Size ‘‘içkinlik ve aşkınlık’’ üzerine çok
kısa bir yazı yazmayı denedim. Zorunlu olarak, ele avuca gelmediğinden bu
konudan vazgeçtim. Eğer hakikaten içkinlik kendinde varoluyorsa [subsist] [1],
bu varlık kendinde ve kendinden, karşısında özerk olarak varolduğu bir dışarıyı
tanımlar. Var-olmak [sub-sister] bir şeyin altında konumlanmış olmayı ifade
eder. Bir töz ... tözü olduğunun tözüdür, ve yeri geldiğinde, ilineklerinin
tözüdür. Bir özne –subjectum- ... eylemlerinin, bilinç durumlarının, vb.
öznesidir; bir anlamda unutulmadığı surette, ona hükmeden otoriteye
‘özne/mevzu’ [subject]. Varolmak olarak içkinlik, önüne geçilemez bir dışarıya
açılır.
Tam tersine aşkınlık özneyi değil eylemi,
varolmanın sınırlarını aşan hareketi belirtir. Ama daha az önce tözün kendini,
kendi sınırlarının ötesine –kendi varolmasını riske atarak- açtığını gördük:
eğer açılmazsa, eylem ve özellikleriyle dengede kalacağına çözülüverir.
Fakat aşkınsal eylem hiçbir yerde
gerçekleşmez, çünkü tözün dışında sadece eylem tertibi [l’ordre] varolur,
dolayısıyla aşkınlığın kendisinden bir şey; ya da nitelik tertibi var olur ki
bu da ilineksel [accidental] ve tutarsızdır. Aşkınsamak ancak ve ancak totoloji
olabilir: aşkınlık aşkınsar, ve hiçliğe götürür. (Peşisıra görülür ki içkinlik
içkinser [immane], fazlası değil).
Eğer aşkınlık aşkınlığa götürüyorsa, kendine
içkindir. Eğer içkinlik, eylemsiz ya da teklifsiz bir hizmetçi olarak
varolursa, kendinde çözülüverir. Her iki tarafta da şeyin veya kavramın kökten
ve mutlak bir patlaması varolur. Aşkınlık, kendi hayaletinin ardından koşan
kötü bir sonsuz gibi, kendini içkinser; içkinlik, çürüyen bir ceset gibi,
kendini fesheder.
Hayalet ve leş, aşkınlık ve içkinliğin son
iki, sonu gelmez figürleridir. İkisi de mevcut değildir. Varolmak, varoluş,
hayalet ve leşi –ölümü bir durum olarak temsil etmenin iki yolu- görmezden
gelir. Fakat ölüm bir durum değildir. Ölüm yoktur: bizzatihi açığa çıkar, ve
gerçekten de açığa çıkar.
Ölüm, sadece ölüm ‘içkinlik’ ve
‘aşkınlık’a dair tüm spekülasyonları defeder. Ölümde, töz ya da eylem gözden
kaybolur: Eş zamanlı olarak, gelgelelim, ölüm varolmanın kendi dışına olan tek
geçidine şekil verir. Varolma kendisini varolma halinde tutan zarftan kurtulur
(dolayısıyla varolmak altında varolduğu şeyi başından atar) ve varoluşa
[ek-sistence] ya da kendisinin dışında ‘durmaya’ [sistence] ilerler. Tabiri
caizse, diretmeye [insistence]. Ya ölümün içinde ya da ölüm vasıtasıyla (ölüm
ince bir bariyer olduğundan) ‘olmak’ [sisting] tüm varolmalardan [insistence]
ya da tutarlılıklardan [consistence] daha fazla diretir [insist]. ‘‘Aşkınlık’’
şimdi ‘‘içkinlik’’ olur, eldivenin parmağı gibi, içi dışına çıkmış.
Aynısını ‘sanat eseri’ dediğimiz şey için
de söyleyebilirim. Bir şeyin sanat eseri olduğunu nasıl anlarız? Sadece şu
halde: Onunla yüzleştiğimizde, yüzleşmiş kalamayız, biraraya geliriz,
çarpışırız, çarpılmışızdır, bunun gibi zarfımızı kaybederiz, eser kendini
kaybeder -formlarını, özgülüklerini [manières]. Onun bizde geliştiği gibi,
bizde onun içinde gelişiriz. Girer ve çıkarız. Her zaman onun ve kendimizin
mabeynindeyiz [entre-deux]. Çabucak bir ‘o’ olduğu kadar bir ‘biz’in (ya da
‘ben’in) olduğunu anlarız. Var-dır -sadece, ne içkinseyen ne de aşkınsayan
gerçeklik vardır- iyi-engel ya da kötü-engel vardır, fakat takoz, ne içerde ne
de dışarda olan takoz koyan engel, yine de dikili bir bariyer: ölüm, doğum,
aşk, söz (parole). Orada çarpışırız, çarpılırız. Kendimizde kalmayız, kendimizi
terketmeyiz. Tam da aradayız: bir tümseğe, bir yaraya, bir kan pıhtısına
varırız. Varlık oradan taşmış, şişmiş, gerilmiş çıkar. Ne suya içkin su gibi
akışkan, ne de dalgaları aşkınsayan yunus gibi zıplayan. Daha çok iki su
arasında donuk, sönük, kararsız bir Medusa gibi. Şüphesiz Medusa filozofa korku
salıyor.
Jean-Luc Nancy
Çev. Selim Karlıtekin
[1] (Çev.) sub-sistence’daki ‘sistence’,
‘sistere’den geliyor, bu da Hint-Avrupa kökenli bir kelime (*siste-‘den),
‘sistere’, ‘sisto’nun şimdiki zaman mastar halidir. Mastar halinin isimleşmesi
Heidegger (GA 40) için felsefenin Yunan anından Roma’ya geçişine rastgelir ve
modern Batı felsefesi bu isimleşmiş, yani bitmek bilmez bir fiil olarak
varlığın açığa çıkışının unutularak önermenin öznesi ile fiili arasındaki bağa
(is, est gibi copula’lar) indirgendiği bir felsefenin devamıdır. Heidegger’in
varlığın anlamını restorasyonu varoluştaki saklı imkanı yazıya getirmekle
olacaktır. Sisto ‘durma, durmak, yer almak, beklemek, görünmek’ anlamlarına
geliyor (-den halinden yapılan isim statum, ‘statü’nün kökü). Sisto’dan
circum-stance, de-sistence, per-sistence, in-sistence, ex-istence,
sub-sistence.. türüyor. Metinde bu kelimeler arasında sürekli bir git gel söz
konusu, neticede ortaya çıkacak olan gerilimler ağı, Nancy’nin ‘tekil-çoğul
olmak’la neyi kasttetiğini hem yazı hem usül, hem de üslup olarak söylüyor. Bu
hareketlerin çevirisi mümkün değil, bu yüzden parentez içlerinde belirtmeyi
uygun gördük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder