15 Mart 2014 Cumartesi

İÇ/AŞ

Size ‘‘içkinlik ve aşkınlık’’ üzerine çok kısa bir yazı yazmayı denedim. Zorunlu olarak, ele avuca gelmediğinden bu konudan vazgeçtim. Eğer hakikaten içkinlik kendinde varoluyorsa [subsist] [1], bu varlık kendinde ve kendinden, karşısında özerk olarak varolduğu bir dışarıyı tanımlar. Var-olmak [sub-sister] bir şeyin altında konumlanmış olmayı ifade eder. Bir töz ... tözü olduğunun tözüdür, ve yeri geldiğinde, ilineklerinin tözüdür. Bir özne –subjectum- ... eylemlerinin, bilinç durumlarının, vb. öznesidir; bir anlamda unutulmadığı surette, ona hükmeden otoriteye ‘özne/mevzu’ [subject]. Varolmak olarak içkinlik, önüne geçilemez bir dışarıya açılır.

Tam tersine aşkınlık özneyi değil eylemi, varolmanın sınırlarını aşan hareketi belirtir. Ama daha az önce tözün kendini, kendi sınırlarının ötesine –kendi varolmasını riske atarak- açtığını gördük: eğer açılmazsa, eylem ve özellikleriyle dengede kalacağına çözülüverir.

Fakat aşkınsal eylem hiçbir yerde gerçekleşmez, çünkü tözün dışında sadece eylem tertibi [l’ordre] varolur, dolayısıyla aşkınlığın kendisinden bir şey; ya da nitelik tertibi var olur ki bu da ilineksel [accidental] ve tutarsızdır. Aşkınsamak ancak ve ancak totoloji olabilir: aşkınlık aşkınsar, ve hiçliğe götürür. (Peşisıra görülür ki içkinlik içkinser [immane], fazlası değil).

Eğer aşkınlık aşkınlığa götürüyorsa, kendine içkindir. Eğer içkinlik, eylemsiz ya da teklifsiz bir hizmetçi olarak varolursa, kendinde çözülüverir. Her iki tarafta da şeyin veya kavramın kökten ve mutlak bir patlaması varolur. Aşkınlık, kendi hayaletinin ardından koşan kötü bir sonsuz gibi, kendini içkinser; içkinlik, çürüyen bir ceset gibi, kendini fesheder.

Hayalet ve leş, aşkınlık ve içkinliğin son iki, sonu gelmez figürleridir. İkisi de mevcut değildir. Varolmak, varoluş, hayalet ve leşi –ölümü bir durum olarak temsil etmenin iki yolu- görmezden gelir. Fakat ölüm bir durum değildir. Ölüm yoktur: bizzatihi açığa çıkar, ve gerçekten de açığa çıkar.

Ölüm, sadece ölüm ‘içkinlik’ ve ‘aşkınlık’a dair tüm spekülasyonları defeder. Ölümde, töz ya da eylem gözden kaybolur: Eş zamanlı olarak, gelgelelim, ölüm varolmanın kendi dışına olan tek geçidine şekil verir. Varolma kendisini varolma halinde tutan zarftan kurtulur (dolayısıyla varolmak altında varolduğu şeyi başından atar) ve varoluşa [ek-sistence] ya da kendisinin dışında ‘durmaya’ [sistence] ilerler. Tabiri caizse, diretmeye [insistence]. Ya ölümün içinde ya da ölüm vasıtasıyla (ölüm ince bir bariyer olduğundan) ‘olmak’ [sisting] tüm varolmalardan [insistence] ya da tutarlılıklardan [consistence] daha fazla diretir [insist]. ‘‘Aşkınlık’’ şimdi ‘‘içkinlik’’ olur, eldivenin parmağı gibi, içi dışına çıkmış.

Aynısını ‘sanat eseri’ dediğimiz şey için de söyleyebilirim. Bir şeyin sanat eseri olduğunu nasıl anlarız? Sadece şu halde: Onunla yüzleştiğimizde, yüzleşmiş kalamayız, biraraya geliriz, çarpışırız, çarpılmışızdır, bunun gibi zarfımızı kaybederiz, eser kendini kaybeder -formlarını, özgülüklerini [manières]. Onun bizde geliştiği gibi, bizde onun içinde gelişiriz. Girer ve çıkarız. Her zaman onun ve kendimizin mabeynindeyiz [entre-deux]. Çabucak bir ‘o’ olduğu kadar bir ‘biz’in (ya da ‘ben’in) olduğunu anlarız. Var-dır -sadece, ne içkinseyen ne de aşkınsayan gerçeklik vardır- iyi-engel ya da kötü-engel vardır, fakat takoz, ne içerde ne de dışarda olan takoz koyan engel, yine de dikili bir bariyer: ölüm, doğum, aşk, söz (parole). Orada çarpışırız, çarpılırız. Kendimizde kalmayız, kendimizi terketmeyiz. Tam da aradayız: bir tümseğe, bir yaraya, bir kan pıhtısına varırız. Varlık oradan taşmış, şişmiş, gerilmiş çıkar. Ne suya içkin su gibi akışkan, ne de dalgaları aşkınsayan yunus gibi zıplayan. Daha çok iki su arasında donuk, sönük, kararsız bir Medusa gibi. Şüphesiz Medusa filozofa korku salıyor.

Jean-Luc Nancy
Çev. Selim Karlıtekin

[1] (Çev.) sub-sistence’daki ‘sistence’, ‘sistere’den geliyor, bu da Hint-Avrupa kökenli bir kelime (*siste-‘den), ‘sistere’, ‘sisto’nun şimdiki zaman mastar halidir. Mastar halinin isimleşmesi Heidegger (GA 40) için felsefenin Yunan anından Roma’ya geçişine rastgelir ve modern Batı felsefesi bu isimleşmiş, yani bitmek bilmez bir fiil olarak varlığın açığa çıkışının unutularak önermenin öznesi ile fiili arasındaki bağa (is, est gibi copula’lar) indirgendiği bir felsefenin devamıdır. Heidegger’in varlığın anlamını restorasyonu varoluştaki saklı imkanı yazıya getirmekle olacaktır. Sisto ‘durma, durmak, yer almak, beklemek, görünmek’ anlamlarına geliyor (-den halinden yapılan isim statum, ‘statü’nün kökü). Sisto’dan circum-stance, de-sistence, per-sistence, in-sistence, ex-istence, sub-sistence.. türüyor. Metinde bu kelimeler arasında sürekli bir git gel söz konusu, neticede ortaya çıkacak olan gerilimler ağı, Nancy’nin ‘tekil-çoğul olmak’la neyi kasttetiğini hem yazı hem usül, hem de üslup olarak söylüyor. Bu hareketlerin çevirisi mümkün değil, bu yüzden parentez içlerinde belirtmeyi uygun gördük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder