17 Ağustos 2013 Cumartesi

"Dünyanın Yaradılışı ya da Küreselleşme"de Dünya Düşüncesi

Giriş 
"Dünyanın yaradılışı ya da küreselleşme"de (Jean-Luc Nancy, La creation du monde ou la mondialisation, Paris: Galilée, 2002, s.32 -bundan böyle metinde CM olarak geçecektir.) açımlanan dünya düşüncesi -"dünyanın dünya olmaklığı" düşüncesi-, görünürde eş anlamlı olan veya ayrımsızca kullanılan iki sözcük, globalizasyon ve küreselleşme arasındaki ustalıklı bir oyun içinde şekillenmektedir. Nancy, metnin ingilizce baskısının girişinde, İngilizcede bir tek "globalization" adlandırılmasıyla bilinen fenomeni belirtmek için gerçekte iki sözcüğe, yani globalisation (globalizasyon) ve mondialisation (küreselleşme) sözcüklerine, sahip olan Fransızca'ya özgü bu dilsel özelliğe başvurur. Aslında Nancy'nin de değindiği gibi, Globalizasyon sözcüğü "dünyanın, çağdaş bilgi alışverişinin yaygın (koiné) İngilizce kullanım alanı kadar büyük bir bölümüne tek başına hakim olmuş"ken, Küreselleşmeterimi, aynı kolaylıkta tercüme edilememektedir, hatta Nancy'e göre "çevrilemez" bir mahiyete sahiptir. Bu iki sözcük ilk başta, dünyadaki tarafların birleşmesi gibi biricik bir fenomeni belirtmekte uyuşmuş hatta birbirine karışmış gibi görünüyor olsa bile, aslında -karşıt olmasa da- gayet farklı anlamları içermektedirler. Zira yanılmıyorsak, bu tartışma sadece basit bir semantik egzersizinden ibaret olmayıp, zamanımız insanlığının iki olası kaderi üzerinde oynanmaktadır: bir yandan ekonomik ve teknik bir global mantık -"geneleşdeğerlik üzerine kurulu adaletsizliğin globalliği" (CM, s.63) diye kesinler Nancy- tarafından üretilmiş tekbiçimleşme yaşanabilir bir dünyanın zıttına ("kirli" im-monde) sürüklerken, öte yandan, sahici bir küreselleşme olanağı, bir dünya ve bir anlam yapma olanağı -ki Nancy bunu, "hemen ertelemeden" diye kesinleştirdiği bir "dünya yaratma" olarak adlandıracaktır-, "bir dünya için", yani globalliğin "karşıtını biçimlendirmek zorunda olan şey için olası her mücadeleye" (a.g.e.) götürecektir. Adeta, "De-globalizasyon" [Globalizasyondan-çıkış] olarak küreselleşme...

Nancy'nin bir dünya olasılığını açabilmek amacıyla ortaya çıkarmaya çalıştığı da tam bu zıtlıktır. Daha en başında, Nancy global olanın ya da globalliğin, küresel/dünya çapında olana ya da küreselleşmeye göre daha soyut bir fenomen olduğunun altını çiziyor; çünkü bu fenomen "yekpare alınnmış bir bütünlük"ü, "ayrımsız bir tümlük"ü belirtmektedir, oysa dünya, küresel/dünya çapında olan, küreselleşme sözcükleri, daha ziyade, insanların, kültürlerin ve ulusların farklılaşmış beraberliğine göndermeyle, "genişlemekte olan bir süreci" çağrıştırmaktadır. Son tahlilde Küreselleşme ve Globalizasyon arasındaki ayrımdan Nancy'nin elde tuttuğu şey şudur: Küreselleşme; mümkünbiranlamlamalarveanlamlılıkalanı, ortakanlamalanıolarakinsanilişkilerialanı olan dünya ufkuna bir göndermeyi muhafaza etmektedir. Buna karşılık, Globalizasyon, dışta hiçbir şey bırakmayan bir hakimiyet için mükemmel bir biçimde erişilebilir ve saydam olan, "farksızlaştırılmış bir tek-bütünlük alanına gömülme"ye işaret eden bir süreçtir. Dolayısıyla Globalizasyon terimi tüm anlam ve fenomenleri bütünleyen bir çevirilebilirliğe eğilimli iken, "Küreselleşme" teriminin tercüme edilemez, gizli ya da  hakim-olunamaz bir yanının bulunması tek başına önemsiz değildir. Bu yüzden Nancy, Globalizasyon'un dünya-haline gelme olmak şöyle dursun, daha ziyade kendisinin "kirli-olanın (im-monde) çoğalması" (CM, s.16) diye adlandıracğı şeye götürdüğünü söylemeye kadar vardırarak, bu iki terime itiraz etme, onların karşıtlıklarını itham etme eğilimi gösterecektir. Böylece Globalizasyon fenomeni bir dünyanın mı yoksa karşıtının mı doğuşuna yön verir, diye sorgulamaktadır Nancy kitabının başlarında... Daha öncesinde ise, "Urbi et Orbi" başlıklı denemede, Nancy Globalizasyon'u "Dünyanın bütün dünya-biçiminin silinmesi" (CM, s.53), "duyulmamış, jeopolitik, ekonomik ve ekolojik felaket" olarak nitelendirmişti (a.g.e.). O zaman soru şu biçimi alır: "Artık yalnızca yerküreyi, gezegensel evreni veya göksüz yeryüzünü bulduğumuz bir dünyayı, tam olarak nasıl düşünmeli...?"(CM, s.46)

I. Globalizasyon ve Küreselleşme

Nancy, şu olgudan yola çıkmaktadır: Dünya kendini yıkıma uğratmaktadır. Burada bir abartı, bir korku, bir kaygı veya herhangi bir felaket tellallığı söz konusu değildir. Ne de bir düşünüm hipotezidir söz konusu olan. Hayır, bu Nancy'e göre bir olgudur, hatta onun düşüncesinin kendisinden köklendiği [bir] olgu. "Dünyanın kendini yıkması bir hipotez değildir: bir anlamda bu, bütün dünya düşüncesini besleyen bir saptamadır" (CM, s.17) Dünya kendini yıktığında ya da yıkma yolunda olduğunda, paradoksal olarak, dünya düşüncesi, dünyanın dünya-olmaklığı da böylece mümkün kılınır. Aslında paradoksal olarak Globalizasyon olayı -Nancy için dünyanın silinmesi- "sayesinde"dir ki dünya olduğu gibi görünebilmektedir. Globalizasyon dünyayı yıkmakta ve böylece onun varlığına dayanan soruyu mümkün kılmaktadır. Tam da bu yüzden Nancy dünya düşüncesine Globalizasyon analiziyle, yani dünyanın yıkımının analiziyle başlar.

Bu yıkımın ana hatlarına kısaca göz atalım. Nancy, gündelik dilde "her yerde ve nerede olursa olsun" diye geçen Papaya ait "Urbi ve Orbi" formülündeki anlam kaymasını anımsatır. Bu "her yerde ve nerede olursa olsun", dünyanın bütünlüğünün bozulmasıyla (désintégration) ilintilidir, zira bu bütünlüğün bozulmasından beri artık bir dünya küresi (orbe) oluşturmak mümkün değildir: dünya küresi, çoğullaşmış global olanın "olmayan yeri" içinde çözülüp gitmiştir. Burada dünyanın parçalarının ayrımsızlığına götüren -yani köye nazaran şehir- bir genişleme söz konusudur. Bu aşırı birikme (accumulation), "Sonsuz Kötü'nün" (CM, s.45) dünyasını parçaladığı -yığışım/küme (conglomérat), yumak/yığın (entassement) anlamında- yığılma/toplaşma (agglomération) adını alacaktır: "Dünyaya fırlatılmış bu kumaş (tissu) ... urbs'u (kenti) olduğu kadar orbis'i (küreyi) de bozar. Yığılma, küre (globe) olarak düşünülen ama artık yalnızca ikizi glomus olan şeyi buluşturur ve aşındırır. Bu glomus'ta tekno-bilimin belirsiz büyümesi, nüfusun korelatif olarak hızlı artışı, içinde tüm düzeylerde -ekonomik, biyolojik, kültürel- eşitsizliklerin bir ağırlaşması ile, kısımlarıyla birlikte dünya ve karakteriyle birlikte insan olan şeye dair kesinliklerin, imgelerin ve kimliklerin yoldan sapmış bir saçılmasının birleşmesi oynanmaktadır (CM, s.14-15). Globalizasyonun yığılması, hep sefalet içine atılmış bir marjla at başı giden zenginliklerin bir toplanmasıdır. Bu yüzden Nancy, gezegen çapındaki teknolojik ve ekonomik hakimiyet sürecinin, dünyanın parçalanmasıyla (désagregation), yani "bilginin etiğin ve birlikte refah içinde yaşamanın uyumunun parçalanması"yla olan bağıntısına dikkat çekiyor (a.g.e.). Böylece her şey; gezegen çapında olana nüfuz etme (accession), bütününde dünyanın örtüsü, dünyayı aynı anda -bütünleştirici işleyişin anlamı yok oluyormuş gibi- yok ediyormuşçasına olup biter. Gezegen çapında ve global olan anlamında bütünlüğe nüfuz, aynı anda dünyanın yok oluşudur da. Ayrıca Nancy, (dünyanın) yön ve anlam kaybının da altını çiziyor. Bu nüfuz/erişim, diye altını çizer Nancy, aynı zamanda (dünyanın) yöneliminin ve anlamının sonudur da. Globallik, herhangi bir yol, bir anlam veya bir yön, bir imkan açmamakta, daha ziyade, kör bir ekonomik ve teknolojik sömürü olarak bizzat kendi üstüne ve kendi perspektif ve yönelim yokluğu üstüne çullanmakta ve yüklenmektedir. Özetle, "dünya, kendi dünya yapma kapasitesini yitirmiştir: sadece araçlarının gücüyle kirli olanın çoğalmasını arttırma kapasitesi kazanmış gibi görünmektedir" (CM, s.16). Bundan ötürü Globalizasyon mantığının derin nihilizmi de kendini ele vermektedir, zira, Nancy'nin sonuç olarak bitirdiği üzere, "her şey, sanki dünya, çok yakında elinde kendisinden başka yok edecek bir şey kalmayacak bir ölüm itkisiyle çalışıyor ve yol kat ediyormuşçasına olup bitmektedir" (a.g.e.).

Bu oldukça kısaltılmış özette de böylece görünmekte olan şey; bir taraftan, global olan ile küresel olan arasındaki (Globalizasyona karşıt olarak Küreselleşmeye dair farklılaşmış bir düşünceye imkan verecek) antinomi; ama özellikle de, böylece dünyada, dünyanın olagelişinde olduğu gibi yıkılışında ya da dünyanın olageliş olarak yıkımında oynanan "hiç"in görünmesidir.[1] Dolayısıyla bizim için söz konusu olan, Nancy'nin genel hatlarını açığa çıkardığı bu dünya düşüncesini ön plana çıkarmaktır, zira öyle geliyor ki Globalizasyonun ve Küreselleşmenin çakışan kaderleri bu hiçlikte oynanır, yine sert çekirdeğinin dünyanın yaradılışındaki ex nihilo'nun hiçliği tarafından "çatla"tıldığı (CM, s.95) söylenecek olan çağdaş hiççilik (nihilisme) sorusu da.

II. Dünyanın dünya olmaklığı.

a) Dünya sorunsalının tarihsel belirişi

En başta, dünya sorunsalının tarihsel bağlamda ortaya çıkışının Nancy tarafından gerçekleştirilen rekonstrüksiyonunu [yeniden-inşasını], yani Nancy'nin "dünyanın dünya haline gelmesi" olarak adlandırdığı, dünyanın kendine has bir felsefi sorunsal haline geldiği süreci açıklamak gerekmektedir (CM, s.32,33). İnsani varolmanın özel yeri ve sorunsalı olarak dünya, onto-teolojinin ve temsilin klasik figürleri tarafından örtülmüş ve gizlenmişken, bir yandan da paradoksal olarak ve gizliden gizliye onların içinde kapsanmış biçimde onları içeriden işle(t)mektedir. Dünya, diye yazmaktadır çarpıcı bir formül kullanan Nancy, "onto-teolojiyi içeriden işleten öz-yapısaköm" olmuş ya da bu yapısökümü biçimlendirmiştir (CM, s.32). Bu öz-yapısökümün ve karartılmanın ana hatlarını yeniden tesis edelim.

Nancy, dünyanın temsilden (Gelecek tam da temsili aşandır. Ve biz de bizim temsilin dışındaki dünyayı yeniden kavramamız gerektiğini öğrenmiş bulunuyoruz -CM,s.54.) çıktığında, kendini sözümona dünya görüşünden ya daWeltanschauung'dan kurtardığında dünya olarak ortaya çıktığını belirterek başlamaktadır. Aslında dünyanın temsili, çıkıntı yapmış bir konumu, yani dünya dışı, dünyanın görülüp temsil edilebileceği bir konumu var saymaktadır. Dolayısıyla böyle bir temsil dünyayı nötralize etmekte ve onu indirgemektedir. Tam da bu yüzden Nancy, dünyanın dünya olarak, dünyanın temsilinin tarihsel veya tarihli bir geri çekilmesi zemininde su yüzüne çıktığı olgusu üzerinde durmaktadır. Peki, dünya temsili kavramı neyi içerir? Bu kavram, kendi önünde dünyayı bir nesneymişçesine temsil eden, bir dünya-nın-öznesi olan bir dünya gözlemcisini, bir cosmotheoros'u var sayar; ayrıca bu kavram bir yandan da böyle bir görüşte sonlanan dünyanın bir ilkesinin ve bir sonunun/ereğinin temsilini de varsayar; son tahlilde bu kavram kendisini, dünyanın nesne statüsüne indirgenmesine ve adına "nesnel" denen bir dünyaya adamıştır. Fakat dünya tam da bütün bu özelliklerin elinden kaçıp kurtulur: "Dünya, mümkün temsil statüsünden kaçmıştır... Dünya, artık temsilden, kendi temsilinden ve bir temsil dünyasından çıkmıştır ve kuşkusuz böylelikledir ki dünyanın en çağdaş belirlenimine ulaşılır" (CM, s.37-38). Peki dünyanın temsili neye dayanmaktadır? Bu temsil, bir dünya öznesi konumuna dayanmaktadır, yani dünyayı kendi bakışı, görüşü altında tutan bir özneden ileri gelmektedir, öyle ki temsil edilen konumundaki dünya, "bir dünya-öznesinin bakışında asılı kalan bir dünya"dır (CM, s.31). Buna göre mevzubahis özne elbette bu dünyadan değildir, ne de dünya-da-olma anlamında dünyanın "içinde"dir: dünyevi değildir. Dünya dışındaki konumu ona adeta teolojik bir statü bahşeder; bu bakımdan (dünyanın) temsili motifi onto-teolojiye bağımlılığını dışa vurur. Dünya böylece onto-teoloji tarafından, kendi temsilinde ıskalanmıştır ve onto-teoloji bir öznenin konumunda sunmaktadır kendini: "Dini bir temsilin yokluğunda bile, böyle bir özne, dünyanın yaratıcısı, düzenleyicisi ve vericisi (ya da alıcısı) konumunu -açık veya örtülü biçimde- sürdürür (CM, s.38).

Dünyanın gizlenmesine/karartılmasına ilişkin ikinci örnek de haliyle onto-teoloji veya Nancy'nin deyimiyle klasik "rasyonalizmin büyük alışkanlıkları"dır (CM, s.32). Aynı şekilde "dünya(lı)laşma"yı da dünyanın içkin yapısı -dünyanın asla bir başka-dünyaya (onto-teolojinin bir postülası) değil, yalnızca kendi kendine- bir "deteolojizasyon"a gönderimde bulunması gerçeği- olarak tanımlayacaktır (CM, s.55). Bu, Nancy'de, dünya düşüncesinin leitmotifi olacaktır: Dünya, mutlak bir içkinliktir, buna geri döneceğiz

b) Dünyanın dünya-haline gelişi

Daha önceden de belirttiğimiz gibi dünya onto-teolojinin geri çekilmesinin zemini üzerinde kendine has bir felsefi sorunsal olarak ortaya çıkmaktadır ve mutlak varoluş olarak oyuna dahil oluşu Tanrının yokoluşuyla bağlantılıdır. Dolayısıyla dünyalaşma, "teolojizasyonun" bir tersi olmaktadır. Aslında (içkinlik ve mutlak değer olarak) dünya düşüncesinin önünde baraj veya engel teşkil eden, varolanın bütünlüğünün Doğa-insan-Tanrı üçlüsüne göre bölünüşüdür. Nancy için Tanrı şuna karşılık gelir: bu dünyanın yanında, ona ek olarak koyulmuş bir başka dünya. "Zira dünyadan ayrı bir Tanrı başka bir dünyadır" (CM, s.41). (Monoteizmin sonunda, Tanrısız, yani başka bir dünyasız dünya vardır. CM, s.54) Tanrı, dünyanın dışında durandır. Bu bağlamda da temsilin öznesi bir Teizme eşlik eder. Yine de, otantik bir dünya düşüncesinin ilk önermesi dünyanın asla bir başka dünyaya göndermede bulunmayacağıdır. Dünyanın hudutları ve kıyıları açısındansa Nancy kesin bir biçimde şunu ilan eder: "(Dünya) Asla kendi gözlemi için bir çıkıntı işgal etmek üzere bu sınırların dışına çıkmayacaktır." (CM, s.37). Ve şayet "bu dünyayı terk edersek" bu, başka bir dünyaya giriş yapmak amacıyla değildir, basitçe artık dünyada olmamak, artık dünya içinde olmamak, artık dünyaya sahip olmamaktır. Bu "bu-dünya" tek dünyadır. Ölmek, dünya olarak dünyayı terk etmektir. Ve bu bu-dünyayı başka bir dünya için terketmemektir. Artık var olmamak, bu dünyada artık var olmamaktır. İşte bu yüzden dünya kendinin ötesine geçmez (dışı yoktur), daha ziyade kat eder. Bir kenarından diğerine, bir hududundan diğerine, bir ucundan ötekisine; ancak asla bir dışarıya ya da bir öteye geçebilmek için değil. İşte bu yüzden Jean-Luc Nancy'nin ana eserlerinden birisinin başlığı olan "Dünyanın Anlamı" (Le sens du monde, Paris, Galilée, 1993) ifadesi genel iyelik [genitif: -in hali] olarak dünyanın anlamı, ya da (Wittgenstein'ın "dünyanın anlamı, kendini dünyanın dışında bulmalıdır" formülünü takiben) çıkıntı yapan bir dışarıdan hareketle bütünlük olarak dünyanın bir kapsanması (englobement) demek değildir. Bundan ziyade, dünyanın içsel göndergelerden hareketle üretilen, öznel bir iyelik demektir: "Bundan ötürü dünyanın anlamı dünyanın herhangi bir dışına bir gönderi olarak üretilemez" (CM, s.37). Dünya kendinden başkasına tekabül etmez ve anlamı da dışarıdan gelmez; o, "döngüseldir" diyor Nancy, "her defasında tekil olan ve tekil olarak orada bulunan her şeyin arasında tekil olarak , hiçbirinin tamamlayamadığı, hiçbir yerin  ve hiçbir tanrının bu dünyanın dışında olmadığı tek bir olasılığı paylaşarak" (a.g.e.). İşte bu ölçüde dünya töz, dayanak veya yandaş mahiyetinde değildir[2]; kendini önceden varsaymaz, o kendinin yayılımı, kendinden uzak, zeminsiz veya zeminini hiçlik üzerine kurulu dünya olarak var olur. Dolayısıyla Nancy "anlam"dan (sens) bahsettiği zaman, bu sözcükle, verili tamamlanmış bir anlam manasında "anlamlama/imlem" (signification) ile aynı şeyi anlamaz, daha ziyade onu, anlamlamaların üretimi olasılığının açıklığı olarak anlamaktadır. Anlam verili olan değil, icat edilecek ve yaratılacak olandır, yani göreceğimiz gibi, ex nihilo olarak...

Görüyoruz ki dünya düşüncesi, ("başka" bir dünya postülası olan) aşkınlık geleneğine ters düşen mutlak bir içkinliğin düşüncesidir. Bununla birlikte, Nancy, dünyanın, dünyanın dünya-olmaklığı sorusunun içeriden onto-teoloji işlettiğini, onto-teolojinin de kendini yapısöküme uğrattığını ve ona rağmen dünyanın birliğini ve radikal içkinliğini teyit ettiğini gösterir. Nancy, klasik Tanrı düşüncelerinin "dünyanın dünya-olmaklığını sorguladığını" yazmıyor mu? (CM, s.32). Bunu kendisi açıkça ilan etmektedir: klasik onto-teolojide, söz konusu olan sadece dünya idi (zaten sadece dünya varsa, aksi nasıl mümkün olabilirdi?). Aslında, diye devam eder, "daha Tanrı'nın en klasik metafizik temsillerinde, söz konusu olanın, son tahlilde, sadece kendinde ve kendi için dünyanın bizzat kendisi olduğunu kavramak için fazla uzun bir incelemeye lüzum yoktur" (CM, s.32). Peki, onto-teolojinin klasik aşkınlıkları neyi izah eder? Dünyayı. Bu aşkınlıklar, dünyanın içsel yapısını veriyorlardı, "şeylerin genel düzeninin iç mantığını" sağlıyorlardı CM, s.39). Tanrı, aslında dünyanın Tanrısıdır, onun öznesidir, imalinin, idamesinin ve kaderinin öznesi. Dünyanın Tanrısı onun yaratıcısı, düzenleyicisi ve varacağı yerdi (destinateur). Bu anlamda, onto-teoloji Nancy'e göre "dünyanın bizzat kendisiyle  olan içkin ilişkisini" açıklamaktan başka bir şey yapmıyordu (a.g.e.). Felsefede "dikey" teolojik aşkınsallığın Kant'la birlikte dünyanın kendisinin yapısından ve ufkundan başka bir şey olmayan "yatay" bir aşkınsallığa  döndürülmesi bir tesadüf müdür? Kant'ta dünyanın aşkınsal olarak koyuluşuna tanık oluyoruz, yani oluşa gelenin bizzat yeri olarak koyuluşuna, ya da Nancy'nin yazdığı gibi, Kant'ta dünya "düşüncenin yeri, boyutu ve etkinliği: anlamın ve hakikatin uzay-zamanı" olarak belirir (CM, s.33), yoksa sadece (bir öznenin) görme nesnesi olarak değil. Dolayısıyla Nancy, kendi adlandırılışıyla bir "dünyanın dünya-haline gelişi"ni, Descartes'ın sürekli yaradılışı (dünyanın idamesi) ya da Spinoza'nın sive natura Tanrısı (dünya olarak Tanrı) vs. gibi onto-teolojinin klasik figürleri içinde okuyacaktı. (Ayrıca Nancy bu listeye Malebranche'ın Tanrı'da görüş'ünü ve dünyanın içsel mantığı olan Leibniz'in monadların monadını da eklemektedir). Her seferinde, söz konusu olan son tahlilde dünya, onun hakikati ve onun anlamıdır. Bu ölçüde de, dünya sorusu "içeriden onto-teolojiyi işleten kendinin-yapısökümü" (CM, s.32) biçimini alacaktır ve metafiziğin Tanrısı da dünya haline gelmiştir.

Metafiziğin Tanrısı şu anlamda dünya haline gelmiştir: onto-teolojinin Tanrısı "artık sadece kendi içkinliği içinde düşünülen dünyanın varoluşunun yüklemlerine sahip olmak üzere bağımsız bir varoluşun tanrısal yüklemlerinden yavaş yavaş soyun"muştur (CM, s.39), ki bu da, dünyanın öznesinin (Tanrı), dünyanın özne olarak varoluşa gelmesine izin vermek için ortadan yok olduğu anlamına gelir. Özetle, dünyanın dünya-haline gelişi, dünyanın, (daha önce bağımsız varoluş olarak Tanrı tarafından işgal edilen) özne statüsüne erişmek için (görüşe ait) nesne statüsünü kaybetmesi anlamına gelmektedir. Bundan böyle, artık sadece bizzat kendisinin öznesi olarak dünya (içkinlik) vardır, yani yine Nancy'e göre kendiyle ilişkili olarak dünya.[3] Daha önceden de belirttiğimiz üzere, kendiyle bu ilişki, bir zemin veya substratum [dayanak] olarak seyir etmemektedir; o, dünyanın kendine has yayılımından hareketle kendiyle ilişkidir, kendinin yayılımıdır. Ne olursa olsun, Nancy'nin de açıkladığı gibi, onto-teolojinin Tanrısı, kendi kendini dünyanın öznesi olarak, yani dünya-özne olarak üretmiştir (veya yapısöküme uğramıştır). Gelgelelim, yüce-olan-Tanrı olarak kendisini tasfiye etmiştir ve kendini bir yandan da orada yitirerek, dışarısı olmayan (ne dünyanın dışı ne de dışarının dünyası) dünyanın kendisi için varoluşa dönüşmüştür" (a.g.e.). Dolayısıyla Tanrı ortadan kaybolmuştur; fakat dünyada kaybolmuştur, ki bu durum aynı suretle artık kesin olarak (içerende içerilme anlamında)  dünya içinde olma terimleriyle değil, sadece dünya-da-olma terimleriyle konuşulmasına yol açar. Buradaki "-da" edatını (dünya-da), diye açıklar Nancy, bundan böyle tüm dünya problemini özetler. "İçinde"den, "-de"ye bu kayma, dünyanın radikal içkinliğine işaret eder: bundan böyle her şey dünyada vuku bulur, yani düpedüz dünyada. Dolayısıyla bizim, henüz çok kısaca tesis ettiğimiz, bu de-teolojizasyonun temelinde kendini açımlayan dünyaya has bu düşüncede ilerlememiz gerekir. O yüzden dünyanın dünya-olmaklığının ana hatlarını ortaya çıkararak gideceğiz.

III. Dünyanın dünya-olmaklığı.

a) Mutlak içkinlik olarak dünya

Dünyanın birincil niteliği onun radikal içkinliğidir. Dünya artık bir aşkınlığa, dünya dışındaki ve dünyadan ayrı bir Tanrıya göndermede bulunmaz, kısacası artık o, başka bir dünyaya karşılık düşmemektedir: Nancy'nin de yazmış olduğu üzere "Artık 'dünya' sözcüğünün kullanan, bir 'başka' dünyaya ya da bir 'dış' dünyaya başvurmayı reddetmektedir" (CM, s.22-23). İşte bu yüzden bu benzeri olmayan dünya düşüncesinde teolojinin bir sekülarizasyonunun yeri yoktur: dünya, teolojik senaryonun dışında oyununu oynamaktadır. Artık dışsal ve aşkınsal bir modele başvurarak dünyanın anlamını ölçmek mümkün değildir. Dünyanın içkinliği en başta dünya için bir model olmadığı anlamına gelmektedir, zira dünya artık bir temsil ya da bir kurala indirgenmemekte ve ona göre ayarlanmamaktadır: dünya an-arşiktir. Dışsal bir referans olmadığından, sadece kendine gönderme yapmaktadır ve anlamı da sadece kendinden kaynaklanmaktadır. O, dışsallığa yapılan bütün göndermelerden mutlak olarak kopmuştur: bu nedenle de içkinliği mutlak (ab-solu), kopmuş, bağsızdır. Nancy de dolayısıyla "dünya"dan ("le" monde), "mutlak olarak"tan bahseder, zira dünyanın bu mutlaklaşması [çev: kendini geri çekip uzak tutarak saltık kalmasından], "küreselleşme" denen şeyin anlamlarından biridir. Dünya mutlaktır, çünkü o başka bir dünyaya göreli değildir. Dünyanın anlamı bu içkinliği açığa vurur, zira dünyanın anlamı olduğu haliyle dünya olan bir anlam-yapma'ya ilişkilidir: dünya, kuşkusuz imkansız olan bir Fransızca'yla söyleyecek olursak, bizzat kendini anlam yapar (se faire sens lui-méme). Anlam asla bir dünya dışına referans yapmaz; ama sadece kendi kendine göndermede bulunur, ki bu kendine referans da dünyadır. Nancy de şöyle yazar: "Dünyalık, dünyanın sembolizasyonudur; dünyanın, herhangi bir dış/başka dünyaya gönderme yapmaksızın uç uca olarak bir anlam dolaşımını mümkün kılmak suretiyle bizzat kendinde bizzat kendisiyle sembol yaratma tarzıdır (CM, s.59). Dolayısıyla dünya, bir mutlak içkinliği açığa vurur. Dünya mutlaktır; ancak bir o kadar da sınırlıdır. Sınırlıdır; çünkü ileride göreceğimiz gibi o, hiçlikten, hiçliğe gitmek için çıkar ve kendisi hiçliğin büyümesinden başka bir şey değildir. Bu yüzden dünyanın içkinliği; bir mutlaklıkla bir sonluluğun bir birleşimidir, bir sınırlı mutlaklıktır. Bu sınırlı mutlaklık, bir aşırılık biçimi (excés) alır.

b) Dünyanın olagelişi (événement du monde)

Dünya artık bir temsil veya bir görüş olmadığından, onun (var)olma tarzı (mode d'étre) bu görüşe (vision) nazaran bir aşırılığı açığa vurur. Dünya kendi temsilini aşar, ondan çıkar ve model dışı, aşırı, dışrak, tekil olarak belirir. Temsilsiz, hiçliğe dayanan arı bir olagelmenin aşırılığı olarak dünya, böylelikle, (ekonomik-teknolojik globalizasyonun mantığına karşıt olarak) her türlü hesaplanabilirliğin ufkundan kaçıp kurtulur. Dolayısıyla aşırılık olarak dünya, öngörülemez bir olagelmenin (var)olma tarzına sahiptir, mümkünler arasından bir seçim değildir. Daha ziyade o, "şiddetli ve kesin bir karardır", zira her şey ve hiçbir şey arasında çözüme bağlar --ya da daha kesin bir ifadeyle, hiçlik yerine bir şeyi oldurur (faire étre)" (CM, s.68). O halde söz konusu olan, "hiçbir şekilde önceden verili olmayan, ama yüzü olmadığından yeniye, öngörülemeze baskın yaptıran ve böylece Kantçı özgürlüğün dünyaya ilişkisinde tanımlanmasını sağlayan 'bir dizi fenomenin başlangıcı' olan [şey] için" bir karardır (CM, s.67).

Bütün bu olagelmenin yapısının ta kendisine göre, aynılığa/kimliğe uymayan hesaplanamaz olan içinde, az sonra ortaya çıkacak sebeplerden ötürü "im-possible" diye yazdığı imkansız olan mümkündür ve im-possible olarak cereyan eder. Aslında, im-possible, burada Nancy'nin yolunda gittiği Derrida'da olagelenin/olayın yapısının ta kendisidir. Bu bağlamda imkansız olan, basitçe mümkün olmayan, dolayısıyla etkinlikten/edimsellikten yoksun olan anlamına gelmez. İmkansız olan ya da im-possible, şunu belirtir: bir temsil öznesi tarafından sunulan olanaklılık koşullarının dışında vuku bulan; aslında Nancy için, imkânsız olarak bu dünya deneyiminin öznesi olan olanaklılıkların aşkınsal koşullarının dışında vuku bulandır (CM, s.52). Aşkınsal olan deneyimi imkânsızlaştırır; im-kânsız, deneyimin imkânıdır. Dünya, böyle bir imkânsız olarak vuku bulur. Derrida şöyle yazar: Bir olagelen/olay ya da bir icat ancak im-kânsız olarak mümkündür. İşte bu yüzden Nancy şöyle açıklayacaktır: "Sorumuz böylece açıkça imkânsız deneyim veya imkânsızın deneyimi sorusu haline gelmektedir: sonlu bir bilginin imkânın koşullarından kaçan ve yine de bir deneyim olan bir deneyim" (CM, s.80). Dolayısıyla bu deneyim, önceleyen olanıklılıkların koşullarına nazaran, aşırılığın deneyimidir. Deneyim, olagelenin yapısı olarak im-kânsızın  aşırılığında meydana gelir.

Böylece dünya aşırıdır, temsilin ve aşkınsal olanın olanaklılık koşullarını aşar, ama yine de kendisine has bir tutum/duruş oluşturur. Dünya (bir temsilde) temelsizdir; ama bu hiçlikte durur: dünya, "özsel asıl itibarıyla, ne bir evrenin (kosmos) temsilidir, ne de bir bu dünyanın (Hıristiyanlığın dışlanmış, hatta mahkum edilmiş dünyasının) temsili; ama o, bir ethos'un ya da bir habitus'un, bir duruşun bütün temsillerinin ötesinde aşırılıktır, ki bu duruş sayesinde kendinden durur, kendini biçimlendirir ve kendinde kendini dışa sergiler, hiçbir verili ilkeyle ya da hiçbir sabitlenmiş erekle ilişkilenmeksizin kendiyle ilişkilenir" (CM, s.46-47). Nancy bu kısımda, bu duruşu [bu dokuyu] bir ethos ve bir habitus olarak adlandırıyor -ki bu doku ayrıca bir praxis'tir.

c) Ethos, habitus ve praxis olarak Dünya

Nancy, bir sürgün yeri ya da gözyaşı vadisi, ya da günümüzde dönüştüğü kirlilik (im-monde) olmak istemiyorsa, dünyanın mümkün bir ikamet etme (habiter) yeri olması gerektiğini mümkün kılan bir yer olması gerektiğini belirtir. Her şeyden önce dünya, bir yerdir. Daha kesin olarak söylersek, dünya mümkün bir [çev. "vuku bulmak"anlamında] yerini-alma (avoir-lieu) yeridir (lieu), "hakikaten (bu dünyada) olmasının yeri" olduğu yerdir (CM, s.34). Dünya, yerini-almanın [vuku-bulma] ya da olası yerlerini-almaların yeridir, "herkes için yerin" olduğu bu yerdir. Nancy dünyanın bu boyutsallığı üzerinde ısrarla durmaktadır: dünya, "hiçbir yerdir [hiçbir yerdedir]", o, "zaman-mekanın açıklığı"dır (CM, s.100), her şeyin yerini alabileceği [vuku bulabileceği] zaman-mekansal konum-landıran bir saçılmadır", öyle ki "yeri dünyada ve bu dünya sebebiyle yerini alan"dır (CM, s.36). Dünya, mümkün bir birlikte-varolmanın, bir ikamet etmenin yeri ve boyutudur. Dünya, "sadece onda ikamet eden için dünyadır (CM, s.35). Dünya, kendine has bir yerini-alma ve bir ikamet etme için yerdir, zira yerini-alma "olup bitme" değil, ama has olarak vuku bulmadır. Bu has-olma burada mevzu bahis edilen etiğe işaret eder, dünya-da-olma'nın kökensel etiğine (Böyle bir etik konusunda, bkz. "Léthique originaire de Heidegger", in Jean-Luc Nancy. La pensée dérobée -Paris: Galilée, 2001-). Dünyanın duruşu [tutumu] ile duruş olarak ethosun kökensel anlamını birlikte düşünerek, Nancy dünyanın bir ethos, bir habitus ve bir ikamet olduğunu belirtir. O aynı zamanda bir praxistir: Dünyanın anlamı a priori verili değildir ve dünyada birlikte-varoluşumuz da verili değildir, hiçbir tözsel veriye dayanamaz. Hiçbir veriye dayanmayan dünya öyleyse ancak kendi üstüne dayanır, yani o bizzat kendinden... başka hiçbir şeyden belirivermez. Dünyanın verili olmayan anlamı yaratılmalıdır, zira "her verinin düşülüşü o halde bir yaratım düşüncesinin yüreğini oluşturur" (CM, s.91). Hiçbir şeye dayanmayan dünya, anlamın kökensel bir praxis'inde icat edilmelidir: "anlam her zaman praxis'tedir" der Nancy (CM, s.61), o asla verili bir şey olarak tesis edilmemiştir, hiçbir zaman bitmemiş ya da tamamlanmamıştır: o yapılacak olandır [yapılması gerekendir]. Her zamanki haliyle verili olmadan olma olarak kendi olma, bir edimi, bir faaliyeri barındırır. Bizzat kendisi olma, daima verisiz olma olarak, bir edimin, bir yapmanın anlamına sahiptir.

d) Dünyanın yaradılışı

Bu (anlam) yapma/yaratma ex nihilo bir yaratımdır, hiçlikten kaynaklanır ve hiçlikten beliriveren anlam, dünyayı hiç-verisiz ve sebep-siz olarak görünmeye bırakır. Nancy, Heidegger'in Sebep ilkesini yankılayarak, "ne sebebin, ne de zeminlerin dünyayı desteklediğini" ortaya koyar (CM, s.47 n.1) Hiçbir ilkeye dayanmayan dünya bir olgudur, dünya sadece bir olgudur (her ne kadar, bizzat kendisi dünya içinde bir olgu olmayan, biricik bir olgu olsa da) Tanrı veya akıl üzerinde temellenmemiştir. "Gizemli" bir olgudur, diye yazar Nancy, ilineksel, başıboş bir varoluşun gizemi (Wittgenstein'a göre gizemli olan, dünyanın (var)olması olgusudur). Dünya ne zorunludur ne de zorunsuz, şayet zorunsuzluk zorunluluk ile ilişki içinde tanımlanıyorsa. Bundan ziyade o zorunluluğun ve zorunsuzluğun ötesinde ya da berisinde, mutlak bir olgudur. Eğer "bu dünya olgusunu, onu (etker ya da ereksel) bir nedenle ilişkilendirmeksizin düşünürsek" (CM, s.41), bu zorunluluk-zorunsuzluk çiftinin dünyasının olgusallığını ortaya çıkarmak mümkündür. Dünya sebepsiz ve nedensiz bir olgudur, o "sebepsiz, ereksiz bir olgudur ve bizim olgumuzdur" (a.g.y). Dünya sebep bakımından temelsiz bir anlamlılıktır, o bir "sebepsiz yankılanmadır" (CM, s.48). Dünya sebepsizdir ve mümkün tüm sebepleri bizzat kendisine aittir.

Dünyanın bu olgusallığı, onun terk edilmesidir, -tarafından ve- ...'e terkedilmesidir. Nancy, dünyanın bu terk edilişini onun yoksulluğu olarak adlandırır. Dünya asla bir sahiplik değildir, bir terktir: dünya yoksuldur. (Sefalet değil de olduğu gibi terk edilmiş-olma' olan) bu yoksulluk dünyanın açığa vurduğu hiçlikten ileri gelir: hiçlikten kaynaklanan, hiçliğe dayanan, hiçliğe giden dünya, diye yazar Nancy çarpıcı bir bölümde, "deyim yerindeyse, hiçliğin ta kendisidir, ya da daha ziyade bir şey olarak çoğalan/büyüyen hiçliktir" (CM, s.55). Büyüyen, doğum, büyüme cresco ve creo sözcükleri arasındaki etimolojik bağları ortaya çıkararak, Nancy, bu aşamada yaratım motifini işin içine sokar. Çoğalmak/büyümek ve yaratmak: dünyanın hareketi: "Yaratımda, bir çoğalma/büyüme hiçten çoğalır/büyür ve bu hiçlik kendine bakıp besler, çoğalmasını/büyümesini işler" (a.g.y.). Yoksulluk bu anlamda çoğalır/büyür.

Nancy'nin bahsettiği yaradılış, yani öznel bir genitif olan dünyanın yaradılışı, kökten biçimde teolojik-olmayan bir anlamda anlaşılmalıdır. Hatta o, kendine has kapsamında ve mantığında, teolojik olmayan bir mefhumdur, öyle ki yaratma ancak ex nihilo olabilir, hiçlikten beliriverme, yoksa Tanrı'dan değil. (Nancy, "'yaradılış', teolojik bağlamının dışında yeniden ele almamız gerekn bir motif veya bir kavramdır, diye ısrarla belirtmektedir CM, s.54). Dünya hiçbir şeye dayanmadığı için, kendi yaradılışında ex nihilo olarak var olmaktadır. Yaradılış, teizmin konumlandırmasının aksine, ex nihilo'nun içinde tamamen bulunmaktadır, ki Nancy teizm karşısında sadece a-teist değil, aynı zamanda "yoktanrıcı" (absenthéiste)! (id) bir hakikat talep eder. Dünyanın yaradılışında Tanrı mevzutsuzlaşır/uzaklaşır (s'absenter) ve dünyada kaybolur. Yaradılış artık teolojiye hiçbir referans yapmaz; ama bizi hakiki bir materyalizme gönderen ex nihilo'ya gönderme yapar. Öyle ki "ex nihilo radikal bir materyalizminhakiki formülüdür, yani kesinlikle köksüzdür" (CM, s.55). Nancy yaradılışın bu özelliğini tam da dünya düşüncesine dair tüm referansları bırakan bir duruş aldığında dile getiriyor: hiçbir şey verili değildir, her şey yaratılacak, icat edilecektir: "Dünya hiçlikten yaratılmıştır: bu, onun özellikle bir üreticinin elinden çıktığı anlamına gelmez; hiçbir üreticisinin olmadığı anlamına gelir" (CM, s.55). Dolayısıyla Nancy yaradılışı, kendi kavramı içinde verili bir şeyi, bir projeyi ve bir ürünü gözeten üretimin "tam tersi" olarak dile getirmektedir. Aşkınsal yaratıcısı olmayan yaradılış, kendine içkin yaradılış, kendinde kendinin yaradılışı: "Şayet dünya hiçliğin büyümesiyse -indirgenemez bir muammanın ifadesiyse!- o, kendinden başkasına bağlı olmayan, dolayısıyla kendinden başkasına verili olmayandır" (CM, s.56).

Dünya hiçlikten yaratılmıştır, yani hiçlik olarak, boşluk anlamında değil de, verilecek hiçbir şeyin ve hiçbir nedenin olmaması anlamında. Dünya, hiçlikten çıkmıştır, öncelleri, modelleri, "kuralı ve verili bir sonu" olmadan (a.g.e., s.63). Hiçlikten çıkmak şu anlama gelir: Hiçliğin sunumu, görünmeyenin fenomenolojisi ya da negatif teoloji anlamında değil, "hiçbir şeyin kendini verdiği (vermediği) ve hiçbir şeyin kendini göstermediği -ve olduğu" anlamında (CM, s.97, n.1). Dolayısıyla dünyanın yaradılışı anlamın ve belirli bir bulunma yerinde yaşamanınpraxis'idir ve bu, yeni olanın öngörülemez ortaya çıkışı olarak bir dünya yaradılışıdır. Ayrıca bu, mutlak bir başlangıç, açımlanmış kurulma (bir boşluk olarak ex nihilo'nun ex'i), kendine özgülük, ve birlikte-varoluş niteliğindedir (buradaki 'birlikte', ex ile iç içedir) ki Nancy de bizlere özellikle Globalizasyona alternatif olabilecek bir küreselleşmeden bahsederken düşüncelerini bu sayfalarda aktarmıştır. Burada dünyayı olumlamak ve istemek söz konusudur, temeli olmayan veya hiçlikte temellenen, sebebi, sonu/ereği, mimarı veya öznesi olmayan, temsil dışı bir dünyayı: kirli olandan çıkışın tek olanağı "Dünyayı yaratmanın anlamı: hemen, gecikme olmaksızın, genel eşdeğerlik üzerine kurulu olan bir adaletsizliğin globalliği karşısında oluşturulması gereken bir dünya için mümkün olabilecek her mücadelenin önünü açmak. Ama bu mücadeleyi tam da, hiçlikten çıkan bu öncelsiz ve modelsiz, kuralsız ve verili ereği olmayan dünya adına sürdürmek, ki adaleti ve dünyanın anlamını oluşturan tam da budur" (CM, s.63).

François Raffoul

[1]Nancy pek çok defa küreselleşmeden üzerimize "akın eden", adlandırılamaz bir başka yerden başımıza gelen ve, onda oluşan, "bağımsızlıklar ve egemenlikler"in ve "aidiyet temsilleri"nin hassaslaşmasıyla, has ve aynılık/kimlik üstüne bir sorgulamanın imkanını açan bir olay olarak bahseder (CM, s.22). Böyle bir dünya, kendini bu hassaslaşma içinde gösterir, zira o mümkün bir ikamet etmenin mevzu bahsinden başka bir şey değildir.
[2]Nancy böylece, dünyanın kökensiz, hiçlik üzerinde temellenmiş bir boyutsallık, olmaktan kaynaklanmayan, ama (hep çoğul ve tekil) bir "mevcudiyetin aralıklanması/mekansallaşması" olan bir "archispatialite" (kökmekansallık) ya da bir "açıklığın mekansallığı" (CM, s.99) olduğunu belirtir.
[3]Dünyanın dünya-haline gelmesinin belirleyici niteliği, diyor Nancy, "dünyanın, bizzat kendisinin kendi "dünyalığı"nın -ya da dünya çapındalığının- "öznesi olmaya yönelerek kararlılıkla ve mutlak olarak her türlü nesne statüsünden uzaklaştığı özelliktir. Ama genel olarak bir özne olmak, bizzat kendi haline gelmeye zorunlu olmaktır". (CM, s.33)

Çev. İ. G. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder