2 Temmuz 2014 Çarşamba

“Biyopolitik” terimi üstüne not

Birkaç seneden beri “biyopolitik” terimi çok kullanılıyor. Bu sözcük Foucault tarafından yaratılmıştı. Pek çok teorisyen tarafından çeşitli kabullerle yeniden ele alındı, kullanıldı. Bu kabullerin çeşitliliği ve terimin etrafındaki genel belirsizlik bir açıklama gerektiriyor.

Özellikle, “biyoetik” gibi benzer terimlerin kullanılması karışıklık yaratıyor zira “biyoetik”, yeni biyolojik tekniğin (ya da “biyoteknoloji’nin) yeni olasılıkları karşısında alınacak ahlaki kararlarla ilgilidir ve bütünüyle bios’a göre ayarlı bir etiği belirtme gibi bir iddia taşımaz. [1]

Aksine “biyopolitik”, yaşam tarafından bütünüyle belirlenmiş ve yaşamın sürdürülmesine ve denetimine vakfedilmiş bir politik düzene işaret etmek istiyor. Biyopolitik ile kastedilen şey, ilke olarak, “yaşam ya da canlı konusunda bir politika” değil “politikayı belirleyen yaşam” ya da “yaşam alanıyla eş yayılıma sahip politik alan’dır. [2]

Foucault’ya göre, bu sözcük, açıkça daha dar biçimde, XVIII. yüzyıldan itibaren, insan yaşamının koşullarını denetim altına almanın[3] bilinçli bir politik mesele (sağlık, beslenme, demografi, doğal ve teknik tehlikelere açık olma vs.) haline geldiğini belirtiyordu. O zamana kadar, iktidar bununla pek ilgilenmiyordu, icrası için başka doğrudan nesnelere sahipti: öncelikle, toprak. Su götürmez bir önem arz eden bu tarihsel sav üstüne ekleyecek bir şeyim yok, yalnız bu sav yine de örneğin bence, modern zamanlardan önceki “biyopolitik” uğraşların neler olduğuna dair daha kesin bir incelemeyi gerektiriyor (Roma’da gayet de bir buğday politikası ve Atina’da bir doğum politikası vardı).

Foucault, totaliter politikaların -öncelikle nazi ve de sosyalist politikaların- biyopolitikler olduğunu düşünüyordu, zira bunlar, hasımlar üzerinde hâkimiyet tesis etmekten çok, sağlık, üretici canlılık vs. gibi normlara göre tanımlanan bir nüfusa, bir “ırk’a ya da bir “halk’a egemen olmayı amaçlıyorlardı (Foucault bunların hepsini daha geniş olan “ırkçılık” kategorisi altına yerleştirir). Burada bu savların tam bir incelemesine girmeyeceğim. Yine de, “yaşam”ın gerçekten bu iktidarların konusunu (bunun gerçek ya da sözde olması başka bir meseledir) teşkil edip etmediğini ya da söz konusu olanın daha ziyade egemenliğin klasik figürlerinin yerini alan yazgısal bir figür (“ırk”, “emekçi insanlık”) olup olmadığını sormanın zorunlu olduğuna inanıyorum. Bu figürlerin “yaşam’a indirgenmesi, politik ve duygusal güçlerini temellendirmek için yeterli değildir.

Kavramın son zamanlarda kazandığı yaygınlığa göre ya da daha ziyade aynı sözcük altında kavramın nasıl değişim geçirdiğine göre, öyle görünüyor ki şunu anlamak gerek: (Esas itibarıyla hâlâ devlete atfedilen) politika yavaş yavaş doğal yaşamın denetimli idaresini konu almakta.

Bununla birlikte, ta üretiminden muhafazasına kadar, söz konusu “doğal yaşam’ın, ister insan yaşamı ister hayvan, bitki, virüs yaşamı söz konusu olsun, ihtiyaçlarının ve temsillerinin bundan böyle, “teknikler” denen ve daha ziyade bizim için ve (bizim tarafımızdan) her tür “doğa’nın geliştirilmesini anlatan ekoteknik kavramıyla adlandırılması gereken bir koşullar bütününden ayrılmaz olduğu aşikardır. Bu yaşam, eğer bununla kendini idame ettirmeyi ve öz-etkilenimi anlıyorsak, tam olarak artık basitçe “yaşam” olmayan yaşamdır. Kendini daha çok ekoteknoloji ile açığa seren şey, genel olarak her “oto-” (-öz) belirlenimin son derece sorunlu karakteridir. Bir “biyopolitik” sadece bu bağlamda mümkündür, çünkü yaşamın teknik bir yönetimi ile tanımlanır. Bu, bu şekilde sorumluluğu alınan varoluşun artık, eğilim olarak, sadece iktidarın sırları olmayı sürdüren erekler yoluyla onun yeniden üretimini ve devamlılığını bahis konusu eden bir varoluş olmasını gerektirir; tabii eğer bu erekler yalnızca hareket halindeki ekoteknolojik bütünlüğün kör ve amaçsız erekleri değillerse.

Böylece bios -ya da “yaşam biçimi” olarak yaşam, bir anlamın ya da bir “olma’nın ortaya sürülmesi olarak yaşam- zoe’de, yani sadece canlı yaşam’da erir, ama zoe aslında şimdiden techne haline gelmiştir.

Öyleyse politika üstü örtük olarak, ekoteknolojinin öz-yönetiminden başka bir şey değildir ve mümkün “oto-”nominin tek biçimi olan ekoteknoloji ise tam da bir politikanın şimdiye kadarki mümkün biçimlerinden hiçbirine artık başvuramaz: artık temellendirilecek bir şey olmadığı için kendi kendini temellendiren “egemenlik’e[4], artık bir site olmadığı için Aristotelesçi bir sitenin “adalet üstüne tartışma''sına ya da hatta canlı ile iktidar, ereksellikten ya da, deyim yerindeyse, hakikatten yoksun kavuşmaz (asymptotique) bir uzlaşmaya göre yan yana gittikleri için çekişme ya da ihtilafa başvuramaz.

“Biyopolitik” terimi aslında ne (yaşam biçimi olarak) yaşamı ne de (ortak varoluş olarak) politikayı belirtir. Ve aslında bu terimleri kabul edilmiş hiçbir yerleşik anlamda ele alacak durumda olmadığımız kabul edilebilir. Her ikisi de daha çok bundan böyle onları birlikte ekoteknolojiye taşıyan şeye boyun eğmiştir.

Ama öyleyse kelimenin tehlikesi, her biri terimlerin dokunulmamış bir kabulünü kaçamak bir şekilde muhafaza eden iki yorum biçimine müsaade edermiş gibi görünen şeyde açığa çıkar. Yalnızca kendi devamlılığının peşinde koşan ekonomik ve sosyal bir iktidarın ilgilendiği, idare edilmekten başka bir biçiminin bulunmayışına indirgenmiş olan bu yaşamın, diyalektik olarak bir erek yokluğuna teslim edilmiş bulunduğunu düşünmeye çalışabiliriz; bu erek yokluğu ile, yaşam kendini doğuş halindeymiş gibi, çıplak zorunsuzluğunun anlam yokluğuna maruz kalmış olarak yeniden keşfeder ki o bu yokluğu böylece kendi icadı olarak yeniden kavramaya muktedir olacaktır: belirsiz doğum, bizzat kendi başıboşluğu ve aklamasının bulunmayışı dolayısıyla onu manipüle eden hâkimiyetin kıyısına kayar. Yaşam biçimi, öğütücü makineden kendini zarifçe geri çekmenin kaçamak oyunudur. Tam tersine şöyle de düşünülebilir: yaşamın teknik üretilişinin bu şekilde ortaya çıkmış denetimi, yaşamı, kendi kendini bütün olarak üretme ve tahakkümün dışsallığını, sahip olduğu yaşamsallık her politikayı kendi içinde yeniden soğuran ve tamamlayan ortak bir öz-üretim ve öz-yaratım içinde yeniden kendine mal etme haline yerleştirir.

Şu ya da bu şekilde, salt yaşam üstüne ya da ortaklaşa yeniden benimsenen (reapproprier: yeniden kendine-haslaştırılan) politika üzerine yapılan vurguyla, yeniden işin içine sokulan şey ikili diyalektik bir koyutlamadır, bu sayede bir yandan aşırı/uç bir figür (bir zamanlar proletarya) ortaya çıkarken -ki çıplaklığı/yoksunluğu hakikat karakteri verir- öte yandan da canlı ortaklık tarafından yeniden benimsenen iktidar politik ayrılığın olumsuzlanmasını gerçekleştirir. Bu şekillendirme ve bu olumsuzlama, demokrasinin icadının kimlik/özdeşim figürlerine dayanan politikayı sona erdirmesinden beri Batı bilincine musallat olmuştur. Ama (anonim, kimlikten/özdeşlikten sıyrılmış ve figürsüz olsa da) yeni bir figür aramak ve özdeşleşme kutbunun olumsuzlanmasını diyalektikleştirmek kuşkusuz yeterli değildir. Zıt ya da birleşik bu iki motif zorunlu mücadelelere belki itici bir güç sağlayabilir -ve böyle pek çok mücadele vardır... Fakat demokrasinin açtığı problem üzerine eğilmezler; bu problemi ortaya çıkaran ise ayrılabilir figürün yokluğunu ve tespit edilebilir sonun/ereğin yokluğunu talep edep ya da üreten ekoteknolojidir: zira bu noktaya kadar, yaşamın ve/veya politikanın, yaşamın anlamının ya da politikanın biçiminin her parçası, bir fenomenleştirmenin teleolojisi ile bir teleolojinin fenomenleştirilmesi arasında, figürler ve erekler arasında işliyordu.

Burada bu açıklamayı daha öteye götürmek söz konusu değil. En azından bugün dünya yapan (faire monde) şeyin tam da, sınırsız ekoteknik denetleme süreci ile yaşam biçimleri olanağının ve/ veya ortak zemin olanağının ortadan kaybolması sürecinin bileşimi olduğunu göstermeye yarayacaktır. Bu koşullar içindeki “dünya” ya da “dünyasallaşma” [dünya-oluşturma] sadece bu sorunun kesin ve keskin ifadesidir.

Jean-Luc Nancy - Dünyayı Yaratmak ya da Küreselleşme  s.141-146

*Dipnotlar
[1] “Biyopolitik” sözcüğünün anlamı zaten bugün şu niteliğe sahip bir kabulle sınırlı: “biyolojik teknobilim tarafından konulmuş problemlere dair etik-sosyal-politik düşünüm”, bazen vurgu “biyoteknolojik olanaklılıklarla ilgilenen politik iktidar” tarafına yapılıyor. Böylece, yakın zamanlı örneklerle sınırlandırırsak, Christian Ge- yer’in editörlüğünde hazırlanan kolektif kitap Biopolitik’te (Francfort-sur-le-Main, Suhrkamp, 2001) ve yine aynı şekilde Multitudes'ün “Biopolitique et biopouvoir” (Exils, 2000) başlıklı 1. sayısında durum budur, gerçi bu İkincisi çalışmada daha çok kavramın kendisine dair tartışmalar yapılmaktadır.
[2] Kuşkusuz, sözcüğün daha dar anlamda kullanımlarıyla da karşılaşıyoruz. Ama ben burada has olarak felsefi olmayı amaçlayan ve bu terimle, onu oluşturan terimlerin her birini temelde yeniden değerlendiren önermeler oluşturan kullanımları göz önünde tutuyorum. Bu kullanımları adlar ya da eserler olarak sıralamaya çalışmayacağım. Sadece eğilimleri vasıflandırıyorum.
[3] Foucault için söz konusu olan insan yaşamıydı. Hayvan ve bitki yaşamının da paralel bir yazgı (seçilim, bakım vs.) izlediği kolayca görülür. Bununla birlikte, bu yazgı başlayalı çok uzun zaman olmuştu: kültürün ve hayvancılığın ilk zamanlarından beri söz konusuydu. Kuşkusuz, artık bu teknik süreçte bir mutasyon vardır. Mesele tam da bunu düşünmeyi öğrenmektir.
[4] Çoğu kez yapıldığı gibi, “egemenlik” (souveraineté) ile “tahakküm”ü (domination) birbirine karıştırmamak şartıyla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder