“Her şey, dostlar arasında ortaktır; bilgeler
Tanrıların dostlarıdır; her şey Tanrılara aittir; öyleyse her şey bilgelere
aittir.” Bu eski formülün Thales’e ait olduğu biliniyor. Belki de, Bilgelik
İdeali, Platon’un bile sezdirdiği gibi hiçbir zaman erişilemeyecek bir amaçtır;
ama Bilge açısından, belki de tek “yönlendirici düşünce” bu olabilir.*
Boyun
eğiş değil, ortak duyu değil, yalnız başına mal ve mülk ortaklığı değil...
hatta modern felsefenin son olarak sarıldığı “iletişim” bile değil. A. M.
Deborin’in formülü: “Eğer ben ve sen birbirlerinin içinde erirlerse, benim ile
senin de ortadan kalkar. Hukuksal kuralları ya da kurumsal kısıtlamaları
bulunmayan bir Komünizm: Devlet kendi yararsızlığının koşullarını yarattıktan
sonra erir biter”. (Deborin, 1966: 115-6).
Spinoza’nın
gerçekten bu iki formülün en özgün bileşimini sunduğu görülür. “Kral”ın bir
bilgeler toplumunda “fazladan” eklenen sanal bir güç, bir “potestas”
olduğu düşüncesi –Monarşi, yönetsellik, insan toplumları salt “bilge” ve
“dost”lardan oluşsaydı tümüyle gereksiz olacaklardı. Ama Spinoza, gerçeklik planını
Bilgelik İdeali’nin mutlak planından ayırmasını gerektiren bir çağda yaşıyordu.
Bir kez daha Novalis’in hatırlatmasına dönersek, tarihte her olayın biri
gerçek, biri ideal iki düzlemde hareket ettiği düşüncesine önemli bir ekleme
daha yapılabilir: Devrimlerin “gerçek” tarihte erişemedikleri her şey iki
“ideal” düzlemde gerçekleşmiştir: Gerçeklikte doğmayan, ya da yaşama
döndürülemeyen kolektivizm bir taraftan ütopyalar, ya da “kuramlar” içerisinde
donup kuşaklar boyu sürecek sessiz seyahatine başlar. Artık Yunan demokrasisine
geri dönülemez demenin pek bir anlamı yoktur; bu açıdan baktığımızda zaten
Yunan demokrasinin Antik Yunan gerçekliğinin neresinde bulunduğu sorusuna bile
cevap bulamayız. “İdeal” düzlemler birbirleriyle karşılaştırılabilirler.
“Gerçeklikler” ise pek az ortak noktalara, açıklayıcı belirlenimlere
sahiptirler: Bugüne kadar ancak “üretim tarzları”, “iktidar biçimleri” gibi,
“ideal”ler dünyasında da hatırı sayılır bir oluşturucu parçaya sahip kavramlar
sınanabilmiştir. “Görüş” toplumunun cenderesinden dışarı çıkabilmek öncelikle
“gerçeklik" düzleminin tarihsel koşullarından bağımsız “ideal” çizgilerin
taranabilmesine, tek bir düzlem üzerinde birleştirilebilmesine bağlıdır.
“Dostluk” ve “ortaklık”, aynen Devrim gibi, tarih ve gerçeklik-aşırı ideal
düzlemlere gönderirler. Siyasal eylemde de büyük olan, gerçeklik düzlemindeki
hedefleri küçültmek, idealler düzlemindeki hedefleri sonsuzca büyütmektir.
Siyasal
tarihte “dostlukların” özel bir yeri vardır. Hatta Plutarkhos’un “Paralel
Hayatlar”da gösterdiği “uzaktan yakınlıklar” bile mümkündür: İskender ile
Caesar arasında, hatta kurumlar arasında: Roma senatosu ile Rousseau’nun “ideal
Cenevre”si: Yunan Polis’i ile Hanse Ligi’nin “burjuva” kentleri. Siyasal ve
özellikle “hukuksal” yaptırım bağlarına karşı çıkmak “dostluk" çevrenleri
açısından ancak ikincil bir önem taşır. Yunan polisinin siyasal-bürokratik bir
aygıta sahip olmaması onu Devlet ve millet türünden birleştirici, hizaya
getirici aygıtlardan tümüyle yoksun “burjuva” kentleriyle, öncelikle Hanse
kentleriyle ideal düzlem üzerinde bir araya getirir. Ama “kölelik”, “ırkçılık”
çizgisi, yine aynı Polis’i belki Nazizme, totalitarizme bağlayacaktır. Aynı
şekilde her “toplumsal tip”in (Ozan, Doğulu Bilge, Filozof, Siyaset Adamı)
görüş ve kanılarını, giderek yargılarını “birer militan vatandaş olarak” ortaya
atmaya kışkırtılmaları Yunan toplumunu neredeyse günümüzün “görüş” ve “kamuoyu”
toplumuna bağlar. Böylece “siyasal alan” idealler düzlemi üzerinde sonsuz
çizgilerle birbirine bağlanan, gerçeklik üzerinde eylemde bulunmaya sayısız
olanaklar sağlayan bir diyagramdır. Modernliğin büyük düşünürü Georg Simmel,
sanki Yunan “agorası”nda her gün gördüğümüz bu “ideal tipler”
sözkonusuymuş gibi “toplumsal tipler” aracılığıyla çalışır: Yabancı, Yahudi,
Burjuva, blasé... Genelde siyaset alanı diye kabul edilen alandan çok,
siyaset alanını kullanma yetileri dumura uğratılmış, a priori sakatlığın
acısını farkına varmaksızın çeken, kitleler sözkonusudur daha çok. Ondokuzuncu yüzyıl
terminolojisinin mirası toplumsal ya da siyasal “hareket” kavramının uygulanamayacağı, ama tam da gerçek anlamıyla
bir hareket oldukları ilk
bakışta anlaşılacak tiplerdir bunlar. Temsille değil yaşam şanslarıyla, konumlarla değil güçlerle ilgilidirler daha
çok.
Dostluk
militanlığın, siyaset diye bildiğimiz alanın dışında, gizli ve seçkin
çevrelerin ideolojisidir. En az iki kişiyi gerektiren en basit ilişki
(hayvanlar düzleminde dostluğun rolünün araştırılması da herhalde önemlidir)
olması onu aile gibi daha karmaşık (Ödipal) yapılardan, hatta cinsel ilişkinin
oluşturduğu bağdan bile daha temel, daha yakın ve dolaysız bir düzleme
yerleştirir. Toplumsal ve siyasal hareketler günümüzde çoğu zaman “siyaset
alanları”nı yanlış yerlerde, hiç değilse ikincil olan alanlarda açmaktadırlar:
Feministler
“ailenin eleştirisi”, “kadın-erkek ayrımı”nın sökülmesi adına siyaset ve
mücadele ortamı olarak aileyi seçerler: Gündelik yaşamın zorunlu akışına karşı
bir “örgütlenme”, sahipsiz olanı sahiplenerek büyüyen, ama eve dönüşle birlikte
her an kırılmaya uğrayan bir uzlaşma aranıp durur. Çok-seslilik en son bulunan
nafile çaredir. Farklılıkların mı, ortaklıkların mı vurgulanacağı,
stratejilerin ve “konum”ların nasıl bölüşüleceği ve uygulanacağı bitmez
tükenmez sorunlar arasındadır. Bir dostluk oluşturmak geleneksel “toplanma
yeri” mantığına feda edilir. “Başkası cehennemdir” ilkesinin yerine ancak “ben
cehennemin ta kendisiyim” ilkesi konulabilir. Dostluk herhangi biriyle başka
herhangi biri arasında oluşabilecek tek uyum ve karşıtlık bağıdır. Oysa siyasal
“hareket” her zaman bir konum savaşı verir; slogan her zaman bir stratejiye, bir
konuma (kadının aile içindeki konumu, proletaryanın üretim ilişkileri içindeki konumu
vb.) ilişkindir. Siyasal alan, bu bakış açısından tepeden tırnağa ve her
düzeyde bir “bloklar savaşı” olarak görünür.
*Bilgelik
İdeali” ve amaçlanan “mutlak kendine yeterlik” koşulunun hiçbir zaman tamam-lanamayacağı
düşüncesi için bkz. Alexandre Kojève, 1971: 32-6.
[*Tam metinde 24. dipnot]
Ulus Baker –
Siyasal Alanın Oluşumu Üzerine Bir Deneme s.48-51
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder