli bir sistemdir. Sakin ve güçlü, uzun bir ırmak görünümü bundan kaynaklanır. Tanımlar, aksiyomlar, postülalar, önermeler, kanıtlamalar ve önerme sonuçları görkemli bir seyir oluşturur. Bu öğelerden biri ya da diğeri upuygun olmayan fikirleri ya da tutkuları işlediğinde, bu onların yetersizliğini ihbar etmek, kıyılardaki onca birikinti gibi onları mümkün olduğunca geri itmek içindir. Ama başka bir öğe vardır ki, o öncekilerle ancak görünüşte aynı doğadadır. Bunlar, kanıtlama zincirinin içine yine de giren, ama okuyucunun bambaşka bir tona sahip olduğunu hemen fark ettiği ‘’notlardır’’. Bu başka bir biçem, neredeyse başka bir dildir. Gölgede iş görürler, ortak mefhumlara erişmemizi engelleyen ve tersine buna imkân veren, gücümüzü azaltan ve arttıran şeyi, köleliğimizin kederli göstergelerini ve özgürleşmelerimizin sevinçli göstergelerini ayırmaya çalışırlar. Güç azalışlarımızın arasında olan kişileri, niyeti kederi sürdürüp çoğaltmak olanları, despotla rahibi ihbar ederler. Kavramlar oluşturmak ve duyguları eylemlere evirmek için gücünü yeterince arttırmış olanın, yeni insanın göstergesini ya da koşulunu haber verirler.

Notlar açık ve polemiktir. Notların notlara gönderdiği doğruysa, çoğu zaman, kendi başlarına, kanıtlamalı ve gidimli öğelerden ayrı, kendilerine özgü bir zincir oluşturdukları görülür. Buna karşılık, kanıtlamalar notlara değil, başka kanıtlamalara, tanımlara, aksiyomlara ve postülalara gönderir. Notlar kanıtlama zincirinin içinde yer alıyorsa, bunun nedeni, o zincire mensup olmalarından çok kendi doğaları gereğince onu tekrar tekrar kesmeleridir. Bu, düzensiz aralıklarla kanıtlama öğelerinin zincirini kırmaya gelen, ırmağa benzeyen sürekli büyük zinciri kesintiye uğratan, kopuk, süreksiz, volkanik bir yeraltı zinciri gibidir. Her not, kanıtlamaların akışın içinden ve uzağından diğerleriyle sinyalleşen bir far gibidir. Suların dilinden ayrılan bir ateş dili gibidir. Kuşkusuz görünüşte aynı Latincedir, ama notlardaki Latincenin İbraniceden çevrildiği zannedilebilir. Notlar, Spinoza’nın kutsal kitap nazireymişçesine, tek başına bir Öfke ve Gülme kitabı oluştururlar. Ethica’nın en görünür hali olan Kavram kitabına sürekli eşlik eden ve kendi hesabına yalnızca patlama noktalarından ortaya çıkan Göstergeler kitabıdır. Aynı ölçüde son derece olumlu bir öğe ve çifte Ethica’nın kompozisyonu içinde özerk bir ifade biçimidir. İki kitap, iki Ethica birlikte varolur, biri saydamlıkların ışığında kazanılan serbest mefhumları gözler önüne sererken, diğeri bedenlerin bulanık karışımının en derininde, köleliklerle özgürleşmeler arasındaki mücadeleyi sürdürür. Anlamı tek ve aynı olan, ama aynı dil olmayan en azından iki Ethica, Tanrının dilinin iki versiyonu gibi.

Robert Sasso, notlar zinciriyle kanıtlama zinciri arasındaki bir doğa farkı ilkesini kabul eder. Ama kanıtlama zincirinin kendisini, türbülans ve kazalardan korunarak oluşacak homojen, süreli ve düz çizgide ilerleyen bir seyir olarak düşünmek için haklı bir neden olmadığını fark eder. Bunun tek nedeni, notların, kanıtlamalar dizisine akın ederek, seyrini şurada burada kesintiye uğratması değildir. Bizatihi, der Sasso, kavram çok değişken duraklardan geçer; az ya da çok yavaş veya hızlı tanımlar, aksiyomlar, postülalar, kanıtlamalar.5 Ve Sasso kesinlikle haklıdır. Duraklar, kollar, dirsekler, kıvrımlar, ivedilikler ve yavaşlamalar, vs. ayırt edilebilir. Büyük kısımların başını ve sonunu belirten önsözler ve ekler, ırmaktaki geminin yeni yolcuları bindirip eskilerini indirdiği duraklar gibidir; kanıtlamalarla notlar oralarda çoğu zaman birleşir. Kollar, aynı önerme birçok şeklide kanıtlanabileceği zaman ortaya çıkar. Ve dirsekler, ırmakta bir yön değişikliği olduğunda: Tek bir töz ancak bir dirsek yardımıyla tüm sıfatlarıyla ortaya konur, oysa yukarılarda her sıfat yalnızca tek bir töze sahip olabilirdi. Aynı şekilde, bir dirsek bedenler fiziğini de işin içine sokar. Kendi hesabına önerme sonuçları, kanıtlanmış önermenin üstüne gelip kıvrılan sapmalar oluşturur. Son olarak kanıtlama dizileri, ırmağın akışını değiştirmesine ya da daraltmasına göre, göreli hız ve yavaşlıklarının belirtisidir: Örneğin, Spinoza her zaman, Tanrıdan, Tanrı fikrinden yola çıkılamayacağı, ama oraya olabildiğince çabuk varmak gerektiği kanısındadır. Ayırt edilmesi gereken daha birçok kanıtlama şekli olacaktır. Bununla birlikte, bu çeşitler ne olursa olsun, söz konusu olan, her koşulda akıp giden ve kavramın ya da ikinci bilgi türünün Ethica’sını oluşturan aynı ırmaktır. Bu nedenle, notların diğer öğelerden farkının daha önemli olduğunu düşünürüz, çünkü son kertede kanıtlama öğeleri arasındaki farkları açıklayan odur. Notların yeraltı faaliyeti olmadan ırmak bunca macera yaşamayacaktır. Kanıtlamaları duraklara ayıran dönemeçleri sağlayan notlardır. Çeşitliliği içinde bütün kavram Ethica’sının, kendine özgülükleri içinde bir göstergeler Ethica’sına ihtiyacı vardır. Kanıtlamaların seyrinin çeşitliliği, notların sarsıntılarını ve itişlerini tek tek karşılamaz ama yine de onları varsayar, onları kuşatır.

Ama belki de, V. kitabın temsil ettiği, V. kitapta ya da en azından V. kitabın büyük bir kısmında somutlaşan bir başka Ethica daha vardır. Yani bütün seyir boyunca birlikte varolan diğer ikisi gibi değildir; belirli bir yeri, sonuncuyu kaplar. Başından beri de öyledir, odak gibidir, ortaya çıkmadan önce zaten etkili olan odak noktası gibidir. V. kitabı diğer tüm kitaplarla birlikte yayılan bir biçimde kavramak gerekir; oraya varılıyormuş gibi görünür, ama o sürekli, her zaman oradadır. Bu Spinoza’nın mantığının üçüncü öğesidir: Göstergeler ya da duygular ve kavramlar değil, Özler ya da Tekillikler, Algılar. Bu ışığın üçüncü halidir. Gölge göstergeleri ve renk olarak ışık değil, kendisi olarak ve kendisi için ışık. Ortak mefhumlar (kavramlar) bedenlerden geçip onları saydamlaştıran ışık tarafından ifşa edilirler; o halde, canlı oldukları ölçüde Desargues tarzında bir izdüşümsel geometrinin gereklerine tabi, izdüşümsel bir mekân içinde dönüştürülebilir ve biçimsizleştirilebilir olmaları ölçüsünde daha canlı olan geometrik şekillere ya da yapılara (fabrica) gönderirler. Ama özlerin doğası bambaşkadır: Töz itibariyle Işık saçanın ürettiği saf ışık şekilleri (ışığın ifşa ettiği geometrik şekiller değil).6 Platoncu hatta Kartezyen fikirlerin ‘’dokunsal-optik’’ kaldığı çoğu zaman fark edilmiştir: Saf bir optik dünyaya yükselmek Platon’a göre Plotin’in, Descartes’a göre de Spinoza’nın işidir. İzdüşüm ilişkileriyle ilgileri oldukları ölçüde ortak mefhumlar (hala asgari düzeyde dokunsal göndermeyi korumalarına rağmen) şimdiden optik şekillerdir. Ama özler ışığın saf şekilleridir: Kendilerinde ‘’temaşa’’dırlar, yani Tanrının, öznenin ya da nesnenin (algılar) bir birliği içinde temaşa edildikleri kadar temaşa ederler. Ortak mefhumlar göreli hızları oluşturan hareket ve durağanlık ilişkilerine gönderirler; özlerse terine, mekanı izdüşümlerle oluşturmayıp onu bir kerede, tek hamleyle dolduran mutlak hızlardır.7 Jules Lagneau’nun en dikkate değer katkılarından biri, Spinoza’nın kavradığı şekliyle düşüncedeki hızların önemini göstermiş olmaktır, buna karşın Lagneau mutlak hızı göreli bir hıza indirger.8 Bunlar yine de özlerin iki karakteridir: Artık göreli değil mutlak olan hız, artık ışığın ifşa ettiği geometrik şekiller değil ışık şekilleri. Göreli hız, etkilenişlerle duyguların hızıdır: Mekân içinde bir bedenin bir başkası üstündeki eyleminin hızı. Mefhumların yakaladığı şey, göreli hızlar arasındaki ilişkilerdir. Ama mutlak hız, bir özün ebediyet içinde duygularının ve etkilenişlerinin üstünden geçme şeklidir (güç hız).

V. kitabın tek başına üçüncü bir Ethica oluşturması için, kendine özgü bir nesnesinin olması yeterli değildir, diğer ikisinden farklı bir yöntem izlemesi gerekir. Yalnızca kanıtlayıcı öğeler ve notlar sunduğuna göre farklı bir yöntem izlemesi söz konusu değil gibi gözüküyor. Bununla birlikte, okuyucu, geometrik yöntemin burada, onu V. kitabın yalnızca eğreti bir versiyon, bir müsvette olduğuna neredeyse inandıracak, vahşi ve alışılmamış bir havaya büründüğü izlenimini edinir: Önermeler ve kanıtlamaların içinden öyle şiddetli boşluklar geçer, o kadar çok eksilti ve büzüşme içerirler ki, tasımların yerini basit ‘’örtük tasımlar’’ (enthymémes) almış gibi görünür.9 Ve V. kitabı okudukça, bu belirtilerin, yöntem uygulanışındaki eksikler veya kestirme gidişler değil, her gidimlilik ve tümdengelim düzenini aştıkları ölçüde özlere tamamen uygun oldukları görülür. Bunlar basitçe olguların yöntemleri değil, topyekûn hukuki bir usuldür. Öyle ki, kavramlar düzeyindeki geometrik yöntem tamlık ve doygunluk getiren bir sergileme yöntemidir: Bu nedenlerdir ki ortak mefhumlar, bir aksiyom sistemindeki gibi, bir ortak mefhuma fiili olarak nasıl varıldığını sorgulamamıza gerek kalmadan, en evrensellerinden yola çıkarak, kendileri için göz önüne serilmişlerdir. Ama V. kitabın geometrik yöntemi, sergileyen akıl sahibi bir insandan çok aranan bir köpek tarzında, aralıklar ve atlamalarla, boşluklar ve büzüşmelerle işleyecek bir icat yöntemidir. ‘’Karar verilemez’’ içinde hareket ettiği ölçüde belki de her kanıtlamayı aşmaktadır.

Matematikçiler kendilerini bir aksiyom sisteminin kurulmasına adamadıklarında, icat biçemleri tuhaf kudretler sunar ve tümdengelim zincirleri ya geniş kesikliklerle kopmuştur ya da tersine, şiddetli bir şekilde büzüşmüştür. Kimse Desargues’ın dehasını inkâr etmiyordu, ama Huyghens ya da Descartes gibi matematikçiler onu anlamakta güçlük çekiyorlardı. Her düzlemin bir noktada ‘’kutupsal’’ ve her noktanın bir düzlemin ‘’kutbu’’ olduğunu kanıtlaması o kadar hızlıdır ki, kanıtın üstünden atlayıp geçtiği her şeyi yerine koymak gerekir. Hiç kimse çift sayıları bir o kadar anlayışsızlıkla karşılanan Evariste Galois’dan daha iyi, matematikte tekil özler yakalayan bu sarsıcı, yerinde duramayan, çarpıcı düşünceyi betimlememiştir: Analistler, ‘’tümden gelmiyorlar, birleşiyorlar, bileştiriliyorlar; hakikate vardıklarında, onu sağa sola çarparak buluyorlar’’. 10 Ve bir kez daha, bu karakterler sergilemede ‘’daha hızlı’’ gitmek için basit eksiklikler olarak değil, mutlak bir hız kazanın yeni bir düşünce düzeninin güçleri olarak ortaya çıkar. Bize öyle geliyor ki, V. kitap, ilk dört kitap boyunca ortak mefhumlar yoluyla gelişen düşünceye indirgenemeyecek olan, bu düşüncenin belirtisidir. Blanchot’nun söylediği gibi, kitapların bağlantılı olduğu şey ‘’kitabın yokluğu’’ ise (ya da kanlı canlı daha gizli bir kitapsa), V. kitap, içinde göstergelerle kavramların yok olduğu ve şeylerin mekan aralıklarını aşarak kendileri olarak ve kendileri için yazılamaya koyulduğu bu yokluk ya da bu giz olabilir.

Örneğin 10. önerme: ‘’Doğamıza ters gelen duygular bizi rahatsız etmediği sürece, anlam yetisinin göreli bir düzenine göre bedenin etkilenişlerini düzene sokma ve birbirine zincirleme kudretimiz olur. ‘’Bu, yan önermeyle temel önerme arasında ortaya çıkan devasa bir fay, bir aralıktır; zira doğamıza ters olan duygular her şeyden önce ortak mefhumlar oluşturmamızı engeller, çünkü bizimkine uymayan bedene bağlıdırlar; tersine, bir bedenin bizimkine uyduğu ve güzümüzü arttırdığı (sevinç) her defasında, etkilenişlerin etkin bir düzeninin ve zincirlenişinin doğacağı, iki bedene ortak bir mefhum oluşturulabilir. İsteyerek oyulan bu fayın içinde, iki beden arasındaki uyum ve az sayıda ortak mefhum fikirlerinin ancak örtük bir mevcudiyeti vardır ve her ikisi de ancak eksik bir zincir eski biçimine göre yeniden kurulduğunda ortaya çıkar: Çifte aralık. Bu yeniden kurma gerçekleştirilmediği, bu boşluk doldurulmadığı taktide, yalnızca kanıtlama sonucu ulaşmamakla kalmaz, biz de tümel sorun konusunda sonsuza dek kararsız kalırız: Herhangi bir ortak mefhum oluşturmayı nasıl başarırız? Ve neden en az evrensel (bizimkisiyle bir başka bedende ortak olan) bir mefhum söz konusudur? Aralığın, boşluğun işlevi, oldukları haliyle aralıklı öğeleri azami düzeyde birbirine yaklaştırmak ve böylelikle mutlak bir üstünden geçiş hızı sağlamaktır. Hızlar mutlak olabilir, yine de az ya da çok yüksektirler. Mutlak bir hızın yüksekliği tam olarak bir kerede aştığı mesafeyle, yani kuşattığı, üstünden geçtiği ya da ima ettiği aracıların sayısıyla (burada en az iki) ölçülür. Üçüncü türün olumlu karakterleri olarak her zaman sıçramalar, boşluklar ve kesintiler vardır.

Bir başka örnek, bu kez büzüşmeyle, en evrensel ortak mefhum olarak Tanrı fikrinden en tekil öz olarak Tanrı fikrine geçildiği 14. ve 22. önermelerle verilecektir. Adeta (en yüksek) göreli hızdan mutlak hıza atlanır. Son olarak, az sayıda örnekle yetinmek için, 30. kanıtlama, tepeleri ışık şekilleri (ben, Dünya ve Tanrı) olan ve mesafeler şeklindeki kenarları, en yüksek hız olduğu ortaya çıkacak mutlak bir hızla katedilmiş olan bir tür yüce üçgen çizer, ama noktaların yardımıyla. V. kitabın özel karakterleri, önceki kitapların yöntemini aşma şekli her zaman şuna gönderir: ışık şekillerinin mutlak hızı.

Tanımların, aksiyomların ve postülaların, kanıtlamaların ve önerme sonuçlarının Ethica’sı, kendi seyrini geliştiren bir ırmak-kitaptır. Ama notların Ethica’sı bir ateş kitabı, bir yeraltı kitabıdır. V. kitabın Ethica’sı şimşeklerle hareket eden bir hava, ışık kitabıdır. Bir gösterge mantığı, bir kavram mantığı, bir öz mantığı: Gölge, Renk, Işık. Üç Ethica’nın her biri, doğa farklılıklarına rağmen, diğerleriyle birlikte varolur ve diğerlerinde sürer. Tek ve aynı dünyadır. Her biri onları ayıran boşluğu aşmak için köprüler uzatır.
Gilles Deleuze – Kritik ve Klinik s. 173-188

1. Yvonne Toros, (Spinoza et I’espace projetif, tez Paris-VIII) Spinoza’ya ilham veren geometrinin Descartes’ın hatta Hobbes’un geometrisi değil, Desargues tarzında izdüşümsel bir optik geometri olduğunu göstermek için çeşitli argümanlar ortaya sürer. Bu argümanlar kesin gibi görünmekte ve göreceğimiz gibi Spinozacılığa yeni bir anlayış kazandırmaktadır. Önceki bir çalışmasında (Espace et transformation: Spinoza, Paris-I), Y. Toros Spinoza ile Vermeer’i karşılaştırıyor ve Traité de I’arc-en-ciel’e bağlı olarak izdüşümsel bir renk kuramı geliştiriyordu.
2. Goethe, Traité des couleurs, Ed. Triades, S 494.
3. Bkz. Ungaretti (Vermeer): ‘’Kendinde bir renk olarak, ışık olarak gördüğü renk ve görüldüğü zaman, gölgesini de gördüğü, yalıttığı renk…’’
4. Aiskhylos, Agamemnon, 495-500
5. bkz. Robert Sasso 1978
6. Bilim bu geometrik şekiller ve ışık şekilleri sorunuyla karşılaşmaktadır (böylece Dureé et simultaneite, V. bölüm içinde, Bergson, Görecelilik Kuramı’nın, ışık şekillerinin, geleneksel olarak katı geometrik şekillerin altında yer almasını alt üst ettiğini söyleyebilir). Sanatta, ressam Delaunay ışık şekillerini, kübizmin olduğu kadar soyut sanatın geometrik şekilleriyle karşılaştırır.
7. Yvonne Toros (VI. Böl.) Desargues geometrisinin tam olarak iki yönünü ya da iki ilkesini belirtir: Biri izdüşümlerle ilgili olan homoloji ilkesi; diğeri, çizginin noktayı, noktanın düzlemi karşılamasıyla ilgili, ‘’ikilik’’ ilkesi olarak adlandırılacak ilkedir. Paralelim, işte burada yani bir anlayış kazanır, çünkü düşüncedeki bir noktayla (Tanrı fikri) uzamdaki sonsuz bir gelişim arasında kurulur.
8. Jules Lagneau, (eşdeğeri ancak müzikte bulunan ve mutlaktan çok göreliye dayanan ‘’düşüncenin hızlılığı’’)
9. Bkz. Aristoteles, Premiers analytiques, II, 27 (Birinci Çözümlemeler, Dost Yay.): Örtük tasım, öncüllerinden birinin örtülü, gizli, çıkarılmış, silinmiş olduğu bir tasımdır. Leibniz sorunu yeniden ele alır ve boşluğun yalnızca sunumda değil, bizzat düşüncemizde de olduğunu ve ‘’sonucun kuvvetinin kısmen çıkarılan şeyden ibaret olduğunu’’ gösterir.
10. Bkz. Galois’nın metinleri André Dalmas, Evariste Galois içinde, Fasquelle, s. 121 ve 122 (‘’Sürekli olarak hesaplamaların ilerleyişini göstermek ve onları hiçbir zaman gerçekleştirmeden sonuçlarını öngörmek zorundayız’’) s. 132 (‘’bu nedenle, bu iki anıda ve özellikle de ikincisinde, bilmiyorum sözüyle sık karşılaşılır…’’) O halde, olduğu halde düşüncede boşluk, silinme ve büzüşme kipleriyle tanımlanacak bir biçem matematikte bile olacaktır. Bu bakımdan G. G. Granger içinde değerli bilgiler bulunur. Buna karşın yazar matematikteki biçeme dair bambaşka bir görüş edinmektedir (s. 20-21)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder