Birkaç seneden beri “biyopolitik” terimi
çok kullanılıyor. Bu sözcük Foucault tarafından
yaratılmıştı. Pek çok teorisyen tarafından çeşitli kabullerle yeniden ele
alındı, kullanıldı. Bu kabullerin çeşitliliği ve terimin etrafındaki genel
belirsizlik bir açıklama gerektiriyor.
Özellikle, “biyoetik” gibi benzer
terimlerin kullanılması karışıklık yaratıyor
zira “biyoetik”, yeni biyolojik tekniğin (ya da “biyoteknoloji’nin) yeni
olasılıkları karşısında alınacak ahlaki kararlarla ilgilidir ve bütünüyle bios’a
göre ayarlı bir etiği belirtme gibi bir iddia taşımaz. [1]
Aksine “biyopolitik”, yaşam tarafından
bütünüyle belirlenmiş ve yaşamın sürdürülmesine ve denetimine vakfedilmiş bir
politik düzene işaret etmek istiyor. Biyopolitik
ile kastedilen şey, ilke olarak, “yaşam ya da canlı konusunda bir politika”
değil “politikayı belirleyen yaşam” ya da “yaşam alanıyla eş yayılıma sahip
politik alan’dır. [2]
Foucault’ya göre, bu sözcük, açıkça daha dar biçimde, XVIII. yüzyıldan itibaren, insan yaşamının
koşullarını denetim altına almanın[3] bilinçli bir politik mesele
(sağlık, beslenme, demografi, doğal ve teknik tehlikelere açık olma vs.) haline
geldiğini belirtiyordu. O zamana kadar, iktidar bununla pek ilgilenmiyordu,
icrası için başka doğrudan nesnelere sahipti: öncelikle, toprak. Su götürmez
bir önem arz eden bu tarihsel sav üstüne ekleyecek bir şeyim yok, yalnız bu sav
yine de örneğin bence, modern zamanlardan önceki “biyopolitik” uğraşların neler
olduğuna dair daha kesin bir incelemeyi gerektiriyor (Roma’da gayet de bir
buğday politikası ve Atina’da bir doğum politikası vardı).
Foucault, totaliter politikaların -öncelikle nazi ve de sosyalist politikaların- biyopolitikler
olduğunu düşünüyordu, zira bunlar, hasımlar üzerinde hâkimiyet tesis etmekten
çok, sağlık, üretici canlılık vs. gibi normlara göre tanımlanan bir nüfusa, bir
“ırk’a ya da bir “halk’a egemen olmayı amaçlıyorlardı (Foucault bunların
hepsini daha geniş olan “ırkçılık” kategorisi altına yerleştirir). Burada bu savların
tam bir incelemesine girmeyeceğim. Yine de, “yaşam”ın gerçekten bu iktidarların
konusunu (bunun gerçek ya da sözde olması başka bir meseledir) teşkil edip
etmediğini ya da söz konusu olanın daha ziyade egemenliğin klasik figürlerinin
yerini alan yazgısal bir figür (“ırk”, “emekçi insanlık”) olup olmadığını
sormanın zorunlu olduğuna inanıyorum. Bu figürlerin “yaşam’a indirgenmesi,
politik ve duygusal güçlerini temellendirmek için yeterli değildir.
Kavramın son
zamanlarda kazandığı yaygınlığa göre ya da daha ziyade aynı sözcük altında
kavramın nasıl değişim geçirdiğine göre, öyle görünüyor ki şunu anlamak gerek:
(Esas itibarıyla hâlâ devlete atfedilen) politika yavaş yavaş doğal yaşamın
denetimli idaresini konu almakta.
Bununla birlikte, ta üretiminden muhafazasına kadar, söz konusu “doğal yaşam’ın, ister insan yaşamı ister
hayvan, bitki, virüs yaşamı söz konusu olsun, ihtiyaçlarının ve temsillerinin
bundan böyle, “teknikler” denen ve daha ziyade bizim için ve (bizim tarafımızdan)
her tür “doğa’nın geliştirilmesini anlatan ekoteknik kavramıyla
adlandırılması gereken bir koşullar bütününden ayrılmaz olduğu aşikardır. Bu
yaşam, eğer bununla kendini idame ettirmeyi ve öz-etkilenimi anlıyorsak, tam
olarak artık basitçe “yaşam” olmayan yaşamdır. Kendini daha çok ekoteknoloji
ile açığa seren şey, genel olarak her “oto-” (-öz) belirlenimin son derece
sorunlu karakteridir. Bir “biyopolitik” sadece bu bağlamda mümkündür, çünkü
yaşamın teknik bir yönetimi ile tanımlanır. Bu, bu şekilde sorumluluğu alınan
varoluşun artık, eğilim olarak, sadece iktidarın sırları olmayı sürdüren
erekler yoluyla onun yeniden üretimini ve devamlılığını bahis konusu eden bir
varoluş olmasını gerektirir; tabii eğer bu erekler yalnızca hareket halindeki ekoteknolojik
bütünlüğün kör ve amaçsız erekleri değillerse.
Böylece bios -ya da
“yaşam biçimi” olarak yaşam, bir anlamın ya da bir “olma’nın ortaya sürülmesi
olarak yaşam- zoe’de, yani sadece canlı yaşam’da erir, ama zoe aslında
şimdiden techne haline gelmiştir.
Öyleyse politika üstü örtük olarak,
ekoteknolojinin öz-yönetiminden başka bir şey değildir ve mümkün “oto-”nominin
tek biçimi olan ekoteknoloji ise tam da bir politikanın şimdiye kadarki mümkün
biçimlerinden hiçbirine artık başvuramaz: artık temellendirilecek bir şey
olmadığı için kendi kendini temellendiren “egemenlik’e[4], artık bir site
olmadığı için Aristotelesçi bir sitenin “adalet üstüne tartışma''sına ya da
hatta canlı ile iktidar, ereksellikten ya da, deyim yerindeyse, hakikatten yoksun
kavuşmaz (asymptotique) bir uzlaşmaya göre yan yana gittikleri için
çekişme ya da ihtilafa başvuramaz.
“Biyopolitik” terimi aslında ne (yaşam biçimi olarak) yaşamı ne de (ortak varoluş olarak)
politikayı belirtir. Ve aslında bu terimleri kabul edilmiş hiçbir yerleşik
anlamda ele alacak durumda olmadığımız kabul edilebilir. Her ikisi de daha çok
bundan böyle onları birlikte ekoteknolojiye taşıyan şeye boyun eğmiştir.
Ama öyleyse kelimenin tehlikesi, her biri
terimlerin dokunulmamış bir kabulünü kaçamak bir
şekilde muhafaza eden iki yorum biçimine müsaade edermiş gibi görünen şeyde
açığa çıkar. Yalnızca kendi devamlılığının peşinde koşan ekonomik ve sosyal bir
iktidarın ilgilendiği, idare edilmekten başka bir biçiminin bulunmayışına
indirgenmiş olan bu yaşamın, diyalektik olarak bir erek yokluğuna teslim
edilmiş bulunduğunu düşünmeye çalışabiliriz; bu erek yokluğu ile, yaşam kendini
doğuş halindeymiş gibi, çıplak zorunsuzluğunun anlam yokluğuna maruz kalmış
olarak yeniden keşfeder ki o bu yokluğu böylece
kendi icadı olarak yeniden kavramaya muktedir olacaktır: belirsiz doğum, bizzat
kendi başıboşluğu ve aklamasının bulunmayışı dolayısıyla onu manipüle eden
hâkimiyetin kıyısına kayar. Yaşam biçimi, öğütücü makineden kendini zarifçe
geri çekmenin kaçamak oyunudur. Tam tersine şöyle de düşünülebilir: yaşamın
teknik üretilişinin bu şekilde ortaya çıkmış denetimi, yaşamı, kendi kendini
bütün olarak üretme ve tahakkümün dışsallığını, sahip olduğu yaşamsallık her
politikayı kendi içinde yeniden soğuran ve tamamlayan ortak bir öz-üretim ve
öz-yaratım içinde yeniden kendine mal etme haline yerleştirir.
Şu ya da bu şekilde, salt yaşam üstüne ya
da ortaklaşa yeniden benimsenen (reapproprier: yeniden
kendine-haslaştırılan) politika üzerine yapılan vurguyla, yeniden işin içine
sokulan şey ikili diyalektik bir koyutlamadır, bu sayede bir yandan aşırı/uç
bir figür (bir zamanlar proletarya) ortaya çıkarken -ki çıplaklığı/yoksunluğu
hakikat karakteri verir- öte yandan da canlı ortaklık tarafından yeniden
benimsenen iktidar politik ayrılığın olumsuzlanmasını gerçekleştirir. Bu
şekillendirme ve bu olumsuzlama, demokrasinin icadının kimlik/özdeşim
figürlerine dayanan politikayı sona erdirmesinden beri Batı bilincine musallat
olmuştur. Ama (anonim, kimlikten/özdeşlikten sıyrılmış ve figürsüz olsa da)
yeni bir figür aramak ve özdeşleşme kutbunun olumsuzlanmasını
diyalektikleştirmek kuşkusuz yeterli değildir. Zıt ya da birleşik bu iki motif
zorunlu mücadelelere belki itici bir güç sağlayabilir -ve böyle pek çok
mücadele vardır... Fakat demokrasinin açtığı problem üzerine eğilmezler; bu
problemi ortaya çıkaran ise ayrılabilir figürün yokluğunu ve tespit edilebilir
sonun/ereğin yokluğunu talep edep ya da üreten ekoteknolojidir: zira bu noktaya
kadar, yaşamın ve/veya politikanın, yaşamın anlamının ya da politikanın
biçiminin her parçası, bir fenomenleştirmenin
teleolojisi ile bir teleolojinin fenomenleştirilmesi arasında, figürler ve
erekler arasında işliyordu.
Burada bu açıklamayı
daha öteye götürmek söz konusu değil. En azından bugün dünya yapan
(faire monde) şeyin tam da, sınırsız ekoteknik denetleme süreci ile yaşam
biçimleri olanağının ve/ veya ortak zemin olanağının ortadan kaybolması
sürecinin bileşimi olduğunu göstermeye yarayacaktır. Bu koşullar içindeki
“dünya” ya da
“dünyasallaşma” [dünya-oluşturma] sadece bu sorunun kesin ve keskin ifadesidir.
Jean-Luc Nancy - Dünyayı Yaratmak ya da Küreselleşme s.141-146
*Dipnotlar
[1] “Biyopolitik” sözcüğünün anlamı zaten bugün şu niteliğe sahip bir kabulle sınırlı:
“biyolojik teknobilim tarafından konulmuş problemlere dair etik-sosyal-politik
düşünüm”, bazen vurgu “biyoteknolojik olanaklılıklarla ilgilenen politik
iktidar” tarafına yapılıyor. Böylece, yakın zamanlı örneklerle sınırlandırırsak,
Christian Ge- yer’in editörlüğünde hazırlanan kolektif kitap Biopolitik’te (Francfort-sur-le-Main,
Suhrkamp, 2001) ve yine aynı şekilde Multitudes'ün
“Biopolitique et biopouvoir” (Exils, 2000) başlıklı 1. sayısında durum budur,
gerçi bu İkincisi çalışmada daha çok kavramın kendisine dair tartışmalar
yapılmaktadır.
[2] Kuşkusuz, sözcüğün daha dar
anlamda kullanımlarıyla da karşılaşıyoruz. Ama ben burada has olarak felsefi
olmayı amaçlayan ve bu terimle, onu oluşturan terimlerin her birini temelde
yeniden değerlendiren önermeler oluşturan kullanımları göz önünde tutuyorum. Bu
kullanımları adlar ya da eserler olarak sıralamaya çalışmayacağım. Sadece eğilimleri
vasıflandırıyorum.
[3] Foucault için söz konusu olan
insan yaşamıydı. Hayvan ve bitki yaşamının da paralel bir yazgı (seçilim, bakım
vs.) izlediği kolayca görülür. Bununla birlikte, bu yazgı başlayalı çok uzun
zaman olmuştu: kültürün ve hayvancılığın ilk zamanlarından beri söz konusuydu.
Kuşkusuz, artık bu teknik süreçte bir mutasyon vardır. Mesele tam da bunu
düşünmeyi öğrenmektir.
[4] Çoğu kez
yapıldığı gibi, “egemenlik” (souveraineté) ile “tahakküm”ü (domination) birbirine
karıştırmamak şartıyla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder