20 Temmuz 2014 Pazar

Deleuze ve Guattari: Kısa Borç Tarihi

Çağdaş ekonomide borç mantığının özgüllüğünü daha iyi kavramak için, […] ilgimizi Deleuze ile Guattari’nin, tarihsel gelişimi içinde borca dair yaptığı okumaya yöneltebiliriz. Aslında borç, Deleuze ile Guattari’nin çağdaş kapitalizmi analiz ettikleri çalışmalarında, 1960-1970 yıllarının kavşağında yeniden su yüzüne çıkar. Nietzche’nin arkaik toplumlarda kredi teorisi ile Marx’ın kapitalizmde para teorisini birlikte işleterek bizi ekonominin ekonomist olamayan bir okumasına davet eden kısa bir borç tarihi çizerler. Bunun temelinde değiş tokuş değil asimetrik alacaklı-borçlu iktidar ilişkisi vardır. Ekonomist olmayan bir okuma, bir yandan, ekonomik üretimin öznelliğin ve onun yaşam biçimlerinin üretiminden ve denetiminden ayrılmaz olduğu, öte yandan paranın ekonomik ölçü, değiş tokuş, ödeme ve birikim aracı işlevlerini yerine getirmekten önce, yönetilenlerin yerlerini ve görevlerini buyurma ve dağıtma iktidarının ifadesi olduğu anlamına gelir.

Deleuze, Vincennes Üniversitesinde verdiği 1971, 1972 ve 1973 tarihli derslerde, Guattari ile birlikte Anti-Ödipus’da Marxçı para teorisi hakkında geliştirdikleri düşüncelere geri döner.[1]  Bu teoriyi kredi ilişkisinin, yani borç ekonomisinin asimetrisinden hareketle tekrar okuyarak, ekonomik ve politik işlevlerin ayırt edilemez olduğu bir para anlayışının temellerini atarlar. Böylece paranın daha iyi anlaşılması için Foucault’nun kendi Nietzsche okuması tarafından öne sürülen “iktidar” kavramından yararlanırlar: Sermaye her şeyden önce, paranın yıkma/yaratma gücü vasıtasıyla icra edilen bir emretme ve buyurma iktidarıdır.

Neoliberal politikaların tesisinden çok önce yazılan ve düşünülen Anti-Ödipus ve bu dersler, borcun ve finansın; kapitalizmin patolojileri ya da bazı kişilerin açgözlülüğünün ve hırsının ifadesi olmak şöyle dursun, nasıl da, yatırımları yönlendiren ve böylece eski olanın “yıkılmasının ve yeni bir kapitalist dünya düzeninin “yaratılmasının biçimlerini belirleyen “stratejik dispozitifler” olduğunu anlamakta bize yardımcı olurlar. Finans ve banka sistemleri, ekonomi ile politikanın örtüştüğü bir yıkma/ yaratma politikasının merkezinde yer alırlar. Dolayısıyla iktidarların borç ekonomisi tarafından nasıl şekillendirildiğini anlamak istiyorsak, başlangıç olarak ekonomik olan ile politik olan arasındaki bu bağları ortaya koymamız gerekir.

Deleuze’ün derslerinde getirdiği eleştiri, paranın ifade ettiği ve iktisatçıların algılamakta güçlük çektiği iktidar farklılıkları üzerinde yoğunlaşır. Kapitalizm, paranın temelde, farklı iki biçimde işlediğini nesnel olarak gizler: Para, bir yandan gelir, öte yandan sermaye olarak davranmaktadır. İlk durumda, para, kapitalist üretim tarafından dayatılan, mevcut bir yığın malı satın alan ve iktidar ilişkilerini ve bu üretim için zorunlu yerleşik tabi kılma biçimlerim yeniden üretmekle sınırlı bir ödeme aracıdır (maaş ve gelir). İkinci durumdaysa, para finansman yapısı olarak işler (kredi parası ve finansın sözde-parası), yani para gelecekteki ürünleri ve malları, dolayısıyla da bunlara dayanak olan iktidar ve tabiiyet ilişkilerini seçme ve kararlaştırma olanağına sahiptir. Sermaye olarak para geleceği herkesten önce ele geçirir/satın alır.

Gelir-para, iktidar ilişkilerini, iş bölümünü ve yerleşik işlev ve rollerinin tayinini yeniden üretmekten fazlasını yapmaz. Buna karşın, sermaye olarak para ise bunları yeniden biçimlendirme kapasitesine sahiptir. Neoliberalizmle birlikte örneklik bir tarzda vuku bulan işte budur. Borç-para, Fordizmi yıkmak ve yeni bir kapitalist dünya yaratmak için kullanılan stratejik bir silahtı. [2]  Bundan böyle finans/borç basit bir uzlaşım ya da gerçek ekonominin basit bir işlevi değildir. Marx ve Lenin’in daha o zamandan bildiği gibi, toplumsal sermayeyi, “kolektif sermayedarı”, sermaye sınıfının “ortak” sermayesini temsil eder.

Deleuze’ün konumu, Marx’ın teorisini, ondaki pek çok muğlaklığı gidererek geliştirir: Kendinde bir piyasa ekonomisini düşünmenin imkânsızlığını vurgular, çünkü böyle bir piyasa ekonomisi, iktidarın, tabiiyetin ve hâkimiyetin dağılımı yapan para ve borç ekonomilerinden türer ve her zaman bunlara bağımlıdır; yine parayı metadan ve de emekten türetmenin imkânsızlığının altım çizer çünkü para; emek, meta ve değiş tokuştan, hak ve olgu olarak, önce gelir. Para bu düzenleri buyurur, dağıtımlarını yapar. İktidarın asimetrisi, borç-parada ifade bulan iktidar faklılıkları tüm toplumlar için geçerlidir: Arkaik toplum, antik toplum, feodal toplum, kapitalizm. Değiş tokuş çevrimi asla bir toplumu yapılandırmaz ya da biçimlendirmez, aritmetiğe göndermede bulunmayan tamamen farklı türde bir çevrim yapar bunu. Değiş-tokuşa giren, eşit ya da eşit olmayan nicelikler değil, farklı güç miktarları, “güç kelimesinin matematiksel anlamında güç nicelikleridir, bunlar farklı potansiyellilerdir.” [3]

Değiş tokuş asla ilk sırada gelmez. Böylece hiçbir ekonomi, ekonomik değiş tokuştan hareketle işlemez, hiçbir toplum simgesel değiş tokuştan yola çıkarak davranmaz. Ekonomi de toplumlar da iktidarın farklılaşmasına, potansiyelliklerin dengesizliğine göre örgütlenir. Yeniden altını çizmek gerekir ki bu, değiş tokuşun var olmadığı anlamına gelmez ama değiş tokuşun, eşitliğin değil, dengesizliğin ve farkın mantığı olan bir mantıktan hareketle işlediğini ifade eder. Arkaik toplumlarda,

Değiş tokuş biçimleri yoktur, eşdeğerlik biçimleri yoktur [...] bir borç sistemi vardır ve borç temel olarak işlevsel bir dengesizlikten etkilenmiştir [...]. Örneğin, tüketim nesnelerinin verilmesi ve alınması arasındaki dengesizlik işlevsel olarak yeniden dengelenmiş bulunmaz, dengesizlik temel ve sabittir, sadece dengesizlikler işler. [4]

Leach ile Lévi-Strauss arasındaki polemiğin konusu tam da budur. Leach dengesizliğin sitemin temelinin ve işleyişinin bir parçası olduğunu öne sürer, oysa Lévi-Strauss’a göre, söz konusu olan, sistemin patolojik bir neticesidir.

Leach haklıdır; her akım düzeyinde, bileşik bir ürüne giren her akım düzeyinde, ilgili akımlarla ilişkili temel bir dengesizlik vardır. Bu dengesizlik, bir başka akımdan, başka şekilde nitelendirilmiş bir akımdan kesinti yapılarak devamlı surette telafi edilir. Örneğin, tüketim nesnelerini dağıtan kişi ile bunları alan arasındaki dengesizlik bambaşka bir akım üzerinden dengelenir, dağıtanın bir saygınlık kazandığı saygınlık akımı üzerinden [...] Diyeceğim o ki ilkel denen toplumlarda ekonomik birlik, temelde, sonsuz kombinasyonlardır, öyle ki bunlar ve bunların dengesiz işleyişleri sayesinde farklı biçimlerde nitelenen tüm akımları hayata geçirirler ve onun sonlu bileşenlerinden doğan bir borç çevrimi vardır. Bu, borç rejimidir ve ittifaklar/akrabalık sistemi tam olarak bu sonlu borç çevrimini yapılandırır. [5]

Sonlu Borç
Arkaik toplumlardan çıkarken “sonlu borç” tan “sonsuz borç”a geçiş, sonuçları bugün bile hissedilen bir olaydır, çünkü kapitalizm, geri ödemeyi asla bitiremeyecek borçlandırılmış insanın üretilmesi amacıyla bu geçişi kendine mal etmiştir. Gerçekten de, iktidarı “devletler” biçiminde merkezileştiren ve tek elde toplayan, böylece arkaik toplumların sonuna işaret eden büyük imparatorlukların ve “ruhani” iktidarı merkezileştiren ve tek noktada toplayan tektanrıcı dinlerin zuhuru ile birlikte borcun telafisi[6] artık mümkün değildir. Arkaik toplumların sonlu ve hareketli kombinasyonlar sisteminin yerine (“sana sonlu bir ittifak ve akrabalık bloğu oluşturacağım”) sonsuz bir borç rejimi ikame edilir. Hristiyanlık “sonsuzu başımıza dolar”, bu da hiçbir şeyin sonunun getirilmediği, borçlanmanın hayat boyu olduğu bir toplumsal sistem içinde bulunduğumuz anlamına gelir. “Borç, ödemeyi bitiremeyen bir borçlu ile borcun faizlerini tüketemeyen bir alacaklının ilişkisi haline gelir. İlahiliğe karşı borç, topluma karşı borç, devlete karşı borç.”[7]  Bu, Hristiyan dehasının vurduğu bir darbedir, çünkü “kutsal üçlü” kendi içinde borçlu ve alacaklıyı içerir.

Tanrı kendini insanın borcunu ödemek için kurban edecektir; Tanrı’nın kendisi kendine ödeyecektir; insan için ödenmesi/kendini kurtarması (racheter) olanaksız olandan insanı kurtarabilen tek varlık olarak Tanrı-alacaklı kendisini borçlusu için kurban edecektir, sevgisinden dolayı (inanalım mı buna?), borçlusuna olan sevgisinden dolayı! [8]

Hristiyanlık, sonsuzu tekrar işin içine sokarak, daha sonra kapitalizmin mirasçısı olacağı borç sistemini tamamıyla yeniden icat etmiştir. Hristiyanlıktan önceki imparatorluk oluşumlarında, borç sonsuzdu, çünkü “devlet” işleyişleri gereği, arkaik toplumların tersine, artık borç geri ödenemezdi, her zaman eşitsiz olan değiş tokuş tarafından belirlenen iktidar farklılıktan yeniden dengelemezdi. Ama borç hâlâ bireye ve vicdanına “dışsal” kalıyordu. Hristiyanlığın özgüllüğü, bizi sadece borç rejiminin içine yerleştirmekle kalmayıp, dahası “içselleştirilmiş borç” rejimine yerleştirmesinde yatar. “Borçlunun acısı içselleşir, borcun sorumluluğu bir suçluluk duygusu haline gelir.” [9]

Son sürat anlattığımız bu kısa borç tarihinde, Deleuze bir başka temel geçişi kaydeder: Hristiyan dininin “içselleştirilmiş borç”u henüz aşkın bir doğadayken, kapitalizmde “içkin” bir varlığa sahiptir. Hristiyanlığın dine soktuğu sonsuzu, kapitalizm ekonomik düzeyde yeniden icat eder: Değerin ve paradan doğan ve borç sayesinde sınırlarını zorlayan paranın öz devinimi olarak sermayenin hareketi. Kapitalizmle birlikte, kapitalist değerlendirme ve borç birbirini besleyen sonsuz süreçler haline gelirler. Marx yeniden üretme sistemi üzerinde ısrar eder, zira bu yolla para daha fazla para üretir ve kendini, kendi üzerinden büyüyen ve sınırlan sürekli aşılan öz devinim olarak açığa vurur. Sermaye içkin sınırlara sahiptir ama bu sınırları hep genişleyen bir ölçekte yeniden üretir. Bu sonsuz rejimi, en öncelikli ifadesi paranın yaratmasında ve yıkmasında bulunan bir yıkma/yaratma rejimidir.

Asıl anlamıyla kapitalizme gelmeden önce, Ahlakın Soykütüğü’nde karşılaştığımız borç-iktidar-ölçü ilişkisinin tarihi sürekliliği olup olmadığını tasdik etmek için burada biraz durup Yunanistan’a ve Ortaçağ’a bir bakalım. Anti-Ödipus’un yazıldığı dönemde, Michel Foucault bir para anlayışı geliştirir. Bu anlayış, Deleuze ve Guattari’de olduğu gibi, parayı piyasa ekonomisinden türeten geleneksel yorumun karşısında yer alır. Para meta değiş tokuşundan değil, doğrudan iktidarın borç ve mülkiyet üzerinde icra edilmesinden doğar. “Paranın ortaya çıkışı, yeni tipte bir iktidarın -varoluş sebebi mülkiyet rejimine ve borçlar/ödemeler oyununa müdahale etmek olan yeni bir iktidarın- kuruşuyla bağlantılıdır.” [10]

Paranın ticari kökenine dair yorum parayı değiş tokuşta değeri ve faydayı temsil etme işleviyle sınırlar, yani “bir nevi temel ve kökten felsefi hata sonucu göstergeyi şeyin kendisi olarak kabul eder.”[11] Ölçünün kurulması -ki para, ölçünün bir tezahürüdür- kökensel olarak “ekonomik” değildir. 1971 tarihli bu derslerde, Foucault’nun iktidar teorisinin büyük esin kaynağı olan Nietzsche tarafından kurulan ölçü-borç ilişkisini tekrar buluruz.

Buradaki ölçüye vurma işleminin, çiftçi borçlanmasına, tarımsal malların aktarımına, alacakların ödenmesine, besin maddeleri ya da üretilen nesneler arasındaki denkliğin sağlanmasına, kentleşmeye ve bir devlet biçiminin yürürlüğe konmasına dair bütün o sorunsallarla ilintili olduğu gayet iyi görülebilir. Bu ölçüm pratiğinin tam kalbinde paranın kurumsallaşması süreci ortaya çıkar. [12]

İktisatçılar ticareti iktidar ilişkilerinin bu karmaşıklığından çıkarıp, onu, faydayla birlikte, toplumun ve insanın kökeni yaparlar. Nietzsche’nin deyişiyle “İngiliz tarzı” bir tür ikiyüzlülük söz konusudur: Kıymet biçmenin, değerlendirmenin ve ölçünün kaynağı hem dini hem politiktir. “İster, tiran olsun ister yasa koyucu, iktidarı elinde tutan kişi sitenin ölçümcüsüdür: Toprakların, şeylerin, zenginliklerin, hakların, iktidarların ve insanların ölçümünden o sorumludur.” [13]

Barbar akımları
Deleuze’ün, George Duby’nin Gueniers et paysans [Savaşçılar ve Köylüleri kitabı üzerine yaptığı göz kamaştırıcı yorum sayesinde, ekonomiyi ve toplumu kat eden ve örgütleyen ayrılmazcasına ekonomik olan farklı akımların ve iktidarın doğasını derinleştirebiliriz. Paranın ekonomik işlevi (ölçü, birikim, genel eşdeğerlik, ödeme aracı) başka mahiyete sahip bir akıma, yani başka bir güce dayanır. Para bir iktidar akımı tarafından desteklenmiyorsa ortadan kaybolur ve ölçünün ekonomik işlevleri, paranın ödeme olanağı da onunla birlikte kaybolur. Emperyal iktidar akımı sona erdiği sırada Karolenj İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra Avrupa ekonomisinin başına gelen de budur. Avrupa ekonomisi ancak bir yıkma/yaratma akımı tarafından, yani tam anlamıyla değiş tokuşa ve paranın farklı işlevlerine yeniden hayat veren “barbar” bir yersizyurtsuzlaştırma iktidarı tarafından yeniden canlandırılabilir. Piyasa ekonomisinin bir iktidar akımından, bir yersizyurtsuzlaştırma gücünden bağımsız hiçbir özerkliği, hiçbir özerk varoluş olanağı yoktur.

İmparatorluğun çevresinde, Vikingler gemileriyle ve Macarlar atlarıyla (hareketlilik akımı, göç akımı, göçebe akımları, köylü hareketliliğinden daha üstün bir güce sahip savaşçı akımları) İmparatorluğun kapılarına dayanıp, köyleri, mezarları ve manastırları yağmaladılar.

Bunlar bir tür tahliye gerçekleştirdiler, tüm Avrupa’da parayı özgürleştirerek, alım gücüne ya da değiş tokuş değerine indirgenmiş paranın tamamıyla yitirdiği bir parasal gücü ekonomiye tekrar zerk ettiler, yıkım yoluyla ekonomik yatırım yaptılar. [14]

En hareketsiz akım (köylüler), göçebe ve hareketli akımların (barbar savaşçılar) güdümüne girdi. “Barbar” akımları yersizyurtsuzlaşmış ve aynı zamanda yersizyurtsuzlaştıran akımlardır. Eğer ödeme aracı, ölçü vs. olarak para yersizyurtsuzlaşmış bir akımsa, yersizyurtsuzlaştırıcı gücü bizzat paranın kendisinden değil, barbarlar tarafından (ya da daha sonra kapitalistler veya devrimci güçler tarafından) harekete geçirilen yıkıcı/yaratıcı iktidar akımlarından gelir. Güçsüz parasal simgeler (signs) güçlerini göçebe, göçmen, hareketli, barbar akımlardan alırlar. Barbarlar karşısında, köylüler kaçmışlar ve kaçışları sırasında yersizyurtsuzlaşmanın “ikincil” bir faktöründen etkilenmişlerdir ki bu durum, yerleşik köylüler olarak kalsalardı elde edemeyecekleri bir güç barındırmaktaydı. Yıkma/yaratma iktidarı, olduğu haliyle paraya sahip olmak değildir. Para Sermayeye, yani yıkma/yaratma iktidarına dönüştürülmek zorundadır. Neoliberalizmde, bu iktidara dönüşümü gerçekleştiren aygıt, borsa, finans ve borç mekanizmasıdır.

Kapitalist Akımlar
Deleuze şu konuda ısrar eder: Bir ekonomi asla bir piyasa ekonomisi olarak işlememiştir. Hangi toplumsal oluşumda olursa olsun, bir ekonomi ancak başka bir akım uyarınca değiş tokuş içerebilir ve değiş tokuş ağlarını alım gücü olarak para temelinde işletebilir. “Değiş tokuş, kuşkusuz, başka bir doğaya sahip bir şeye nazaran ikincildir. Başka bir doğa çok kesin bir anlama sahiptir ve başka bir güce sahip bir akımı belirtir.”[15] Kapitalizmde, aynı para farklı türde güç akımlarını ifade eder: Zaten üretilmiş, mevcut bulunan malların alımı yoluyla gerçekleştirilen ödeme araçları bütününü (ücret ve gelir) temsil eden alım gücü akımı, en az güce sahip akım olarak; basit bir ‘‘alım gücü”nü ya da para ile mallar arasındaki basit bir mütekabiliyeti değil ama buyurma, emir verme iktidarını, yani gelecek üzerinde etkide bulunan ve üretim, iktidar ilişkileri ve tabiiyet biçimlerinin ne olacağını öngören seçim ve karar imkânları bütününü temsil eden finansman akımlarına kesinlikle bağımlıdır. Finansman yapısı olarak paranın gücü daha büyük bir alım gücünden kaynaklanmaz, bir sermayedarın kuvveti onun bir işçiden daha zengin olmasına bağlı değildir. Onun “gücü finansman akımının yönünü denetlemesinden ve belirlemesinden”, yani başka insanları sömürme, tabi kılma, yönetme, onlara emir verme kararı, seçimi, olanağı olarak zamana sahip olmasından kaynaklanır. Alım gücü olarak para, Deleuze’e göre, emek akımlarına yeniden yer yurt kazandırmayı ve onları, toplumsal işbölümünün tayin edilmesine işaret eden, aileye, istihdama ve tabiiyetlere (işçi, öğretmen, erkek, kadın vs.) bağlamayı sağlayan şeydir. O halde ücret/maaş talebi, sendika politikalarının çoğunda olduğu gibi, bu tabiiyetleri ve bu iktidar ilişkilerini kabul etmenin bir biçimi olabilir. Ama ücret talebi ve alım gücü, ücret akımı başka doğada bir akımın, başka bir gücün ifadesi olmak kaydıyla, aynı zamanda bu yeniden yer yurt kazandırmadan kopuş noktasını, bu tabiiyetleri reddetmeyi de temsil edebilir. Nasıl ki sermaye parayı (ödeme aracı) sermayeye dönüştürmek zorundadır, proletarya da alım gücü akımını özerk ve bağımsız özneleşme akımına, sermaye politikasını kesintiye uğratma akımına, yani içine kıstırıldığı işlev ve tabiiyetleri hem reddetme hem de bunlardan kaçma akımına dönüştürmek zorundadır. Sermaye işçilerin alım gücü akımı üzerinde iktidara sahiptir, bunun öncelikli sebebi sermayenin, finansman akımının, yani zamanın, seçimlerin ve kararların hâkimi olmasıdır.[16]  Sermaye olarak para, alım gücü olarak paranın sahip olmadığı bir yıkma/yaratma iktidarına sahiptir. [17]

Finansman akımı, yani sermaye olarak para, değişime uğramış bir iktidardır, yaratıcı bir akımdır, “simge güçler”dir, çünkü geleceği bağlar, çünkü emir verme gücünü ifade eder, henüz mevcut olmayanı önceleyen yıkma/yaratma iktidarını teşkil eder. Finansman akımları, ekonomik olandan sonra gelmeyen, bilakis ona içkin olan yersizyurtsuzlaşmış ve yersizyurtsuzlaştıran bir iktidardır. Bunlar imkânlar ve onların gerçekleşmesi üzerinden işlerler.

Sermaye olarak paranın ham maddesi zamandır ama emek zamanından ziyade seçim, karar, emir imkânı olarak zamandır, yani toplumsal sömürü ve tabiiyet biçimlerinin yıkma/yaratma iktidarıdır. Ödeme aracı olarak para ise “güçsüz bir simgedir”, çünkü “para ile dayatılmış ürün yelpazesi arasında bir birebirlik ilişkisi” tesis ederek zaten mevcut olan metaları elde etme aracı olarak hareket eder. [18]

Alım gücünde, “para, [verili bir] tüketim akımından [verili iktidar ilişkileri akımından] olası bir kesinti kopuşunu (coupure prélèvement) temsil eder”, finansman yapısında para sermayenin değerlendirilmesi ve birikimi zincirlerini yeniden eklemleyen bir “kesme kopuşu olanağını” (coupure détachement) olarak işler, emek gücü ile nüfusun terkibini yeniden biçimlendirir ve yeni tabiiyet biçimleri oluşturur. Kapitalist iktidarın ayırt edici özelliği, basitçe alım gücünün birikiminden değil, iktidar ilişkilerini ve özneleştirme süreçlerini yeniden biçimlendirme kapasitesinden doğar. [19]

Belirtmek gerekir ki mevcut krizlerde sermaye olarak paranın (gerçekleşmek zorunda olduğu için “virtüel” para) açtığı zararların telafisi gelir para (ücret ve kamu harcamaları, edimsel para) sayesinde yapılır.

Deleuze ve Guattari, parayı borçtan türetip, “üretim için üretim”in sonsuzuna bağladıkları sonsuz “doğa”sını olumlayarak, çağdaş kapitalizmin başlıca dönüşümlerinden birini çok erkenden ve tüm eserleri boyunca yakalamışlardır. Bu kısa borç tarihi, verginin kısa bir tarihiyle tamamlanmalıdır, çünkü neoliberal politikalar aynı zamanda ve ayrılmaz bir biçimde vergi politikalarıdır. Daha derinine inemeyeceğimiz bu sezgi özellikle Anti- Ödipus’da geliştirilmiştir:

Michel Foucault, Will’in incelemelerine dayanarak, bazı Yunan despotluklarında aristokratların vergilendirilmesi ve paranın fakirlere dağıtılmasının parayı nasıl zenginlere geri götürmenin ve borç rejimini benzersiz biçimde genişletmenin yolları olduğunu gösterir. (Sanki Yunanlar, Amerikalıların New Deal ile yeniden bulduğunu kendi tarzlarında keşfetmişlerdi: Ağır devlet vergileri ticaret için uygundur.) Kısacası, para, paranın dolaşımı, borcu sonsuz kılmanın yoludur [...] Borçların feshedilmesi ya da ya da hesaplanabilir dönüşümü sonu gelmez bir devlet hizmeti görevine yol açar [...] Sonsuz alacaklı, sonsuz alacak, hareketi ve sonlu borç bloklarının yerine geçer [...] Borç, varoluş borcu, bizzat öznelerin varoluş borcu haline gelir. Alacaklının henüz borç vermediği, oysa borçlunun durmadan geri ödediği bir zaman gelir, zira geri ödemek bir vazifeyken ödünç almak ihtiyaridir, tıpkı Lewis Carroll’ün şarkısında, sonsuz borca dair uzun şarkısında olduğu gibi:

Bir insan alacağını talep edebilir elbette

ama ödünç vermek söz konusu oldu mu

kuşkusuz seçebilir

kendisine en uygun gelen zamanı.” [20]

Tam da, 68’i tersine çevirerek kendi karşı-devrimine zarar vermek için kapitalist iktidar bloğunun ayrıcalık tanıdığı zemine yerleşen Anti-Ödipus gibi bir kitabın önemini vurgulamak istiyoruz. Neoliberal faaliyet, o zamandan beri, Anti-Ödipus’da ifade edilen 21. yüzyıl sınıf mücadelesinin doğasını, borç yönetimi vasıtasıyla tasdik etmiştir: ayrım gözetmeden hem ekonomiyi hem de öznelliği etkileyen, üretimin tek anlamlılığı. Borç ekonomisi, gelecek olarak kendinden sorumlu olmaya yetenekli bir özne, söz vermeye ve sözünü tutmaya yetenekli bir özne, kendini işlemeyi icra eden bir özne gerektiren bir ekonomidir. Hem klasik politika ekonomisi hem de Marx zenginliğin özünü temsil alanına indirgenemez öznel faaliyet içinde buluyorsa da, bunu “emek” üzerine dayandırmakta belki de haksızdırlar. […]

Maurizio LazzaratoBorçlandırılmış İnsanın İmali, Açılım Kitap, Çev. Murat Erşen, s. 65-78

Dipnotlar
[1] E Guattari et G. Deleuze, L’Anti- Œdipe, s. 263. Genelde sadece ve haksız biçimde bu kitabın sunduğu psikanaliz eleştirisi üzerine odaklanılmaktadır, oysa bu kitap Marksistlerin formüle ettiği aynı kategorilere dair tüm teori çalışmalarının çok ötesine giden bir borç ve para teorisi de geliştirir.
[2] Banka sistemi, kredi parası ve finans, bir akımı bir diğerine dönüştürerek bunu gizler.
[3] G. Deleuze, 28 mayıs 1973 tarihli ders, http://www.webdeleuze.com/php/ index.html
[4] G. Deleuze, 7 mayıs 1973 tarihli ders.
[5] A.g.y.
[6] Burada dini açıdan Hz. İsa’nın ölerek insanlığı “kurtarması” anlamına gelen “racheter” fiili kullanılmaktadır. Yani, fidye ödeyerek birini tutsaklıktan kurtarmak (ç.n.).
[7] G. Deleuze, Nietzsche et la philosophie, a.g.e, s. 163.
[8] F. Nietzsche, La Généalogie de la morale, a.g.e, s. 151. [Ahlakın Soy kütüğü, s.881.
[9] G. Deleuze, Nietzsche et la philosophie, a.g.e, s. 163.
[10] M. Foucault, Leçons sur la volonte de savoir, Paris, Gallimard, 2011, s. 132. [Bilme İstenci Üzerine Dersler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011, çev. Kerem Eksen, s. 138].
[11] A.g.e., s. 128 [Türkçe çeviri, s. 133].
[12] A.g.y.
[13] A.g.e., s. 127 [Türkçe çeviri, s. 132].
[14] G. Deleuze, 4 Haziranl973 tarihli Ders.
[15] A.g.y.
[16] 22 Şubat 1972 tarihli Ders: “Ne kadar zengin olursanız olun, alım gücünüz ne kadar kuvvetli olursa olsun, alım gücü olarak para, güçlerini ancak başka bir akımdan, yani finansman akımından alan bir güçsüz simgeler bütününü belirtir. Ve tıpkı alım gücü olarak paranın değiş tokuş yasaları tarafından düzenlenmesi gibi, başka akım da bambaşka yasalar tarafından, yani paranın yıkma ve yaratma yasaları tarafından düzenlenir. “
[17] Başka bir tuhaflık daha! Claudio Borio ve Piti Disyatat tarafından yayınlanan Uluslararası Ödeme Bankası’nın bir belgesi Birleşik Devletler’in en yüksek ekonomi otoritelerini gelir-para ile sermaye-parayı karıştırmakla eleştirir. Bu ayrımdan yola çıkarak, Federal Rezerv, esasından Bernanke tarafından öne sürülen savı eleştirilir. Bu sava göre krizin parasal koşullan esas itibarıyla kolay paranın, “tasarrufun küresel tıkanıklığı’’nın sonucudur; bu tıkanıklığın kendisi ise yükselen ülkeler tarafından (özellikle Çin) biriktirilen ve ABD’de yeniden yatırılan cari hesapların aşırılığının neticesidir. Avrupa ve Amerika’daki bankaları ve para otoritelerini tüm sorumluluktan muaf tutan aşın tasarruf savı gelir olarak para ile sermaye olarak para arasındaki bir karışıklığa dayanır. Yazarların belirttiği gibi, “Cari hesaplara yöneltilen gerekçesiz dikkat, tasarruf ile finansman arasında yeterince açık bir ayrım yapma yetersizliğinin ifadesidir.” İlki tüketilmemiş bir gelirken İkincisi bir sermayeyi temsil eder. “Yatırım ve genel harcamalar tasarrufu değil finansmanı gerektirir.”
[18] F. Guattari et G. Deleuze, L’Anti-Œdipe, a.g.e.., s. 271.
[19] Para hakkındaki bu düşüncelerin daha geniş bir kapsamı vardır, çünkü sadece ekonomiyi ilgilendirmeyen iktidar ilişkilerine açılırlar. Kanılara ya da iletişime dair ifadelerde olduğu gibi, önerme cümlelerinin oluşması (örneğin Jacques Rancière’in teorisindeki gibi) muhatapların eşitliğini varsayan sözel değiş tokuştan hareketle değil akım iktidarlarının farklılaşmasından hareketle gerçekleşir. “İktidar tam da üstün güç akımlarının daha aşağı akım üzerindeki önceliğinden ibarettir. Başka bir deyişle, iktidarı değiş tokuş terimleriyle ve değişim değerinden hareketle düşünmek, en az değiş tokuşta önerme cümlelerinin [konuşmanın] üretilişinin koşulunu aramak denli aptalca bir girişimdir [...] İşte bu yüzdendir ki cümlelerin oluşumu asla değiş tokuş çevriminden hareketle işlemez, bunun sebebi, aslında, bu değiş tokuş çevriminin ancak, yaratma-yıkma çevrimi olan başka bir güç çevrimiyle ilişki içinde işin içine girmesi ya da bir değeri olmasıdır.” G. Deleuze, 4 Haziran 1973 tarihli Ders.
[20] E Guattari et G. Deleuze, LAnti- Œdipe, a.g.e, s. 233-234 [Bkz. Türkçe çeviri, a.g.e., s. 264-265]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder