"Dünyanın yaradılışı ya da küreselleşme"de
(Jean-Luc Nancy, La creation du monde ou la mondialisation, Paris: Galilée,
2002, s.32 -bundan böyle metinde CM olarak geçecektir.) açımlanan dünya
düşüncesi -"dünyanın dünya olmaklığı" düşüncesi-, görünürde eş anlamlı
olan veya ayrımsızca kullanılan iki sözcük, globalizasyon ve küreselleşme
arasındaki ustalıklı bir oyun içinde şekillenmektedir. Nancy, metnin ingilizce
baskısının girişinde, İngilizcede bir tek "globalization"
adlandırılmasıyla bilinen fenomeni belirtmek için gerçekte iki sözcüğe, yani
globalisation (globalizasyon) ve mondialisation (küreselleşme) sözcüklerine,
sahip olan Fransızca'ya özgü bu dilsel özelliğe başvurur. Aslında Nancy'nin de
değindiği gibi, Globalizasyon sözcüğü "dünyanın, çağdaş bilgi alışverişinin
yaygın (koiné) İngilizce kullanım alanı kadar büyük bir bölümüne tek başına
hakim olmuş"ken, Küreselleşmeterimi, aynı kolaylıkta tercüme
edilememektedir, hatta Nancy'e göre "çevrilemez" bir mahiyete
sahiptir. Bu iki sözcük ilk başta, dünyadaki tarafların birleşmesi gibi biricik
bir fenomeni belirtmekte uyuşmuş hatta birbirine karışmış gibi görünüyor olsa
bile, aslında -karşıt olmasa da- gayet farklı anlamları içermektedirler. Zira
yanılmıyorsak, bu tartışma sadece basit bir semantik egzersizinden ibaret
olmayıp, zamanımız insanlığının iki olası kaderi üzerinde oynanmaktadır: bir
yandan ekonomik ve teknik bir global mantık -"geneleşdeğerlik üzerine
kurulu adaletsizliğin globalliği" (CM, s.63) diye kesinler Nancy-
tarafından üretilmiş tekbiçimleşme yaşanabilir bir dünyanın zıttına
("kirli" im-monde) sürüklerken, öte yandan, sahici bir küreselleşme
olanağı, bir dünya ve bir anlam yapma olanağı -ki Nancy bunu, "hemen
ertelemeden" diye kesinleştirdiği bir "dünya yaratma" olarak
adlandıracaktır-, "bir dünya için", yani globalliğin "karşıtını
biçimlendirmek zorunda olan şey için olası her mücadeleye" (a.g.e.)
götürecektir. Adeta, "De-globalizasyon" [Globalizasyondan-çıkış]
olarak küreselleşme...
Nancy'nin bir dünya olasılığını açabilmek amacıyla
ortaya çıkarmaya çalıştığı da tam bu zıtlıktır. Daha en başında, Nancy global
olanın ya da globalliğin, küresel/dünya çapında olana ya da küreselleşmeye göre
daha soyut bir fenomen olduğunun altını çiziyor; çünkü bu fenomen "yekpare
alınnmış bir bütünlük"ü, "ayrımsız bir tümlük"ü belirtmektedir,
oysa dünya, küresel/dünya çapında olan, küreselleşme sözcükleri, daha ziyade,
insanların, kültürlerin ve ulusların farklılaşmış beraberliğine göndermeyle,
"genişlemekte olan bir süreci" çağrıştırmaktadır. Son tahlilde Küreselleşme
ve Globalizasyon arasındaki ayrımdan Nancy'nin elde tuttuğu şey şudur:
Küreselleşme; mümkünbiranlamlamalarveanlamlılıkalanı,
ortakanlamalanıolarakinsanilişkilerialanı olan dünya ufkuna bir göndermeyi
muhafaza etmektedir. Buna karşılık, Globalizasyon, dışta hiçbir şey bırakmayan
bir hakimiyet için mükemmel bir biçimde erişilebilir ve saydam olan,
"farksızlaştırılmış bir tek-bütünlük alanına gömülme"ye işaret eden
bir süreçtir. Dolayısıyla Globalizasyon terimi tüm anlam ve fenomenleri bütünleyen
bir çevirilebilirliğe eğilimli iken, "Küreselleşme" teriminin tercüme
edilemez, gizli ya da hakim-olunamaz bir
yanının bulunması tek başına önemsiz değildir. Bu yüzden Nancy,
Globalizasyon'un dünya-haline gelme olmak şöyle dursun, daha ziyade kendisinin
"kirli-olanın (im-monde) çoğalması" (CM, s.16) diye adlandıracğı şeye
götürdüğünü söylemeye kadar vardırarak, bu iki terime itiraz etme, onların
karşıtlıklarını itham etme eğilimi gösterecektir. Böylece Globalizasyon
fenomeni bir dünyanın mı yoksa karşıtının mı doğuşuna yön verir, diye
sorgulamaktadır Nancy kitabının başlarında... Daha öncesinde ise, "Urbi et
Orbi" başlıklı denemede, Nancy Globalizasyon'u "Dünyanın bütün
dünya-biçiminin silinmesi" (CM, s.53), "duyulmamış, jeopolitik, ekonomik
ve ekolojik felaket" olarak nitelendirmişti (a.g.e.). O zaman soru şu
biçimi alır: "Artık yalnızca yerküreyi, gezegensel evreni veya göksüz
yeryüzünü bulduğumuz bir dünyayı, tam olarak nasıl düşünmeli...?"(CM,
s.46)
I. Globalizasyon ve Küreselleşme
Nancy, şu olgudan yola çıkmaktadır: Dünya kendini
yıkıma uğratmaktadır. Burada bir abartı, bir korku, bir kaygı veya herhangi bir
felaket tellallığı söz konusu değildir. Ne de bir düşünüm hipotezidir söz
konusu olan. Hayır, bu Nancy'e göre bir olgudur, hatta onun düşüncesinin kendisinden
köklendiği [bir] olgu. "Dünyanın kendini yıkması bir hipotez değildir: bir
anlamda bu, bütün dünya düşüncesini besleyen bir saptamadır" (CM, s.17)
Dünya kendini yıktığında ya da yıkma yolunda olduğunda, paradoksal olarak,
dünya düşüncesi, dünyanın dünya-olmaklığı da böylece mümkün kılınır. Aslında
paradoksal olarak Globalizasyon olayı -Nancy için dünyanın silinmesi-
"sayesinde"dir ki dünya olduğu gibi görünebilmektedir. Globalizasyon
dünyayı yıkmakta ve böylece onun varlığına dayanan soruyu mümkün kılmaktadır.
Tam da bu yüzden Nancy dünya düşüncesine Globalizasyon analiziyle, yani
dünyanın yıkımının analiziyle başlar.
Bu yıkımın ana hatlarına kısaca göz atalım. Nancy,
gündelik dilde "her yerde ve nerede olursa olsun" diye geçen Papaya
ait "Urbi ve Orbi" formülündeki anlam kaymasını anımsatır. Bu
"her yerde ve nerede olursa olsun", dünyanın bütünlüğünün
bozulmasıyla (désintégration) ilintilidir, zira bu bütünlüğün bozulmasından
beri artık bir dünya küresi (orbe) oluşturmak mümkün değildir: dünya küresi,
çoğullaşmış global olanın "olmayan yeri" içinde çözülüp gitmiştir.
Burada dünyanın parçalarının ayrımsızlığına götüren -yani köye nazaran şehir-
bir genişleme söz konusudur. Bu aşırı birikme (accumulation), "Sonsuz
Kötü'nün" (CM, s.45) dünyasını parçaladığı -yığışım/küme (conglomérat),
yumak/yığın (entassement) anlamında- yığılma/toplaşma (agglomération) adını
alacaktır: "Dünyaya fırlatılmış bu kumaş (tissu) ... urbs'u (kenti) olduğu
kadar orbis'i (küreyi) de bozar. Yığılma, küre (globe) olarak düşünülen ama
artık yalnızca ikizi glomus olan şeyi buluşturur ve aşındırır. Bu glomus'ta
tekno-bilimin belirsiz büyümesi, nüfusun korelatif olarak hızlı artışı, içinde
tüm düzeylerde -ekonomik, biyolojik, kültürel- eşitsizliklerin bir ağırlaşması
ile, kısımlarıyla birlikte dünya ve karakteriyle birlikte insan olan şeye dair
kesinliklerin, imgelerin ve kimliklerin yoldan sapmış bir saçılmasının
birleşmesi oynanmaktadır (CM, s.14-15). Globalizasyonun yığılması, hep sefalet
içine atılmış bir marjla at başı giden zenginliklerin bir toplanmasıdır. Bu
yüzden Nancy, gezegen çapındaki teknolojik ve ekonomik hakimiyet sürecinin,
dünyanın parçalanmasıyla (désagregation), yani "bilginin etiğin ve
birlikte refah içinde yaşamanın uyumunun parçalanması"yla olan bağıntısına
dikkat çekiyor (a.g.e.). Böylece her şey; gezegen çapında olana nüfuz etme
(accession), bütününde dünyanın örtüsü, dünyayı aynı anda -bütünleştirici
işleyişin anlamı yok oluyormuş gibi- yok ediyormuşçasına olup biter. Gezegen
çapında ve global olan anlamında bütünlüğe nüfuz, aynı anda dünyanın yok
oluşudur da. Ayrıca Nancy, (dünyanın) yön ve anlam kaybının da altını çiziyor.
Bu nüfuz/erişim, diye altını çizer Nancy, aynı zamanda (dünyanın) yöneliminin
ve anlamının sonudur da. Globallik, herhangi bir yol, bir anlam veya bir yön,
bir imkan açmamakta, daha ziyade, kör bir ekonomik ve teknolojik sömürü olarak
bizzat kendi üstüne ve kendi perspektif ve yönelim yokluğu üstüne çullanmakta
ve yüklenmektedir. Özetle, "dünya, kendi dünya yapma kapasitesini yitirmiştir:
sadece araçlarının gücüyle kirli olanın çoğalmasını arttırma kapasitesi
kazanmış gibi görünmektedir" (CM, s.16). Bundan ötürü Globalizasyon
mantığının derin nihilizmi de kendini ele vermektedir, zira, Nancy'nin sonuç
olarak bitirdiği üzere, "her şey, sanki dünya, çok yakında elinde
kendisinden başka yok edecek bir şey kalmayacak bir ölüm itkisiyle çalışıyor ve
yol kat ediyormuşçasına olup bitmektedir" (a.g.e.).
Bu oldukça kısaltılmış özette de böylece görünmekte
olan şey; bir taraftan, global olan ile küresel olan arasındaki (Globalizasyona
karşıt olarak Küreselleşmeye dair farklılaşmış bir düşünceye imkan verecek)
antinomi; ama özellikle de, böylece dünyada, dünyanın olagelişinde olduğu gibi
yıkılışında ya da dünyanın olageliş olarak yıkımında oynanan "hiç"in
görünmesidir.[1] Dolayısıyla bizim için söz konusu olan, Nancy'nin genel
hatlarını açığa çıkardığı bu dünya düşüncesini ön plana çıkarmaktır, zira öyle
geliyor ki Globalizasyonun ve Küreselleşmenin çakışan kaderleri bu hiçlikte
oynanır, yine sert çekirdeğinin dünyanın yaradılışındaki ex nihilo'nun hiçliği
tarafından "çatla"tıldığı (CM, s.95) söylenecek olan çağdaş hiççilik
(nihilisme) sorusu da.
II. Dünyanın dünya olmaklığı.
a) Dünya sorunsalının tarihsel belirişi
En başta, dünya sorunsalının tarihsel bağlamda ortaya
çıkışının Nancy tarafından gerçekleştirilen rekonstrüksiyonunu [yeniden-inşasını],
yani Nancy'nin "dünyanın dünya haline gelmesi" olarak adlandırdığı,
dünyanın kendine has bir felsefi sorunsal haline geldiği süreci açıklamak
gerekmektedir (CM, s.32,33). İnsani varolmanın özel yeri ve sorunsalı olarak
dünya, onto-teolojinin ve temsilin klasik figürleri tarafından örtülmüş ve
gizlenmişken, bir yandan da paradoksal olarak ve gizliden gizliye onların
içinde kapsanmış biçimde onları içeriden işle(t)mektedir. Dünya, diye
yazmaktadır çarpıcı bir formül kullanan Nancy, "onto-teolojiyi içeriden
işleten öz-yapısaköm" olmuş ya da bu yapısökümü biçimlendirmiştir (CM,
s.32). Bu öz-yapısökümün ve karartılmanın ana hatlarını yeniden tesis edelim.
Nancy, dünyanın temsilden (Gelecek tam da temsili
aşandır. Ve biz de bizim temsilin dışındaki dünyayı yeniden kavramamız
gerektiğini öğrenmiş bulunuyoruz -CM,s.54.) çıktığında, kendini sözümona dünya
görüşünden ya daWeltanschauung'dan kurtardığında dünya olarak ortaya çıktığını
belirterek başlamaktadır. Aslında dünyanın temsili, çıkıntı yapmış bir konumu,
yani dünya dışı, dünyanın görülüp temsil edilebileceği bir konumu var
saymaktadır. Dolayısıyla böyle bir temsil dünyayı nötralize etmekte ve onu
indirgemektedir. Tam da bu yüzden Nancy, dünyanın dünya olarak, dünyanın
temsilinin tarihsel veya tarihli bir geri çekilmesi zemininde su yüzüne çıktığı
olgusu üzerinde durmaktadır. Peki, dünya temsili kavramı neyi içerir? Bu
kavram, kendi önünde dünyayı bir nesneymişçesine temsil eden, bir
dünya-nın-öznesi olan bir dünya gözlemcisini, bir cosmotheoros'u var sayar;
ayrıca bu kavram bir yandan da böyle bir görüşte sonlanan dünyanın bir
ilkesinin ve bir sonunun/ereğinin temsilini de varsayar; son tahlilde bu kavram
kendisini, dünyanın nesne statüsüne indirgenmesine ve adına "nesnel"
denen bir dünyaya adamıştır. Fakat dünya tam da bütün bu özelliklerin elinden
kaçıp kurtulur: "Dünya, mümkün temsil statüsünden kaçmıştır... Dünya,
artık temsilden, kendi temsilinden ve bir temsil dünyasından çıkmıştır ve
kuşkusuz böylelikledir ki dünyanın en çağdaş belirlenimine ulaşılır" (CM,
s.37-38). Peki dünyanın temsili neye dayanmaktadır? Bu temsil, bir dünya öznesi
konumuna dayanmaktadır, yani dünyayı kendi bakışı, görüşü altında tutan bir
özneden ileri gelmektedir, öyle ki temsil edilen konumundaki dünya, "bir dünya-öznesinin
bakışında asılı kalan bir dünya"dır (CM, s.31). Buna göre mevzubahis özne
elbette bu dünyadan değildir, ne de dünya-da-olma anlamında dünyanın
"içinde"dir: dünyevi değildir. Dünya dışındaki konumu ona adeta
teolojik bir statü bahşeder; bu bakımdan (dünyanın) temsili motifi
onto-teolojiye bağımlılığını dışa vurur. Dünya böylece onto-teoloji tarafından,
kendi temsilinde ıskalanmıştır ve onto-teoloji bir öznenin konumunda
sunmaktadır kendini: "Dini bir temsilin yokluğunda bile, böyle bir özne,
dünyanın yaratıcısı, düzenleyicisi ve vericisi (ya da alıcısı) konumunu -açık
veya örtülü biçimde- sürdürür (CM, s.38).
Dünyanın gizlenmesine/karartılmasına ilişkin ikinci
örnek de haliyle onto-teoloji veya Nancy'nin deyimiyle klasik
"rasyonalizmin büyük alışkanlıkları"dır (CM, s.32). Aynı şekilde
"dünya(lı)laşma"yı da dünyanın içkin yapısı -dünyanın asla bir
başka-dünyaya (onto-teolojinin bir postülası) değil, yalnızca kendi kendine-
bir "deteolojizasyon"a gönderimde bulunması gerçeği- olarak
tanımlayacaktır (CM, s.55). Bu, Nancy'de, dünya düşüncesinin leitmotifi
olacaktır: Dünya, mutlak bir içkinliktir, buna geri döneceğiz
b) Dünyanın dünya-haline gelişi
Daha önceden de belirttiğimiz gibi dünya
onto-teolojinin geri çekilmesinin zemini üzerinde kendine has bir felsefi
sorunsal olarak ortaya çıkmaktadır ve mutlak varoluş olarak oyuna dahil oluşu
Tanrının yokoluşuyla bağlantılıdır. Dolayısıyla dünyalaşma, "teolojizasyonun"
bir tersi olmaktadır. Aslında (içkinlik ve mutlak değer olarak) dünya
düşüncesinin önünde baraj veya engel teşkil eden, varolanın bütünlüğünün
Doğa-insan-Tanrı üçlüsüne göre bölünüşüdür. Nancy için Tanrı şuna karşılık
gelir: bu dünyanın yanında, ona ek olarak koyulmuş bir başka dünya. "Zira
dünyadan ayrı bir Tanrı başka bir dünyadır" (CM, s.41). (Monoteizmin
sonunda, Tanrısız, yani başka bir dünyasız dünya vardır. CM, s.54) Tanrı,
dünyanın dışında durandır. Bu bağlamda da temsilin öznesi bir Teizme eşlik
eder. Yine de, otantik bir dünya düşüncesinin ilk önermesi dünyanın asla bir
başka dünyaya göndermede bulunmayacağıdır. Dünyanın hudutları ve kıyıları
açısındansa Nancy kesin bir biçimde şunu ilan eder: "(Dünya) Asla kendi
gözlemi için bir çıkıntı işgal etmek üzere bu sınırların dışına
çıkmayacaktır." (CM, s.37). Ve şayet "bu dünyayı terk edersek"
bu, başka bir dünyaya giriş yapmak amacıyla değildir, basitçe artık dünyada
olmamak, artık dünya içinde olmamak, artık dünyaya sahip olmamaktır. Bu "bu-dünya"
tek dünyadır. Ölmek, dünya olarak dünyayı terk etmektir. Ve bu bu-dünyayı başka
bir dünya için terketmemektir. Artık var olmamak, bu dünyada artık var
olmamaktır. İşte bu yüzden dünya kendinin ötesine geçmez (dışı yoktur), daha
ziyade kat eder. Bir kenarından diğerine, bir hududundan diğerine, bir ucundan
ötekisine; ancak asla bir dışarıya ya da bir öteye geçebilmek için değil. İşte
bu yüzden Jean-Luc Nancy'nin ana eserlerinden birisinin başlığı olan
"Dünyanın Anlamı" (Le sens du monde, Paris, Galilée, 1993) ifadesi
genel iyelik [genitif: -in hali] olarak dünyanın anlamı, ya da (Wittgenstein'ın
"dünyanın anlamı, kendini dünyanın dışında bulmalıdır" formülünü
takiben) çıkıntı yapan bir dışarıdan hareketle bütünlük olarak dünyanın bir kapsanması
(englobement) demek değildir. Bundan ziyade, dünyanın içsel göndergelerden
hareketle üretilen, öznel bir iyelik demektir: "Bundan ötürü dünyanın
anlamı dünyanın herhangi bir dışına bir gönderi olarak üretilemez" (CM,
s.37). Dünya kendinden başkasına tekabül etmez ve anlamı da dışarıdan gelmez;
o, "döngüseldir" diyor Nancy, "her defasında tekil olan ve tekil
olarak orada bulunan her şeyin arasında tekil olarak , hiçbirinin
tamamlayamadığı, hiçbir yerin ve hiçbir
tanrının bu dünyanın dışında olmadığı tek bir olasılığı paylaşarak"
(a.g.e.). İşte bu ölçüde dünya töz, dayanak veya yandaş mahiyetinde değildir[2];
kendini önceden varsaymaz, o kendinin yayılımı, kendinden uzak, zeminsiz veya
zeminini hiçlik üzerine kurulu dünya olarak var olur. Dolayısıyla Nancy "anlam"dan
(sens) bahsettiği zaman, bu sözcükle, verili tamamlanmış bir anlam manasında
"anlamlama/imlem" (signification) ile aynı şeyi anlamaz, daha ziyade
onu, anlamlamaların üretimi olasılığının açıklığı olarak anlamaktadır. Anlam
verili olan değil, icat edilecek ve yaratılacak olandır, yani göreceğimiz gibi,
ex nihilo olarak...
Görüyoruz ki dünya düşüncesi, ("başka" bir
dünya postülası olan) aşkınlık geleneğine ters düşen mutlak bir içkinliğin
düşüncesidir. Bununla birlikte, Nancy, dünyanın, dünyanın dünya-olmaklığı
sorusunun içeriden onto-teoloji işlettiğini, onto-teolojinin de kendini
yapısöküme uğrattığını ve ona rağmen dünyanın birliğini ve radikal içkinliğini
teyit ettiğini gösterir. Nancy, klasik Tanrı düşüncelerinin "dünyanın
dünya-olmaklığını sorguladığını" yazmıyor mu? (CM, s.32). Bunu kendisi
açıkça ilan etmektedir: klasik onto-teolojide, söz konusu olan sadece dünya idi
(zaten sadece dünya varsa, aksi nasıl mümkün olabilirdi?). Aslında, diye devam
eder, "daha Tanrı'nın en klasik metafizik temsillerinde, söz konusu
olanın, son tahlilde, sadece kendinde ve kendi için dünyanın bizzat kendisi
olduğunu kavramak için fazla uzun bir incelemeye lüzum yoktur" (CM, s.32).
Peki, onto-teolojinin klasik aşkınlıkları neyi izah eder? Dünyayı. Bu
aşkınlıklar, dünyanın içsel yapısını veriyorlardı, "şeylerin genel
düzeninin iç mantığını" sağlıyorlardı CM, s.39). Tanrı, aslında dünyanın
Tanrısıdır, onun öznesidir, imalinin, idamesinin ve kaderinin öznesi. Dünyanın
Tanrısı onun yaratıcısı, düzenleyicisi ve varacağı yerdi (destinateur). Bu
anlamda, onto-teoloji Nancy'e göre "dünyanın bizzat kendisiyle olan içkin ilişkisini" açıklamaktan
başka bir şey yapmıyordu (a.g.e.). Felsefede "dikey" teolojik
aşkınsallığın Kant'la birlikte dünyanın kendisinin yapısından ve ufkundan başka
bir şey olmayan "yatay" bir aşkınsallığa döndürülmesi bir tesadüf müdür? Kant'ta
dünyanın aşkınsal olarak koyuluşuna tanık oluyoruz, yani oluşa gelenin bizzat
yeri olarak koyuluşuna, ya da Nancy'nin yazdığı gibi, Kant'ta dünya
"düşüncenin yeri, boyutu ve etkinliği: anlamın ve hakikatin
uzay-zamanı" olarak belirir (CM, s.33), yoksa sadece (bir öznenin) görme
nesnesi olarak değil. Dolayısıyla Nancy, kendi adlandırılışıyla bir
"dünyanın dünya-haline gelişi"ni, Descartes'ın sürekli yaradılışı
(dünyanın idamesi) ya da Spinoza'nın sive natura Tanrısı (dünya olarak Tanrı)
vs. gibi onto-teolojinin klasik figürleri içinde okuyacaktı. (Ayrıca Nancy bu
listeye Malebranche'ın Tanrı'da görüş'ünü ve dünyanın içsel mantığı olan Leibniz'in
monadların monadını da eklemektedir). Her seferinde, söz konusu olan son
tahlilde dünya, onun hakikati ve onun anlamıdır. Bu ölçüde de, dünya sorusu
"içeriden onto-teolojiyi işleten kendinin-yapısökümü" (CM, s.32)
biçimini alacaktır ve metafiziğin Tanrısı da dünya haline gelmiştir.
Metafiziğin Tanrısı şu anlamda dünya haline
gelmiştir: onto-teolojinin Tanrısı "artık sadece kendi içkinliği içinde
düşünülen dünyanın varoluşunun yüklemlerine sahip olmak üzere bağımsız bir
varoluşun tanrısal yüklemlerinden yavaş yavaş soyun"muştur (CM, s.39), ki
bu da, dünyanın öznesinin (Tanrı), dünyanın özne olarak varoluşa gelmesine izin
vermek için ortadan yok olduğu anlamına gelir. Özetle, dünyanın dünya-haline
gelişi, dünyanın, (daha önce bağımsız varoluş olarak Tanrı tarafından işgal
edilen) özne statüsüne erişmek için (görüşe ait) nesne statüsünü kaybetmesi
anlamına gelmektedir. Bundan böyle, artık sadece bizzat kendisinin öznesi
olarak dünya (içkinlik) vardır, yani yine Nancy'e göre kendiyle ilişkili olarak
dünya.[3] Daha önceden de belirttiğimiz üzere, kendiyle bu ilişki, bir zemin veya
substratum [dayanak] olarak seyir etmemektedir; o, dünyanın kendine has
yayılımından hareketle kendiyle ilişkidir, kendinin yayılımıdır. Ne olursa
olsun, Nancy'nin de açıkladığı gibi, onto-teolojinin Tanrısı, kendi kendini
dünyanın öznesi olarak, yani dünya-özne olarak üretmiştir (veya yapısöküme
uğramıştır). Gelgelelim, yüce-olan-Tanrı olarak kendisini tasfiye etmiştir ve
kendini bir yandan da orada yitirerek, dışarısı olmayan (ne dünyanın dışı ne de
dışarının dünyası) dünyanın kendisi için varoluşa dönüşmüştür" (a.g.e.).
Dolayısıyla Tanrı ortadan kaybolmuştur; fakat dünyada kaybolmuştur, ki bu durum
aynı suretle artık kesin olarak (içerende içerilme anlamında) dünya içinde olma terimleriyle değil, sadece
dünya-da-olma terimleriyle konuşulmasına yol açar. Buradaki "-da"
edatını (dünya-da), diye açıklar Nancy, bundan böyle tüm dünya problemini
özetler. "İçinde"den, "-de"ye bu kayma, dünyanın radikal
içkinliğine işaret eder: bundan böyle her şey dünyada vuku bulur, yani düpedüz
dünyada. Dolayısıyla bizim, henüz çok kısaca tesis ettiğimiz, bu
de-teolojizasyonun temelinde kendini açımlayan dünyaya has bu düşüncede
ilerlememiz gerekir. O yüzden dünyanın dünya-olmaklığının ana hatlarını ortaya çıkararak
gideceğiz.
III. Dünyanın dünya-olmaklığı.
a) Mutlak içkinlik olarak dünya
Dünyanın birincil niteliği onun radikal içkinliğidir.
Dünya artık bir aşkınlığa, dünya dışındaki ve dünyadan ayrı bir Tanrıya
göndermede bulunmaz, kısacası artık o, başka bir dünyaya karşılık
düşmemektedir: Nancy'nin de yazmış olduğu üzere "Artık 'dünya' sözcüğünün
kullanan, bir 'başka' dünyaya ya da bir 'dış' dünyaya başvurmayı reddetmektedir"
(CM, s.22-23). İşte bu yüzden bu benzeri olmayan dünya düşüncesinde teolojinin
bir sekülarizasyonunun yeri yoktur: dünya, teolojik senaryonun dışında oyununu
oynamaktadır. Artık dışsal ve aşkınsal bir modele başvurarak dünyanın anlamını
ölçmek mümkün değildir. Dünyanın içkinliği en başta dünya için bir model
olmadığı anlamına gelmektedir, zira dünya artık bir temsil ya da bir kurala
indirgenmemekte ve ona göre ayarlanmamaktadır: dünya an-arşiktir. Dışsal bir
referans olmadığından, sadece kendine gönderme yapmaktadır ve anlamı da sadece
kendinden kaynaklanmaktadır. O, dışsallığa yapılan bütün göndermelerden mutlak
olarak kopmuştur: bu nedenle de içkinliği mutlak (ab-solu), kopmuş, bağsızdır.
Nancy de dolayısıyla "dünya"dan ("le" monde), "mutlak
olarak"tan bahseder, zira dünyanın bu mutlaklaşması [çev: kendini geri
çekip uzak tutarak saltık kalmasından], "küreselleşme" denen şeyin
anlamlarından biridir. Dünya mutlaktır, çünkü o başka bir dünyaya göreli
değildir. Dünyanın anlamı bu içkinliği açığa vurur, zira dünyanın anlamı olduğu
haliyle dünya olan bir anlam-yapma'ya ilişkilidir: dünya, kuşkusuz imkansız
olan bir Fransızca'yla söyleyecek olursak, bizzat kendini anlam yapar (se faire
sens lui-méme). Anlam asla bir dünya dışına referans yapmaz; ama sadece kendi
kendine göndermede bulunur, ki bu kendine referans da dünyadır. Nancy de şöyle
yazar: "Dünyalık, dünyanın sembolizasyonudur; dünyanın, herhangi bir
dış/başka dünyaya gönderme yapmaksızın uç uca olarak bir anlam dolaşımını
mümkün kılmak suretiyle bizzat kendinde bizzat kendisiyle sembol yaratma
tarzıdır (CM, s.59). Dolayısıyla dünya, bir mutlak içkinliği açığa vurur. Dünya
mutlaktır; ancak bir o kadar da sınırlıdır. Sınırlıdır; çünkü ileride
göreceğimiz gibi o, hiçlikten, hiçliğe gitmek için çıkar ve kendisi hiçliğin
büyümesinden başka bir şey değildir. Bu yüzden dünyanın içkinliği; bir
mutlaklıkla bir sonluluğun bir birleşimidir, bir sınırlı mutlaklıktır. Bu
sınırlı mutlaklık, bir aşırılık biçimi (excés) alır.
b) Dünyanın olagelişi (événement du monde)
Dünya artık bir temsil veya bir görüş olmadığından,
onun (var)olma tarzı (mode d'étre) bu görüşe (vision) nazaran bir aşırılığı
açığa vurur. Dünya kendi temsilini aşar, ondan çıkar ve model dışı, aşırı,
dışrak, tekil olarak belirir. Temsilsiz, hiçliğe dayanan arı bir olagelmenin
aşırılığı olarak dünya, böylelikle, (ekonomik-teknolojik globalizasyonun
mantığına karşıt olarak) her türlü hesaplanabilirliğin ufkundan kaçıp kurtulur.
Dolayısıyla aşırılık olarak dünya, öngörülemez bir olagelmenin (var)olma
tarzına sahiptir, mümkünler arasından bir seçim değildir. Daha ziyade o,
"şiddetli ve kesin bir karardır", zira her şey ve hiçbir şey arasında
çözüme bağlar --ya da daha kesin bir ifadeyle, hiçlik yerine bir şeyi oldurur
(faire étre)" (CM, s.68). O halde söz konusu olan, "hiçbir şekilde
önceden verili olmayan, ama yüzü olmadığından yeniye, öngörülemeze baskın
yaptıran ve böylece Kantçı özgürlüğün dünyaya ilişkisinde tanımlanmasını
sağlayan 'bir dizi fenomenin başlangıcı' olan [şey] için" bir karardır (CM,
s.67).
Bütün bu olagelmenin yapısının ta kendisine göre,
aynılığa/kimliğe uymayan hesaplanamaz olan içinde, az sonra ortaya çıkacak
sebeplerden ötürü "im-possible" diye yazdığı imkansız olan mümkündür
ve im-possible olarak cereyan eder. Aslında, im-possible, burada Nancy'nin
yolunda gittiği Derrida'da olagelenin/olayın yapısının ta kendisidir. Bu
bağlamda imkansız olan, basitçe mümkün olmayan, dolayısıyla
etkinlikten/edimsellikten yoksun olan anlamına gelmez. İmkansız olan ya da
im-possible, şunu belirtir: bir temsil öznesi tarafından sunulan olanaklılık
koşullarının dışında vuku bulan; aslında Nancy için, imkânsız olarak bu dünya
deneyiminin öznesi olan olanaklılıkların aşkınsal koşullarının dışında vuku
bulandır (CM, s.52). Aşkınsal olan deneyimi imkânsızlaştırır; im-kânsız,
deneyimin imkânıdır. Dünya, böyle bir imkânsız olarak vuku bulur. Derrida şöyle
yazar: Bir olagelen/olay ya da bir icat ancak im-kânsız olarak mümkündür. İşte
bu yüzden Nancy şöyle açıklayacaktır: "Sorumuz böylece açıkça imkânsız deneyim
veya imkânsızın deneyimi sorusu haline gelmektedir: sonlu bir bilginin imkânın
koşullarından kaçan ve yine de bir deneyim olan bir deneyim" (CM, s.80).
Dolayısıyla bu deneyim, önceleyen olanıklılıkların koşullarına nazaran,
aşırılığın deneyimidir. Deneyim, olagelenin yapısı olarak im-kânsızın aşırılığında meydana gelir.
Böylece dünya aşırıdır, temsilin ve aşkınsal olanın
olanaklılık koşullarını aşar, ama yine de kendisine has bir tutum/duruş
oluşturur. Dünya (bir temsilde) temelsizdir; ama bu hiçlikte durur: dünya,
"özsel asıl itibarıyla, ne bir evrenin (kosmos) temsilidir, ne de bir bu
dünyanın (Hıristiyanlığın dışlanmış, hatta mahkum edilmiş dünyasının) temsili;
ama o, bir ethos'un ya da bir habitus'un, bir duruşun bütün temsillerinin
ötesinde aşırılıktır, ki bu duruş sayesinde kendinden durur, kendini
biçimlendirir ve kendinde kendini dışa sergiler, hiçbir verili ilkeyle ya da
hiçbir sabitlenmiş erekle ilişkilenmeksizin kendiyle ilişkilenir" (CM,
s.46-47). Nancy bu kısımda, bu duruşu [bu dokuyu] bir ethos ve bir habitus
olarak adlandırıyor -ki bu doku ayrıca bir praxis'tir.
c) Ethos, habitus ve praxis olarak Dünya
Nancy, bir sürgün yeri ya da gözyaşı vadisi, ya da
günümüzde dönüştüğü kirlilik (im-monde) olmak istemiyorsa, dünyanın mümkün bir
ikamet etme (habiter) yeri olması gerektiğini mümkün kılan bir yer olması
gerektiğini belirtir. Her şeyden önce dünya, bir yerdir. Daha kesin olarak
söylersek, dünya mümkün bir [çev. "vuku bulmak"anlamında] yerini-alma
(avoir-lieu) yeridir (lieu), "hakikaten (bu dünyada) olmasının yeri"
olduğu yerdir (CM, s.34). Dünya, yerini-almanın [vuku-bulma] ya da olası
yerlerini-almaların yeridir, "herkes için yerin" olduğu bu yerdir.
Nancy dünyanın bu boyutsallığı üzerinde ısrarla durmaktadır: dünya, "hiçbir
yerdir [hiçbir yerdedir]", o, "zaman-mekanın açıklığı"dır (CM,
s.100), her şeyin yerini alabileceği [vuku bulabileceği] zaman-mekansal
konum-landıran bir saçılmadır", öyle ki "yeri dünyada ve bu dünya
sebebiyle yerini alan"dır (CM, s.36). Dünya, mümkün bir birlikte-varolmanın,
bir ikamet etmenin yeri ve boyutudur. Dünya, "sadece onda ikamet eden için
dünyadır (CM, s.35). Dünya, kendine has bir yerini-alma ve bir ikamet etme için
yerdir, zira yerini-alma "olup bitme" değil, ama has olarak vuku
bulmadır. Bu has-olma burada mevzu bahis edilen etiğe işaret eder,
dünya-da-olma'nın kökensel etiğine (Böyle bir etik konusunda, bkz.
"Léthique originaire de Heidegger", in Jean-Luc Nancy. La pensée
dérobée -Paris: Galilée, 2001-). Dünyanın duruşu [tutumu] ile duruş olarak
ethosun kökensel anlamını birlikte düşünerek, Nancy dünyanın bir ethos, bir
habitus ve bir ikamet olduğunu belirtir. O aynı zamanda bir praxistir: Dünyanın
anlamı a priori verili değildir ve dünyada birlikte-varoluşumuz da verili
değildir, hiçbir tözsel veriye dayanamaz. Hiçbir veriye dayanmayan dünya
öyleyse ancak kendi üstüne dayanır, yani o bizzat kendinden... başka hiçbir
şeyden belirivermez. Dünyanın verili olmayan anlamı yaratılmalıdır, zira
"her verinin düşülüşü o halde bir yaratım düşüncesinin yüreğini oluşturur"
(CM, s.91). Hiçbir şeye dayanmayan dünya, anlamın kökensel bir praxis'inde icat
edilmelidir: "anlam her zaman praxis'tedir" der Nancy (CM, s.61), o
asla verili bir şey olarak tesis edilmemiştir, hiçbir zaman bitmemiş ya da
tamamlanmamıştır: o yapılacak olandır [yapılması gerekendir]. Her zamanki
haliyle verili olmadan olma olarak kendi olma, bir edimi, bir faaliyeri
barındırır. Bizzat kendisi olma, daima verisiz olma olarak, bir edimin, bir
yapmanın anlamına sahiptir.
d) Dünyanın yaradılışı
Bu (anlam) yapma/yaratma ex nihilo bir yaratımdır,
hiçlikten kaynaklanır ve hiçlikten beliriveren anlam, dünyayı hiç-verisiz ve
sebep-siz olarak görünmeye bırakır. Nancy, Heidegger'in Sebep ilkesini
yankılayarak, "ne sebebin, ne de zeminlerin dünyayı desteklediğini"
ortaya koyar (CM, s.47 n.1) Hiçbir ilkeye dayanmayan dünya bir olgudur, dünya
sadece bir olgudur (her ne kadar, bizzat kendisi dünya içinde bir olgu olmayan,
biricik bir olgu olsa da) Tanrı veya akıl üzerinde temellenmemiştir.
"Gizemli" bir olgudur, diye yazar Nancy, ilineksel, başıboş bir
varoluşun gizemi (Wittgenstein'a göre gizemli olan, dünyanın (var)olması
olgusudur). Dünya ne zorunludur ne de zorunsuz, şayet zorunsuzluk zorunluluk
ile ilişki içinde tanımlanıyorsa. Bundan ziyade o zorunluluğun ve zorunsuzluğun
ötesinde ya da berisinde, mutlak bir olgudur. Eğer "bu dünya olgusunu, onu
(etker ya da ereksel) bir nedenle ilişkilendirmeksizin düşünürsek" (CM,
s.41), bu zorunluluk-zorunsuzluk çiftinin dünyasının olgusallığını ortaya çıkarmak
mümkündür. Dünya sebepsiz ve nedensiz bir olgudur, o "sebepsiz, ereksiz
bir olgudur ve bizim olgumuzdur" (a.g.y). Dünya sebep bakımından temelsiz
bir anlamlılıktır, o bir "sebepsiz yankılanmadır" (CM, s.48). Dünya
sebepsizdir ve mümkün tüm sebepleri bizzat kendisine aittir.
Dünyanın bu olgusallığı, onun terk edilmesidir,
-tarafından ve- ...'e terkedilmesidir. Nancy, dünyanın bu terk edilişini onun
yoksulluğu olarak adlandırır. Dünya asla bir sahiplik değildir, bir terktir:
dünya yoksuldur. (Sefalet değil de olduğu gibi terk edilmiş-olma' olan) bu
yoksulluk dünyanın açığa vurduğu hiçlikten ileri gelir: hiçlikten kaynaklanan,
hiçliğe dayanan, hiçliğe giden dünya, diye yazar Nancy çarpıcı bir bölümde,
"deyim yerindeyse, hiçliğin ta kendisidir, ya da daha ziyade bir şey
olarak çoğalan/büyüyen hiçliktir" (CM, s.55). Büyüyen, doğum, büyüme
cresco ve creo sözcükleri arasındaki etimolojik bağları ortaya çıkararak,
Nancy, bu aşamada yaratım motifini işin içine sokar. Çoğalmak/büyümek ve
yaratmak: dünyanın hareketi: "Yaratımda, bir çoğalma/büyüme hiçten
çoğalır/büyür ve bu hiçlik kendine bakıp besler, çoğalmasını/büyümesini
işler" (a.g.y.). Yoksulluk bu anlamda çoğalır/büyür.
Nancy'nin bahsettiği yaradılış, yani öznel bir
genitif olan dünyanın yaradılışı, kökten biçimde teolojik-olmayan bir anlamda
anlaşılmalıdır. Hatta o, kendine has kapsamında ve mantığında, teolojik olmayan
bir mefhumdur, öyle ki yaratma ancak ex nihilo olabilir, hiçlikten beliriverme,
yoksa Tanrı'dan değil. (Nancy, "'yaradılış', teolojik bağlamının dışında
yeniden ele almamız gerekn bir motif veya bir kavramdır, diye ısrarla
belirtmektedir CM, s.54). Dünya hiçbir şeye dayanmadığı için, kendi
yaradılışında ex nihilo olarak var olmaktadır. Yaradılış, teizmin
konumlandırmasının aksine, ex nihilo'nun içinde tamamen bulunmaktadır, ki Nancy
teizm karşısında sadece a-teist değil, aynı zamanda "yoktanrıcı"
(absenthéiste)! (id) bir hakikat talep eder. Dünyanın yaradılışında Tanrı
mevzutsuzlaşır/uzaklaşır (s'absenter) ve dünyada kaybolur. Yaradılış artık
teolojiye hiçbir referans yapmaz; ama bizi hakiki bir materyalizme gönderen ex
nihilo'ya gönderme yapar. Öyle ki "ex nihilo radikal bir
materyalizminhakiki formülüdür, yani kesinlikle köksüzdür" (CM, s.55).
Nancy yaradılışın bu özelliğini tam da dünya düşüncesine dair tüm referansları
bırakan bir duruş aldığında dile getiriyor: hiçbir şey verili değildir, her şey
yaratılacak, icat edilecektir: "Dünya hiçlikten yaratılmıştır: bu, onun
özellikle bir üreticinin elinden çıktığı anlamına gelmez; hiçbir üreticisinin olmadığı
anlamına gelir" (CM, s.55). Dolayısıyla Nancy yaradılışı, kendi kavramı
içinde verili bir şeyi, bir projeyi ve bir ürünü gözeten üretimin "tam
tersi" olarak dile getirmektedir. Aşkınsal yaratıcısı olmayan yaradılış,
kendine içkin yaradılış, kendinde kendinin yaradılışı: "Şayet dünya
hiçliğin büyümesiyse -indirgenemez bir muammanın ifadesiyse!- o, kendinden
başkasına bağlı olmayan, dolayısıyla kendinden başkasına verili
olmayandır" (CM, s.56).
Dünya hiçlikten yaratılmıştır, yani hiçlik olarak,
boşluk anlamında değil de, verilecek hiçbir şeyin ve hiçbir nedenin olmaması
anlamında. Dünya, hiçlikten çıkmıştır, öncelleri, modelleri, "kuralı ve
verili bir sonu" olmadan (a.g.e., s.63). Hiçlikten çıkmak şu anlama gelir:
Hiçliğin sunumu, görünmeyenin fenomenolojisi ya da negatif teoloji anlamında
değil, "hiçbir şeyin kendini verdiği (vermediği) ve hiçbir şeyin kendini
göstermediği -ve olduğu" anlamında (CM, s.97, n.1). Dolayısıyla dünyanın
yaradılışı anlamın ve belirli bir bulunma yerinde yaşamanınpraxis'idir ve bu,
yeni olanın öngörülemez ortaya çıkışı olarak bir dünya yaradılışıdır. Ayrıca
bu, mutlak bir başlangıç, açımlanmış kurulma (bir boşluk olarak ex nihilo'nun
ex'i), kendine özgülük, ve birlikte-varoluş niteliğindedir (buradaki
'birlikte', ex ile iç içedir) ki Nancy de bizlere özellikle Globalizasyona
alternatif olabilecek bir küreselleşmeden bahsederken düşüncelerini bu
sayfalarda aktarmıştır. Burada dünyayı olumlamak ve istemek söz konusudur,
temeli olmayan veya hiçlikte temellenen, sebebi, sonu/ereği, mimarı veya öznesi
olmayan, temsil dışı bir dünyayı: kirli olandan çıkışın tek olanağı
"Dünyayı yaratmanın anlamı: hemen, gecikme olmaksızın, genel eşdeğerlik
üzerine kurulu olan bir adaletsizliğin globalliği karşısında oluşturulması
gereken bir dünya için mümkün olabilecek her mücadelenin önünü açmak. Ama bu
mücadeleyi tam da, hiçlikten çıkan bu öncelsiz ve modelsiz, kuralsız ve verili
ereği olmayan dünya adına sürdürmek, ki adaleti ve dünyanın anlamını oluşturan
tam da budur" (CM, s.63).
François Raffoul
[1]Nancy pek çok defa küreselleşmeden üzerimize "akın eden", adlandırılamaz bir başka yerden başımıza gelen ve, onda oluşan, "bağımsızlıklar ve egemenlikler"in ve "aidiyet temsilleri"nin hassaslaşmasıyla, has ve aynılık/kimlik üstüne bir sorgulamanın imkanını açan bir olay olarak bahseder (CM, s.22). Böyle bir dünya, kendini bu hassaslaşma içinde gösterir, zira o mümkün bir ikamet etmenin mevzu bahsinden başka bir şey değildir.
[2]Nancy böylece, dünyanın kökensiz, hiçlik üzerinde temellenmiş bir boyutsallık, olmaktan kaynaklanmayan, ama (hep çoğul ve tekil) bir "mevcudiyetin aralıklanması/mekansallaşması" olan bir "archispatialite" (kökmekansallık) ya da bir "açıklığın mekansallığı" (CM, s.99) olduğunu belirtir.
[3]Dünyanın dünya-haline gelmesinin belirleyici niteliği, diyor Nancy, "dünyanın, bizzat kendisinin kendi "dünyalığı"nın -ya da dünya çapındalığının- "öznesi olmaya yönelerek kararlılıkla ve mutlak olarak her türlü nesne statüsünden uzaklaştığı özelliktir. Ama genel olarak bir özne olmak, bizzat kendi haline gelmeye zorunlu olmaktır". (CM, s.33)
Çev. İ. G.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder