Çehov, La noce, Pl”iade I, s. 618
İlk
okuyuşta, Ethica’nın, benzersiz bir
kudretin ve bir dinginliğin, tanımlardan, aksiyomlardan, postülalardan,
önermelerden, kanıtlamalardan, önerme sonuçlarından ve notlardan tekrar tekrar
geçip bütünü görkemli seyrine sürükleyerek neredeyse dosdoğru giden sürekli bir
uzun hareket gibi göründüğü olabilir. Kâh yayılan kâh bin kola ayrılan bir
ırmak gibidir; kâh hızlanır, kâh yavaşlar, ama kökten birliğini hep sürdürür.
Ve öyle görünüyor ki, Spinoza’nın, görünüşte okulda öğrenilmiş olan Latincesi
yaşı belli olmayan ve ebedi ırmağı takip eden gemiyi oluştur. Ama okuyucuyu
heyecan kapladığı ölçüde ya da ikinci bir okuma sonucunda, bu iki izlenimin
yanlış olduğu ortaya çıkar. Dünyanın en büyük kitaplarından biri olan bu kitap,
ilk başta sanıldığı gibi değildir: Homojen, düz, sürekli, dingin, gemiler için
elverişli, saf anlatım ve biçemsiz değildir.
Ethica, yalnızca
içerik değil, ifade biçimi de olan üç öğe sunar: Göstergeler ya da duygular;
Mefhumlar ya da kavramlar; Özler ya da algılar. Bunlar aynı zamanda varoluş ve
ifade tarzları da olan üç bilgi türüne tekabül eder.
Spinoza’ya
göre, bir gösterge birçok anlama sahip olabilir. Ama her zaman bir etkidir. Bir etki öncelikle, bir bedenin
bir başkası üzerindeki izi, bir başka bedenin eylemine maruz kaldığında ortaya
çıkan bir beden durumudur: Bu bir affectio’dur,
örneğin güneşin bedenimiz üzerindeki etkisinin etkilenen bedenin doğasını
‘’işaret etmesi’’ ve yalnızca etkileyen bedenin doğasını ‘’kuşatması’’ gibi.
Etkilenişlerimizi (affection) sahip olduğumuz fikirlerle, duyumlar veya
algılarla, ısı, renk duyumlarıyla, biçim ve mesafe algısıyla biliriz (güneş yukarıdadır,
altın bir disktir, iki yüz adım bir mesafedir…). Onlara rahatlıkla basamaklı göstergeler adını verebiliriz,
çünkü zamanın bir anındaki durumumuzu belirtirler ve böylelikle başka tipteki
göstergelerden ayrılabilirler: Öyle ki, fiili durum her zaman süremizin bir
kesitidir ve bu sıfatla, ne kadar yakın olursa olsun bir önceki duruma göre,
süre içindeki varoluşumuzda bir artışı ya da azalışı, bir yayılmayı ya da
sınırlanmayı belirler. İki durumu düşünceye dayanan bir işlemle
karşılaştırmayız, ama her etkileniş durumu, ‘’fazlasına’’ ya da ‘’azına’’ bir
geçişi belirler: Güneşin ısısı beni doldurur ya da tersine yakışı beni iter. O
halde etkileniş yalnızca bir cismin benim bedenim üzerindeki anlık etkisi
değildir, kendi sürem üzerinde de bir etkisi vardır, zevk veya acı, sevinç veya
keder. Bunlar bir durumdan bir başkasına intikal eden geçişler, oluşlar,
yükselişler ve düşüşler, gücün sürekli değişimleridir: Bunlar daha doğru olarak
artık etkilenişler değil, duygular
(affects) olarak adlandırılacaktır. Bunlar büyüme ve küçülme
göstergeleridir, etkilenişler, duyumlar ya da algılar gibi basamaklı değil,
(sevinç-keder tipinde) vektörel
göstergelerdir.
Aslında,
çok daha fazla sayıda gösterge tipi vardır. Basamaklı göstergelerin başlıca
dört tipi vardır: İlk olarak, nedenlerinin doğasını kuşatmaktan başka bir şey
yapmayan duyumsal ya da algısal olan fiziksel etkiler, esas olarak belirticidir ve başka bir şeyden çok
kendi doğamızı işaret ederler. İkinci olarak, bizim doğamız, sonlu olan, onu
etkileyen şeyden sadece şu ya da bu seçilmiş özelliği alıkoyar (iki ayağı
üzerinde duran ya da akıl yürüten ya da gülen hayvan olarak insan). Bunlar soyutlayıcı göstergelerdir. Üçüncü
olarak, gösterge her zaman etki olduğundan, etkiyi bir erek ya da etki fikrini
neden sanırız (güneş ısıttığına göre, bizi ısıtmak ‘’için’’ varolduğunu
sanırız; meyvenin acı bir tadı olduğuna göre, Âdem yenmemesi ‘’gerektiğini’’
sanır). Bu kez, bunlar ahlaksal etkiler ya da buyurucu göstergelerdir: Bu meyveden yeme! Güneşe çık! Son olarak,
basamaklı göstergeler imgesel etkilerdir: Duyum ve algılarımız, bize onların
nihai nedeni olacak duyular ötesi varlıkları düşündürürler ve biz de
karşılığında bu varlıkları bizi etkileyenin ölçüsüzce büyütülmüş imgesinde
düşünürüz (sonsuz güneş olarak ya da Prens veya Yasa Koyucu olarak Tanrı). Bunlar hermenötik ya da yorumlayıcı
göstergelerdir. En büyük gösterge
uzmanları olan peygamberler soyutlayıcı, buyurucu ve yorumlayıcı göstergeleri
pek güzel birleştirirler. Tanrıbilimsel-Siyasal
Çalışma’nın ünlü bir bölümü, bu bakımdan komiğin gücüyle çözümlemenin
derinliğini birleştirir. O halde etkilenişin basamaklı dört tane göstergesi
vardır ki bunlar şöyle adlandırılabilir: duyulur belirtiler (indice), mantıksal
ikonlar, ahlaksal simgeler, metafiziksel idoller.
Vektörün
artma ya da azalma, yükselme ya da alçalma vektörü, sevinç ya da keder olmasına
göre, iki tür vektörel duygu göstergesi daha vardır. Bu iki gösterge türü
yükseltici güçler ya da alçaltıcı kölelikler adını alacaktır. Bir etkileniş
bizim gücümüzü hem arttırıp hem azalttığında ya da bize hem sevinç hem keder
hissettirdiğinde bunlara üçüncü bir tür, muğlak veya oynak göstergeler de
eklenebilir. O halde durmadan birleşen altı ya da yedi gösterge vardır.
Özellikle basamaklı olanlar zorunlu olarak vektörel olanlarla birleşirler.
Duygular her zaman kaynaklanacakları etkilenişler gerektirirler, ama onlara
indirgenemezler.
Tüm
bu göstergelerin ortak karakterleri, biraradalık, değişkenlik ve ikircillik ya
da analojidir. Etkilenişler, bedenler arasındaki biraraya gelme zincirlerine
göre değişir (güneş kili sertleştirir ve balmumunu eritir, at savaşçı ve köylü
için aynı şey değildir). Bizzat ahlaksal etkiler de halklara göre değişir ve
peygamberlerin her birinin, hayalgüçlerinin karşıladığı kişisel göstergeleri
vardır. Yorumlara gelince, bir veriyle verili olmayan bir şey arasındaki
değişken çağrışıma göre tamamıyla ikircildirler. Bu, Tanrıya, bizim akıl ve
irademizin büyütülmüş imgesi olan sonsuz bir akıl ve irade yükleyen ikircil bir
dil ya da analoji dilidir: Bu ikircilliğin benzeri havlayan köpekle gökteki
Köpek takımyıldızı arasında da bulunur. Sözcükler gibi göstergeler de
uzlaşımsalsa, bunun nedeni tam olarak, doğal göstergeler üstünde etkili
olmaları ve onların yalnızca değişebilirliklerini ve ikircilliklerini
sınıflamalarıdır: Uzlaşımsal göstergeler değişken çağrışım zincirleri için
göreli bir değişmez tespit eden Soyutlardır. O halde, uzlaşımsal-doğal ayırım,
göstergeler için, ‘sosyal devlet-doğal devlet’ durumundan daha belirleyici
değildir; vektörel göstergeler bile, ödüller (artma) ve cezalar (azalma) gibi
uzlaşımlara bağlı olabilir. Genel olarak vektörel göstergeler, yani duygular
etkilenişler kadar çeşitli çağrışımlar içine girerler: Bedenin bir kısmı için
çoğalma olan başka bir kısmı için azalma olabilir, birinin köleliği diğerinin
gücüdür ve bir yükselişin ardından bir düşüş ya da bir düşüşün ardından bir
yükseliş gelebilir.
Göstergeler,
nesnelerin doğrudan göndergesine sahip
değildir. Birbirlerine gönderenler bedenin durumları (etkilenişler) ve güç
değişimleridir (duygular). Gönderge
olarak, Tesadüfün ya da bedenler arasındaki raslantısal karşılaşmanın düzenine
göre, belirsiz beden karışımları ve kapalı güç değişimleri vardır. Göstergeler
etkilerdir: Mekân içinde bir bedenin bir başkası üstündeki etkisi, ya da
etkileniş; bir etkilenişin süre üstündeki etkisi ya da duygu. Stoacıların
ardından, Spinoza nedenselliği apayrı iki zincire böler: Kendi aralarındaki
nedenleri de kavramak koşuluyla, kendi aralarındaki etkiler. Göstergelerin
göstergelere göndermesi gibi, etkiler de etkilere gönderir: Öncüllerinden ayrı
vargılar. Bu nedenledir ki, ‘’etkiyi’’ yalnızca nedensel olarak değil, optik
olarak da anlamak gerekir. Etkiler ya da göstergeler, cisimlerin yüzeyinde, her
zaman iki cisim arasında oynayan gölgelerdir.
Gölge her zaman kenardadır. Bir cisme gölge eden her zaman bir başka cisimdir.
Bu nedenle, cisimleri üstümüzdeki gölgeleriyle tanırız ve kendimizle bedenimizi
de kendi gölgemizden tanırız. Göstergeler, tesadüfen çarpışan şeylerle dolu bir
mekândaki ışık etkileridir. Spinoza
esasen Leibniz’den ayrılıyorsa, bunun nedeni, barok bir düşünceye yakın olan
Leibniz’in, Gölgede (‘’fuscum subnigrum’’) ışık-gölgenin, renklerin ve hatta
ışığın çıkacağı bir matris, bir öncül görmesidir. Spinoza’da, tersine, her şey
ışıktır ve gölge yalnızca gölgedendir, basit bir ışık etkisi, ışığın onu
yansıtan (etkileniş) ya da emen (duygu) bedeneler üstündeki bir sınırıdır: Bu,
Baroktan çok Bizans’a yakındır. Kırmızının birikimiyle gölge derecelerinden
çıkan bir ışık yerine, mavi gölgenin derecelerini yaratan bir ışık vardır.
Işık-gölge bizzat gölgenin bir aydınlatma ya da karartma etkisidir:
Işık-gölgenin derecelerini oluşturan güç değişimleri ya da vektörel
göstergelerdir, gücün artması bir aydınlanama azalmasıysa bir kararmadır.
Ethica’nın
ikinci öğesi göz önüne alındığında, göstergelerle belirleyici bir karşıtlığın
ortaya çıktığı görülür: Ortak mefhumlar
nesne kavramlarıdır ve nesneler nedenlerdir. Işık, gölge oluşturan cisimler
tarafından yansıtılmış ya da emilmiş değildir, içsel ‘’yapıyı’’ (fabrica) ifşa ederek cisimleri saydamlaştırır. Bu,
ışığın ikinci yönüdür; ve anlama yetisi, cisim yapılarının doğru
anlaşılmasıdır, oysa imgelem yalnızca bir cismin bir başkası üstündeki gölgesinin
yakalanmasıdır. Burada da optik vardır, ama bu, optik bir geometridir. Yapı
gerçekten geometriktir ve somut, ama neden gibi hareket eden, biçim kazanan ve
kaybeden çizgilerden ibarettir. Yapıyı oluşturan, saydam bir cisim
olabildiğince küçük kısımları arasında kurulan, hareket ile durağanlığın, hız
ile yavaşlığın bileşik ilişkisidir. Kısımlar her zaman az ya da çok büyük
sonsuzluklar olarak işlediğinden, her bedende bileşen ve ayrışan bir ilişkiler
sonsuzluğu vardır, öyle ki beden de, yeni bir birleşik ilişki altında, daha
geniş bir bedenin içine girer ya da tersine, bileşen ilişkileri altında daha
küçük bedenleri ortaya çıkarır. Tarzlar, ışığın içinde değişken hızlarla
dönüşen ve biçimsizleşen geometrik, ama akıcı yapılardır. Yapı ritimdir,
ilişkilerini bileştiren ve ayrıştıran şekillerin zincirlenmesidir. İlişkiler
ayrıştığında bedenler arasındaki uyuşmazlıkların ve ilişkiler yeni bir ilişkide
bileştiklerinde uyuşumların nedenidir. Ama bu eş zamanlı bir çifte yöndür.
Kilüs ile lenf, bir zehir kanı ayrıştırmadığı takdirde, bileşik bir ilişki
altında kanı oluşturan iki ilişki içindeki iki bedendir. Şayet yüzmeyi yada
dans etmeyi öğreniyorsam, hareketlerimle durağanlıklarımın, hızlarımla
yavaşlıklarımın, kısa ya da uzun süren bir uyum sağlamasıyla, denizin ya da
partnerinkilerle ortak bir ritim tutturması gerekir. Yapı her zaman ortak
birçok cismi barındırır ve bir nesne kavramına, yani ortak bir mefhuma
gönderir. Yapı ya da nesne en az iki
cisimden oluşmuştur, onların her biri de iki ya da daha çok cisimden
oluşarak sonsuza doğru gider ve diğer yönde, git gide genişleyerek ve daha
bileşik cisimler halinde birleşirler, ta ki bütün Doğanın biricik nesnesine,
sonsuzca dönüştürülebilir ve biçimsizleştirilebilir yapıya, evrensel ritme, Facies totius Naturae’ye, sonsuz tarza
varıncaya kadar. Ortak mefhumlar evrenseldir, ama en az iki bedenin ya da
mümkün olan tüm cisimlerin kavramını oluşturmalarına göre ‘’az ya da çok’’
evrenseldir (mekân içindeki varlık, hareket ve durağanlık içindeki varlık…).
Böyle
anlaşıldığında, tarzlar izdüşümleridir. Ya da daha ziyade bir nesnenin
değişimleri, onların sabitleri olarak (evrim oluşturanın tersine gelişme), bir
hareket ve durağanlık ilişkisini kuşatan
izdüşümleridir. Ve her ilişki, her defasında değişen bir düzen içinde sonsuzca
tüm diğerleriyle tamamlandığından, bu düzen bütün Doğanın yüzünü ya da tüm
ilişkilerin ilişkisini her defasında kuşatan profil ya da iz düşümüdür. 1
Işığın
izdüşümü olarak tarzlar, aynı zamanda renkler, renklendirici nedenlerdir. Renkler bütünleyicilik ve kontrast
ilişkilerine girerler, öyle ki her biri, en uç noktada, bütünü yeniden
oluşturur ve tüm renkler bir bileşim düzenine göre beyaz (sonsuz tarz) içinde
toplanır ya da ayrışma düzeni içinde beyazdan çıkarlar. Goethe’nin beyazla
ilgili olarak söylediğini her renk için söylemek gerekir: Saf saydama özgü
saydamsızlık.2 Somut ve düz bir çizgide ilerleyen yapı zorunlu olarak
renklidir, çünkü o, ışık cismi saydamlaştırdığında ortaya çıkan
saydamsızlıktır. Böylece, renk ile gölge,
renklendirici neden ile gölge etkisi
arasındaki bir doğa farkı doğrulanmış olur, biri ışığı upuygun şekilde
‘’sonlandırır’’, diğeri onu upuygun olmayan içinde ortadan kaldırır. Vermeer
hakkında, onun ışık-gölge yerine renklerin bütünleyiciliğini ve kontrastını
koyduğu söylenebilir. Gölge ortadan kalkmaz, ama nedeninin yalıtılabilir bir
etkisi, ayrı bir sonuç, renklerden ve onların ilişkilerinden ayrı, harici bir
gösterge olarak kalır.3 Vermeer’de, gölgenin, kaynaklandığı ışıklı fonu
çerçevelemek ya da onu kenar çekmek için ayrıldığı ve öne taşındığı görülür
(‘’sütçü’’, ‘’inci kolye’’, ‘’aşk mektubu’’). Vermeer bu yolla ışık-gölge
geleneğinin karşısında durur; ve tüm bu bakımdan Spinoza Rembrandt’tan çok
Vermeer’e daha yakın kalır.
O
halde göstergelerle kavramlar arasındaki ayrım Aiskhylos’ta olduğu kadar
indirgenemez, ortadan kaldırılamaz olarak kalır: ‘’Artık kendisini dilsiz bir
anlatımla ya da bir dorukta yanan bir ateşin dumanıyla değil, açık terimlerle
ifade edecektir…’’4 Göstergeler ya da duygular, upuygun olmayan fikirler ve
tutkulardır; ortak mefhumlar ya da kavramlar, gerçek eylemlerin kaynaklandığı
upuygun fikirlerdir. Nedenselliğin bölümlenmesiyle ilgili olarak, fiziksel
cisimlerin basit tesadüfi karşılaşması şeklinde bir düzene bağlı olan bir çağrışım zincirine göre, etkilerin
etkilere göndermesi gibi göstergeler de göstergelere gönderir. Ama kavramların
kavramlara ya da nedenlerin nedenlere göndermesi, ilişkilerin ya da oranların
zorunlu düzeniyle, onların dönüşüm ve biçimsizleşmelerinin belirli
ardışıklığıyla belirlenmiş otomatik olduğu söylenen zincirlenmeye göre olur. O
halde öyle görünüyor ki, sandığımızın aksine, göstergeler ya da duygular, Ethica’nın olumlu bir öğesi, dahası bir
ifade biçimi değildir ve olamaz. Oluşturdukları bilgi türü bir bilgi olmaktan
çok cisimler arası karışımların bulanık fikirlerinin, filan karışımdan kaçınıp
bir başkasının aranmasıyla ilgili ham emir kiplerinin ve bu durumların az ya da
çok sabuklamalı yorumlarının rastgele bulunduğu bir deneyimdir. Bir ifade
biçiminden çok duygusal, maddi dildir ve kavramın söyleminden çok çığlıklara
benzer. O halde öyle görünüyor ki, göstergeler-duygular Ethica’da rol oynuyorsa, bu yalnızca sertçe eleştirilmiş, kınanmış,
ışığın üstünde belirdiği ya da içinde sönüp gittiği karanlıklarına yollanmış
olmak içindir.
Ne
var ki, böyle olmaz. Ethica’nın II.
kitabı, ortak mefhumların ‘’en evrensellerinden’’ (tüm bedenlere uyanlardan)
başlayarak sergiler: Kavramların zaten verili olduğunu varsayar, göstergelere
hiçbir şey borçlu olmadıkları izlenimi bundan kaynaklanır. Ama bir kavaramı
oluşturmayı nasıl başardığımız ya da
etkilerden nedenlere nasıl çıktığımız sorulduğunda, en azından bazı
göstergelerin bizim için sıçrama tahtası görevi görmesi ve bazı duyguların bize
gerekli atılımı sağlaması gerekir (V. kitap). Bizim bedenimizle uyumlu olan ve
bize sevinç veren, yani gücümüzü arttıran kimi cisimlerin fikrini, bedenler
arasındaki tesadüfi karşılaşma içinden seçebiliriz. Ve ancak gücümüz, kuşkusuz
herkese göre değişen, belli bir noktaya kadar, yeterinde arttığındandır ki, bu
güce sahip oluruz ve en az evrensel olan kavramdan başlayarak (bedenimizin bir başkasıyla uyuşması), ilişkilerin
bileşim değerine göre, sonra git gide genişleyen kavramlara erişmek üzere, bir
kavram oluşturmaya muktedir hale geliriz. O halde tutkusal duyguların ve
onların bağlı oldukları fikirlerin bir seçimi
vardır, bu seçim güç artışının vektörel göstergeleri olan sevinçleri açığa
çıkarırken, azalma göstergeleri olan kederi püskürtmelidir: Duyguların bu
seçimi, ilk bilgi türünden çıkıp yeterli bir güç edinerek kavrama ulaşmanın
koşulunun kendisidir. Artış göstergeleri tutkular olarak kalırken,
varsaydıkları fikirler de eksik kalır: Aynı zamanda mefhumların habercileri,
karanlık öncüleridirler. Üstelik ortak mefhumlara erişildiğinde ve bunlardan
yeni bir tipte etkin duygular olarak eylemeler doğduğunda, upuygun olmayan
fikirler ve tutkusal duygular, yani göstergeler, hatta kaçınılmaz kederler bile
yine de ortadan kalkmayacaktır. Varlıklarını sürdürecekler, mefhumlarla
birlikte varolacaklar, ama mefhumlar ve eylemler yararına dışlayıcı ve baskıcı
karakterlerini yitireceklerdir. O halde, göstergeler de kavramları hem
hazırlayan hem de eşleyen bir şey vardır. Işık ışınları, gölgedeyken işlemeyi
sürdüren bu süreçler tarafından hem hazırlanmış, hem de eşlik edilmiştir.
Spinoza’da ışık-gölge değerleri yeniden
işin içine girer, çünkü tutku olarak sevinç bizi mefhumların ışığına
götüren bir aydınlanma göstergesidir. Ve Ethica,
göstergeler yoluyla, yokluğunda birinci türe mahkûm kalacağımız kaçınılmaz
seçimi gerçekleştirmeye bir tek kendisinin muktedir olduğu tutkusal bir ifade
biçiminden vazgeçemez.
Bu
seçim çok zor, çok güçtür. Öyle ki sevinçler ve kederler, artışlar ve
azalışlar, aydınlanmalar ve kararmalar çoğu zaman belirsiz, kısmi, değişken, birbirine
karışmış durumdadır. Ve özellikle de, Kudretlerini ancak kader ve acı,
diğerlerindeki güç azalışı, dünyanın kararması üstüne kuran birçok insan
vardır: keder sanki bir sevinç vaadiymiş, hatta bizzat sevinçmiş gibi
davranırlar. Keder, kölelik ya da güçsüzlük, ölüm kültünü yaratırlar.
Hastalandırdıkları ruhlara idealler ve sevinçler olarak sundukları keder
göstergelerini yaymayı ve dayatmayı bırakmazlar. Korkunç ikili, Despot ile
Rahip, yaşamın korkunç ‘’yargıçları’’ böyledir. Kavramın doğuşunun ilk şartı
olarak göstergelerin ya da duyguların seçimi, o halde yalnızca kişinin kendi
üstünde göstermesi gereken şahsi çaba (Us) anlamına değil, sonunda ölmek
pahasına da olsa, bizi gölgeden çıkarıp tür değiştirmemizi sağlayacak olan
azıcık sevincin kurtulması için göstergelerin göstergelere meydan okuduğu ve duyguların
duygularla çarpıştığı tutkusal bir mücadele, sürüp giden duygusal bir kavga
anlamına da gelir. Göstergeler dilinin çığlıkları tutkuların, sevinçlerle
kederlerin, güç artışlarıyla azalışlarının bu mücadelesini belirler.
Ethica, en
azından neredeyse bütün Ethica, en
genellerinden başlayıp durmadan vargılarını geliştirme yoluyla ortak
mefhumlarla yazılmıştır. Ortak mefhumların ediniliş ya da verili olduğunu
varsayar. Ethica, kavramın
söylemidir. Gidimli ve tümdengelimli bir sistemdir. Sakin ve güçlü, uzun bir
ırmak görünümü bundan kaynaklanır. Tanımlar, aksiyomlar, postülalar, önermeler,
kanıtlamalar ve önerme sonuçları görkemli bir seyir oluşturur. Bu öğelerden
biri ya da diğeri upuygun olmayan fikirleri ya da tutkuları işlediğinde, bu
onların yetersizliğini ihbar etmek, kıyılardaki onca birikinti gibi onları
mümkün olduğunca geri itmek içindir. Ama başka bir öğe vardır ki, o öncekilerle
ancak görünüşte aynı doğadadır. Bunlar, kanıtlama zincirinin içine yine de
giren, ama okuyucunun bambaşka bir tona sahip olduğunu hemen fark ettiği
‘’notlardır’’. Bu başka bir biçem, neredeyse başka bir dildir. Gölgede iş
görürler, ortak mefhumlara erişmemizi engelleyen ve tersine buna imkân veren,
gücümüzü azaltan ve arttıran şeyi, köleliğimizin kederli göstergelerini ve
özgürleşmelerimizin sevinçli göstergelerini ayırmaya çalışırlar. Güç
azalışlarımızın arasında olan kişileri, niyeti kederi sürdürüp çoğaltmak
olanları, despotla rahibi ihbar ederler. Kavramlar oluşturmak ve duyguları eylemlere
evirmek için gücünü yeterince arttırmış olanın, yeni insanın göstergesini ya da
koşulunu haber verirler.
Notlar
açık ve polemiktir. Notların notlara gönderdiği doğruysa, çoğu zaman, kendi
başlarına, kanıtlamalı ve gidimli öğelerden ayrı, kendilerine özgü bir zincir
oluşturdukları görülür. Buna karşılık, kanıtlamalar notlara değil, başka
kanıtlamalara, tanımlara, aksiyomlara ve postülalara gönderir. Notlar kanıtlama
zincirinin içinde yer alıyorsa, bunun nedeni, o zincire mensup olmalarından çok
kendi doğaları gereğince onu tekrar tekrar kesmeleridir. Bu, düzensiz
aralıklarla kanıtlama öğelerinin zincirini kırmaya gelen, ırmağa benzeyen
sürekli büyük zinciri kesintiye uğratan, kopuk, süreksiz, volkanik bir yeraltı
zinciri gibidir. Her not, kanıtlamaların akışın içinden ve uzağından
diğerleriyle sinyalleşen bir far gibidir. Suların dilinden ayrılan bir ateş
dili gibidir. Kuşkusuz görünüşte aynı Latincedir, ama notlardaki Latincenin
İbraniceden çevrildiği zannedilebilir. Notlar, Spinoza’nın kutsal kitap nazireymişçesine,
tek başına bir Öfke ve Gülme kitabı oluştururlar. Ethica’nın en görünür hali olan Kavram kitabına sürekli eşlik eden
ve kendi hesabına yalnızca patlama noktalarından ortaya çıkan Göstergeler
kitabıdır. Aynı ölçüde son derece olumlu bir öğe ve çifte Ethica’nın kompozisyonu içinde özerk bir ifade biçimidir. İki
kitap, iki Ethica birlikte varolur,
biri saydamlıkların ışığında kazanılan serbest mefhumları gözler önüne
sererken, diğeri bedenlerin bulanık karışımının en derininde, köleliklerle özgürleşmeler
arasındaki mücadeleyi sürdürür. Anlamı tek ve aynı olan, ama aynı dil olmayan
en azından iki Ethica, Tanrının
dilinin iki versiyonu gibi.
Robert
Sasso, notlar zinciriyle kanıtlama zinciri arasındaki bir doğa farkı ilkesini
kabul eder. Ama kanıtlama zincirinin kendisini, türbülans ve kazalardan
korunarak oluşacak homojen, süreli ve düz çizgide ilerleyen bir seyir olarak
düşünmek için haklı bir neden olmadığını fark eder. Bunun tek nedeni, notların,
kanıtlamalar dizisine akın ederek, seyrini şurada burada kesintiye uğratması
değildir. Bizatihi, der Sasso, kavram çok değişken duraklardan geçer; az ya da
çok yavaş veya hızlı tanımlar, aksiyomlar, postülalar, kanıtlamalar.5 Ve Sasso
kesinlikle haklıdır. Duraklar, kollar,
dirsekler, kıvrımlar, ivedilikler ve yavaşlamalar, vs. ayırt edilebilir.
Büyük kısımların başını ve sonunu belirten önsözler ve ekler, ırmaktaki geminin
yeni yolcuları bindirip eskilerini indirdiği duraklar gibidir; kanıtlamalarla
notlar oralarda çoğu zaman birleşir. Kollar, aynı önerme birçok şeklide
kanıtlanabileceği zaman ortaya çıkar. Ve dirsekler, ırmakta bir yön değişikliği
olduğunda: Tek bir töz ancak bir dirsek yardımıyla tüm sıfatlarıyla ortaya
konur, oysa yukarılarda her sıfat yalnızca tek bir töze sahip olabilirdi. Aynı
şekilde, bir dirsek bedenler fiziğini de işin içine sokar. Kendi hesabına
önerme sonuçları, kanıtlanmış önermenin üstüne gelip kıvrılan sapmalar
oluşturur. Son olarak kanıtlama dizileri, ırmağın akışını değiştirmesine ya da
daraltmasına göre, göreli hız ve yavaşlıklarının belirtisidir: Örneğin, Spinoza
her zaman, Tanrıdan, Tanrı fikrinden yola çıkılamayacağı, ama oraya olabildiğince çabuk varmak gerektiği
kanısındadır. Ayırt edilmesi gereken daha birçok kanıtlama şekli olacaktır.
Bununla birlikte, bu çeşitler ne olursa olsun, söz konusu olan, her koşulda
akıp giden ve kavramın ya da ikinci bilgi türünün Ethica’sını oluşturan aynı ırmaktır. Bu nedenle, notların diğer
öğelerden farkının daha önemli olduğunu düşünürüz, çünkü son kertede kanıtlama
öğeleri arasındaki farkları açıklayan odur. Notların yeraltı faaliyeti olmadan
ırmak bunca macera yaşamayacaktır. Kanıtlamaları duraklara ayıran dönemeçleri
sağlayan notlardır. Çeşitliliği içinde bütün kavram Ethica’sının, kendine özgülükleri içinde bir göstergeler Ethica’sına ihtiyacı vardır.
Kanıtlamaların seyrinin çeşitliliği, notların sarsıntılarını ve itişlerini tek
tek karşılamaz ama yine de onları varsayar, onları kuşatır.
Ama
belki de, V. kitabın temsil ettiği, V. kitapta ya da en azından V. kitabın
büyük bir kısmında somutlaşan bir başka Ethica
daha vardır. Yani bütün seyir boyunca birlikte varolan diğer ikisi gibi değildir;
belirli bir yeri, sonuncuyu kaplar. Başından beri de öyledir, odak gibidir,
ortaya çıkmadan önce zaten etkili olan odak noktası gibidir. V. kitabı diğer
tüm kitaplarla birlikte yayılan bir biçimde kavramak gerekir; oraya
varılıyormuş gibi görünür, ama o sürekli, her zaman oradadır. Bu Spinoza’nın
mantığının üçüncü öğesidir: Göstergeler ya da duygular ve kavramlar değil,
Özler ya da Tekillikler, Algılar. Bu ışığın üçüncü halidir. Gölge göstergeleri
ve renk olarak ışık değil, kendisi olarak ve kendisi için ışık. Ortak mefhumlar
(kavramlar) bedenlerden geçip onları saydamlaştıran ışık tarafından ifşa
edilirler; o halde, canlı oldukları ölçüde Desargues tarzında bir izdüşümsel
geometrinin gereklerine tabi, izdüşümsel bir mekân içinde dönüştürülebilir ve biçimsizleştirilebilir
olmaları ölçüsünde daha canlı olan geometrik şekillere ya da yapılara (fabrica) gönderirler. Ama özlerin
doğası bambaşkadır: Töz itibariyle Işık saçanın ürettiği saf ışık şekilleri (ışığın ifşa ettiği geometrik şekiller değil).6
Platoncu hatta Kartezyen fikirlerin ‘’dokunsal-optik’’ kaldığı çoğu zaman fark
edilmiştir: Saf bir optik dünyaya yükselmek Platon’a göre Plotin’in,
Descartes’a göre de Spinoza’nın işidir. İzdüşüm ilişkileriyle ilgileri
oldukları ölçüde ortak mefhumlar (hala asgari düzeyde dokunsal göndermeyi
korumalarına rağmen) şimdiden optik şekillerdir. Ama özler ışığın saf
şekilleridir: Kendilerinde ‘’temaşa’’dırlar, yani Tanrının, öznenin ya da
nesnenin (algılar) bir birliği içinde
temaşa edildikleri kadar temaşa ederler. Ortak mefhumlar göreli hızları
oluşturan hareket ve durağanlık ilişkilerine gönderirler; özlerse terine,
mekanı izdüşümlerle oluşturmayıp onu bir kerede, tek hamleyle dolduran mutlak
hızlardır.7 Jules Lagneau’nun en dikkate değer katkılarından biri, Spinoza’nın
kavradığı şekliyle düşüncedeki hızların önemini göstermiş olmaktır, buna karşın
Lagneau mutlak hızı göreli bir hıza indirger.8 Bunlar yine de özlerin iki
karakteridir: Artık göreli değil mutlak
olan hız, artık ışığın ifşa ettiği geometrik şekiller değil ışık şekilleri. Göreli
hız, etkilenişlerle duyguların hızıdır: Mekân içinde bir bedenin bir başkası
üstündeki eyleminin hızı. Mefhumların yakaladığı şey, göreli hızlar arasındaki
ilişkilerdir. Ama mutlak hız, bir özün ebediyet içinde duygularının ve etkilenişlerinin
üstünden geçme şeklidir (güç hız).
V.
kitabın tek başına üçüncü bir Ethica oluşturması
için, kendine özgü bir nesnesinin olması yeterli değildir, diğer ikisinden
farklı bir yöntem izlemesi gerekir. Yalnızca kanıtlayıcı öğeler ve notlar sunduğuna
göre farklı bir yöntem izlemesi söz konusu değil gibi gözüküyor. Bununla
birlikte, okuyucu, geometrik yöntemin burada, onu V. kitabın yalnızca eğreti
bir versiyon, bir müsvette olduğuna neredeyse inandıracak, vahşi ve alışılmamış
bir havaya büründüğü izlenimini edinir: Önermeler ve kanıtlamaların içinden
öyle şiddetli boşluklar geçer, o kadar çok eksilti ve büzüşme içerirler ki,
tasımların yerini basit ‘’örtük tasımlar’’ (enthymémes) almış gibi görünür.9 Ve
V. kitabı okudukça, bu belirtilerin, yöntem uygulanışındaki eksikler veya
kestirme gidişler değil, her gidimlilik ve tümdengelim düzenini aştıkları
ölçüde özlere tamamen uygun oldukları görülür. Bunlar basitçe olguların
yöntemleri değil, topyekûn hukuki bir usuldür. Öyle ki, kavramlar düzeyindeki geometrik
yöntem tamlık ve doygunluk getiren bir sergileme yöntemidir: Bu nedenlerdir ki
ortak mefhumlar, bir aksiyom sistemindeki gibi, bir ortak mefhuma fiili olarak nasıl varıldığını sorgulamamıza
gerek kalmadan, en evrensellerinden yola çıkarak, kendileri için göz önüne
serilmişlerdir. Ama V. kitabın geometrik yöntemi, sergileyen akıl sahibi bir
insandan çok aranan bir köpek tarzında, aralıklar ve atlamalarla, boşluklar ve
büzüşmelerle işleyecek bir icat yöntemidir. ‘’Karar verilemez’’ içinde hareket
ettiği ölçüde belki de her kanıtlamayı aşmaktadır.
Matematikçiler
kendilerini bir aksiyom sisteminin kurulmasına adamadıklarında, icat biçemleri
tuhaf kudretler sunar ve tümdengelim zincirleri ya geniş kesikliklerle
kopmuştur ya da tersine, şiddetli bir şekilde büzüşmüştür. Kimse Desargues’ın
dehasını inkâr etmiyordu, ama Huyghens ya da Descartes gibi matematikçiler onu
anlamakta güçlük çekiyorlardı. Her düzlemin bir noktada ‘’kutupsal’’ ve her
noktanın bir düzlemin ‘’kutbu’’ olduğunu kanıtlaması o kadar hızlıdır ki,
kanıtın üstünden atlayıp geçtiği her şeyi yerine koymak gerekir. Hiç kimse çift
sayıları bir o kadar anlayışsızlıkla karşılanan Evariste Galois’dan daha iyi,
matematikte tekil özler yakalayan bu sarsıcı, yerinde duramayan, çarpıcı
düşünceyi betimlememiştir: Analistler, ‘’tümden gelmiyorlar, birleşiyorlar,
bileştiriliyorlar; hakikate vardıklarında, onu sağa sola çarparak buluyorlar’’.
10 Ve bir kez daha, bu karakterler sergilemede ‘’daha hızlı’’ gitmek için basit
eksiklikler olarak değil, mutlak bir hız kazanın yeni bir düşünce düzeninin
güçleri olarak ortaya çıkar. Bize öyle geliyor ki, V. kitap, ilk dört kitap
boyunca ortak mefhumlar yoluyla gelişen düşünceye indirgenemeyecek olan, bu
düşüncenin belirtisidir. Blanchot’nun söylediği gibi, kitapların bağlantılı
olduğu şey ‘’kitabın yokluğu’’ ise (ya da kanlı canlı daha gizli bir kitapsa),
V. kitap, içinde göstergelerle kavramların yok olduğu ve şeylerin mekan
aralıklarını aşarak kendileri olarak ve kendileri için yazılamaya koyulduğu bu
yokluk ya da bu giz olabilir.
Örneğin
10. önerme: ‘’Doğamıza ters gelen duygular bizi rahatsız etmediği sürece, anlam
yetisinin göreli bir düzenine göre bedenin etkilenişlerini düzene sokma ve
birbirine zincirleme kudretimiz olur. ‘’Bu, yan önermeyle temel önerme arasında
ortaya çıkan devasa bir fay, bir aralıktır; zira doğamıza ters olan duygular
her şeyden önce ortak mefhumlar oluşturmamızı engeller, çünkü bizimkine uymayan
bedene bağlıdırlar; tersine, bir bedenin bizimkine uyduğu ve güzümüzü
arttırdığı (sevinç) her defasında, etkilenişlerin etkin bir düzeninin ve
zincirlenişinin doğacağı, iki bedene ortak bir mefhum oluşturulabilir.
İsteyerek oyulan bu fayın içinde, iki beden arasındaki uyum ve az sayıda ortak
mefhum fikirlerinin ancak örtük bir mevcudiyeti vardır ve her ikisi de ancak
eksik bir zincir eski biçimine göre yeniden kurulduğunda ortaya çıkar: Çifte
aralık. Bu yeniden kurma gerçekleştirilmediği, bu boşluk doldurulmadığı
taktide, yalnızca kanıtlama sonucu ulaşmamakla kalmaz, biz de tümel sorun
konusunda sonsuza dek kararsız kalırız: Herhangi bir ortak mefhum oluşturmayı
nasıl başarırız? Ve neden en az evrensel (bizimkisiyle bir başka bedende ortak olan) bir mefhum söz konusudur? Aralığın,
boşluğun işlevi, oldukları haliyle aralıklı öğeleri azami düzeyde birbirine
yaklaştırmak ve böylelikle mutlak bir üstünden geçiş hızı sağlamaktır. Hızlar
mutlak olabilir, yine de az ya da çok yüksektirler. Mutlak bir hızın yüksekliği
tam olarak bir kerede aştığı mesafeyle, yani kuşattığı, üstünden geçtiği ya da
ima ettiği aracıların sayısıyla (burada en az iki) ölçülür. Üçüncü türün olumlu
karakterleri olarak her zaman sıçramalar, boşluklar ve kesintiler vardır.
Bir
başka örnek, bu kez büzüşmeyle, en evrensel ortak mefhum olarak Tanrı fikrinden
en tekil öz olarak Tanrı fikrine geçildiği 14. ve 22. önermelerle verilecektir.
Adeta (en yüksek) göreli hızdan mutlak hıza atlanır. Son olarak, az sayıda
örnekle yetinmek için, 30. kanıtlama, tepeleri ışık şekilleri (ben, Dünya ve
Tanrı) olan ve mesafeler şeklindeki kenarları, en yüksek hız olduğu ortaya
çıkacak mutlak bir hızla katedilmiş olan bir tür yüce üçgen çizer, ama
noktaların yardımıyla. V. kitabın özel karakterleri, önceki kitapların
yöntemini aşma şekli her zaman şuna gönderir: ışık şekillerinin mutlak hızı.
Tanımların,
aksiyomların ve postülaların, kanıtlamaların ve önerme sonuçlarının Ethica’sı, kendi seyrini geliştiren bir
ırmak-kitaptır. Ama notların Ethica’sı
bir ateş kitabı, bir yeraltı kitabıdır. V. kitabın Ethica’sı şimşeklerle hareket eden bir hava, ışık kitabıdır. Bir
gösterge mantığı, bir kavram mantığı, bir öz mantığı: Gölge, Renk, Işık. Üç Ethica’nın her biri, doğa
farklılıklarına rağmen, diğerleriyle birlikte varolur ve diğerlerinde sürer.
Tek ve aynı dünyadır. Her biri onları ayıran boşluğu aşmak için köprüler
uzatır.
Gilles
Deleuze – Kritik ve Klinik s. 173-188
1.
Yvonne Toros, (Spinoza et I’espace
projetif, tez Paris-VIII) Spinoza’ya ilham veren geometrinin Descartes’ın
hatta Hobbes’un geometrisi değil, Desargues tarzında izdüşümsel bir optik
geometri olduğunu göstermek için çeşitli argümanlar ortaya sürer. Bu argümanlar
kesin gibi görünmekte ve göreceğimiz gibi Spinozacılığa yeni bir anlayış
kazandırmaktadır. Önceki bir çalışmasında (Espace
et transformation: Spinoza, Paris-I), Y. Toros Spinoza ile Vermeer’i
karşılaştırıyor ve Traité de
I’arc-en-ciel’e bağlı olarak izdüşümsel bir renk kuramı geliştiriyordu.
2. Goethe, Traité des couleurs, Ed. Triades, S 494.
3. Bkz. Ungaretti (Vermeer): ‘’Kendinde bir renk olarak, ışık olarak gördüğü renk ve görüldüğü zaman, gölgesini de gördüğü, yalıttığı renk…’’
4. Aiskhylos, Agamemnon, 495-500
5. bkz. Robert Sasso 1978
6. Bilim bu geometrik şekiller ve ışık şekilleri sorunuyla karşılaşmaktadır (böylece Dureé et simultaneite, V. bölüm içinde, Bergson, Görecelilik Kuramı’nın, ışık şekillerinin, geleneksel olarak katı geometrik şekillerin altında yer almasını alt üst ettiğini söyleyebilir). Sanatta, ressam Delaunay ışık şekillerini, kübizmin olduğu kadar soyut sanatın geometrik şekilleriyle karşılaştırır.
7. Yvonne Toros (VI. Böl.) Desargues geometrisinin tam olarak iki yönünü ya da iki ilkesini belirtir: Biri izdüşümlerle ilgili olan homoloji ilkesi; diğeri, çizginin noktayı, noktanın düzlemi karşılamasıyla ilgili, ‘’ikilik’’ ilkesi olarak adlandırılacak ilkedir. Paralelim, işte burada yani bir anlayış kazanır, çünkü düşüncedeki bir noktayla (Tanrı fikri) uzamdaki sonsuz bir gelişim arasında kurulur.
8. Jules Lagneau, (eşdeğeri ancak müzikte bulunan ve mutlaktan çok göreliye dayanan ‘’düşüncenin hızlılığı’’)
9. Bkz. Aristoteles, Premiers analytiques, II, 27 (Birinci Çözümlemeler, Dost Yay.): Örtük tasım, öncüllerinden birinin örtülü, gizli, çıkarılmış, silinmiş olduğu bir tasımdır. Leibniz sorunu yeniden ele alır ve boşluğun yalnızca sunumda değil, bizzat düşüncemizde de olduğunu ve ‘’sonucun kuvvetinin kısmen çıkarılan şeyden ibaret olduğunu’’ gösterir.
10. Bkz. Galois’nın metinleri André Dalmas, Evariste Galois içinde, Fasquelle, s. 121 ve 122 (‘’Sürekli olarak hesaplamaların ilerleyişini göstermek ve onları hiçbir zaman gerçekleştirmeden sonuçlarını öngörmek zorundayız’’) s. 132 (‘’bu nedenle, bu iki anıda ve özellikle de ikincisinde, bilmiyorum sözüyle sık karşılaşılır…’’) O halde, olduğu halde düşüncede boşluk, silinme ve büzüşme kipleriyle tanımlanacak bir biçem matematikte bile olacaktır. Bu bakımdan G. G. Granger içinde değerli bilgiler bulunur. Buna karşın yazar matematikteki biçeme dair bambaşka bir görüş edinmektedir (s. 20-21)
2. Goethe, Traité des couleurs, Ed. Triades, S 494.
3. Bkz. Ungaretti (Vermeer): ‘’Kendinde bir renk olarak, ışık olarak gördüğü renk ve görüldüğü zaman, gölgesini de gördüğü, yalıttığı renk…’’
4. Aiskhylos, Agamemnon, 495-500
5. bkz. Robert Sasso 1978
6. Bilim bu geometrik şekiller ve ışık şekilleri sorunuyla karşılaşmaktadır (böylece Dureé et simultaneite, V. bölüm içinde, Bergson, Görecelilik Kuramı’nın, ışık şekillerinin, geleneksel olarak katı geometrik şekillerin altında yer almasını alt üst ettiğini söyleyebilir). Sanatta, ressam Delaunay ışık şekillerini, kübizmin olduğu kadar soyut sanatın geometrik şekilleriyle karşılaştırır.
7. Yvonne Toros (VI. Böl.) Desargues geometrisinin tam olarak iki yönünü ya da iki ilkesini belirtir: Biri izdüşümlerle ilgili olan homoloji ilkesi; diğeri, çizginin noktayı, noktanın düzlemi karşılamasıyla ilgili, ‘’ikilik’’ ilkesi olarak adlandırılacak ilkedir. Paralelim, işte burada yani bir anlayış kazanır, çünkü düşüncedeki bir noktayla (Tanrı fikri) uzamdaki sonsuz bir gelişim arasında kurulur.
8. Jules Lagneau, (eşdeğeri ancak müzikte bulunan ve mutlaktan çok göreliye dayanan ‘’düşüncenin hızlılığı’’)
9. Bkz. Aristoteles, Premiers analytiques, II, 27 (Birinci Çözümlemeler, Dost Yay.): Örtük tasım, öncüllerinden birinin örtülü, gizli, çıkarılmış, silinmiş olduğu bir tasımdır. Leibniz sorunu yeniden ele alır ve boşluğun yalnızca sunumda değil, bizzat düşüncemizde de olduğunu ve ‘’sonucun kuvvetinin kısmen çıkarılan şeyden ibaret olduğunu’’ gösterir.
10. Bkz. Galois’nın metinleri André Dalmas, Evariste Galois içinde, Fasquelle, s. 121 ve 122 (‘’Sürekli olarak hesaplamaların ilerleyişini göstermek ve onları hiçbir zaman gerçekleştirmeden sonuçlarını öngörmek zorundayız’’) s. 132 (‘’bu nedenle, bu iki anıda ve özellikle de ikincisinde, bilmiyorum sözüyle sık karşılaşılır…’’) O halde, olduğu halde düşüncede boşluk, silinme ve büzüşme kipleriyle tanımlanacak bir biçem matematikte bile olacaktır. Bu bakımdan G. G. Granger içinde değerli bilgiler bulunur. Buna karşın yazar matematikteki biçeme dair bambaşka bir görüş edinmektedir (s. 20-21)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder