Çağdaş ekonomide borç mantığının özgüllüğünü daha
iyi kavramak için, […] ilgimizi Deleuze ile Guattari’nin, tarihsel gelişimi
içinde borca dair yaptığı okumaya yöneltebiliriz. Aslında borç, Deleuze ile
Guattari’nin çağdaş kapitalizmi analiz ettikleri çalışmalarında, 1960-1970
yıllarının kavşağında yeniden su yüzüne çıkar. Nietzche’nin arkaik toplumlarda
kredi teorisi ile Marx’ın kapitalizmde para teorisini birlikte işleterek bizi
ekonominin ekonomist olamayan bir okumasına davet eden kısa bir borç tarihi
çizerler. Bunun temelinde değiş tokuş değil asimetrik alacaklı-borçlu iktidar ilişkisi
vardır. Ekonomist olmayan bir okuma, bir yandan, ekonomik üretimin öznelliğin
ve onun yaşam biçimlerinin üretiminden ve denetiminden ayrılmaz olduğu, öte
yandan paranın ekonomik ölçü, değiş tokuş, ödeme ve birikim aracı işlevlerini
yerine getirmekten önce, yönetilenlerin yerlerini ve görevlerini buyurma ve
dağıtma iktidarının ifadesi olduğu anlamına gelir.
Deleuze, Vincennes Üniversitesinde verdiği 1971,
1972 ve 1973 tarihli derslerde, Guattari ile birlikte Anti-Ödipus’da Marxçı
para teorisi hakkında geliştirdikleri düşüncelere geri döner.[1] Bu
teoriyi kredi ilişkisinin, yani borç ekonomisinin asimetrisinden hareketle
tekrar okuyarak, ekonomik ve politik işlevlerin ayırt edilemez olduğu bir para
anlayışının temellerini atarlar. Böylece paranın daha iyi anlaşılması için
Foucault’nun kendi Nietzsche okuması tarafından öne sürülen “iktidar”
kavramından yararlanırlar: Sermaye her şeyden önce, paranın yıkma/yaratma gücü
vasıtasıyla icra edilen bir emretme ve buyurma iktidarıdır.
Neoliberal politikaların tesisinden çok önce yazılan
ve düşünülen Anti-Ödipus ve bu dersler, borcun ve finansın; kapitalizmin
patolojileri ya da bazı kişilerin açgözlülüğünün ve hırsının ifadesi olmak
şöyle dursun, nasıl da, yatırımları yönlendiren ve böylece eski olanın
“yıkılmasının ve yeni bir kapitalist dünya düzeninin “yaratılmasının
biçimlerini belirleyen “stratejik dispozitifler” olduğunu anlamakta bize yardımcı
olurlar. Finans ve banka sistemleri, ekonomi ile politikanın örtüştüğü bir
yıkma/ yaratma politikasının merkezinde yer alırlar. Dolayısıyla iktidarların
borç ekonomisi tarafından nasıl şekillendirildiğini anlamak istiyorsak,
başlangıç olarak ekonomik olan ile politik olan arasındaki bu bağları ortaya
koymamız gerekir.
Deleuze’ün derslerinde getirdiği eleştiri, paranın
ifade ettiği ve iktisatçıların algılamakta güçlük çektiği iktidar farklılıkları
üzerinde yoğunlaşır. Kapitalizm, paranın temelde, farklı iki biçimde işlediğini
nesnel olarak gizler: Para, bir yandan gelir, öte yandan sermaye olarak
davranmaktadır. İlk durumda, para, kapitalist üretim tarafından dayatılan,
mevcut bir yığın malı satın alan ve iktidar ilişkilerini ve bu üretim için
zorunlu yerleşik tabi kılma biçimlerim yeniden üretmekle sınırlı bir ödeme
aracıdır (maaş ve gelir). İkinci durumdaysa, para finansman yapısı olarak işler
(kredi parası ve finansın sözde-parası), yani para gelecekteki ürünleri ve
malları, dolayısıyla da bunlara dayanak olan iktidar ve tabiiyet ilişkilerini
seçme ve kararlaştırma olanağına sahiptir. Sermaye olarak para geleceği
herkesten önce ele geçirir/satın alır.
Gelir-para, iktidar ilişkilerini, iş bölümünü ve
yerleşik işlev ve rollerinin tayinini yeniden üretmekten fazlasını yapmaz. Buna
karşın, sermaye olarak para ise bunları yeniden biçimlendirme kapasitesine
sahiptir. Neoliberalizmle birlikte örneklik bir tarzda vuku bulan işte budur.
Borç-para, Fordizmi yıkmak ve yeni bir kapitalist dünya yaratmak için kullanılan
stratejik bir silahtı. [2] Bundan böyle finans/borç basit bir
uzlaşım ya da gerçek ekonominin basit bir işlevi değildir. Marx ve Lenin’in
daha o zamandan bildiği gibi, toplumsal sermayeyi, “kolektif sermayedarı”,
sermaye sınıfının “ortak” sermayesini temsil eder.
Deleuze’ün konumu, Marx’ın teorisini, ondaki pek çok
muğlaklığı gidererek geliştirir: Kendinde bir piyasa ekonomisini düşünmenin
imkânsızlığını vurgular, çünkü böyle bir piyasa ekonomisi, iktidarın,
tabiiyetin ve hâkimiyetin dağılımı yapan para ve borç ekonomilerinden türer ve
her zaman bunlara bağımlıdır; yine parayı metadan ve de emekten türetmenin
imkânsızlığının altım çizer çünkü para; emek, meta ve değiş tokuştan, hak ve
olgu olarak, önce gelir. Para bu düzenleri buyurur, dağıtımlarını yapar.
İktidarın asimetrisi, borç-parada ifade bulan iktidar faklılıkları tüm
toplumlar için geçerlidir: Arkaik toplum, antik toplum, feodal toplum,
kapitalizm. Değiş tokuş çevrimi asla bir toplumu yapılandırmaz ya da
biçimlendirmez, aritmetiğe göndermede bulunmayan tamamen farklı türde bir
çevrim yapar bunu. Değiş-tokuşa giren, eşit ya da eşit olmayan nicelikler
değil, farklı güç miktarları, “güç kelimesinin matematiksel anlamında güç
nicelikleridir, bunlar farklı potansiyellilerdir.” [3]
Değiş tokuş asla ilk sırada gelmez. Böylece hiçbir
ekonomi, ekonomik değiş tokuştan hareketle işlemez, hiçbir toplum simgesel değiş
tokuştan yola çıkarak davranmaz. Ekonomi de toplumlar da iktidarın
farklılaşmasına, potansiyelliklerin dengesizliğine göre örgütlenir. Yeniden
altını çizmek gerekir ki bu, değiş tokuşun var olmadığı anlamına gelmez ama
değiş tokuşun, eşitliğin değil, dengesizliğin ve farkın mantığı olan bir
mantıktan hareketle işlediğini ifade eder. Arkaik toplumlarda,
Değiş tokuş biçimleri yoktur, eşdeğerlik biçimleri yoktur [...] bir borç sistemi vardır ve borç temel olarak işlevsel bir dengesizlikten etkilenmiştir [...]. Örneğin, tüketim nesnelerinin verilmesi ve alınması arasındaki dengesizlik işlevsel olarak yeniden dengelenmiş bulunmaz, dengesizlik temel ve sabittir, sadece dengesizlikler işler. [4]
Leach ile Lévi-Strauss arasındaki polemiğin konusu
tam da budur. Leach dengesizliğin sitemin temelinin ve işleyişinin bir parçası
olduğunu öne sürer, oysa Lévi-Strauss’a göre, söz konusu olan, sistemin patolojik
bir neticesidir.
Leach haklıdır; her akım düzeyinde, bileşik bir ürüne giren her akım düzeyinde, ilgili akımlarla ilişkili temel bir dengesizlik vardır. Bu dengesizlik, bir başka akımdan, başka şekilde nitelendirilmiş bir akımdan kesinti yapılarak devamlı surette telafi edilir. Örneğin, tüketim nesnelerini dağıtan kişi ile bunları alan arasındaki dengesizlik bambaşka bir akım üzerinden dengelenir, dağıtanın bir saygınlık kazandığı saygınlık akımı üzerinden [...] Diyeceğim o ki ilkel denen toplumlarda ekonomik birlik, temelde, sonsuz kombinasyonlardır, öyle ki bunlar ve bunların dengesiz işleyişleri sayesinde farklı biçimlerde nitelenen tüm akımları hayata geçirirler ve onun sonlu bileşenlerinden doğan bir borç çevrimi vardır. Bu, borç rejimidir ve ittifaklar/akrabalık sistemi tam olarak bu sonlu borç çevrimini yapılandırır. [5]
Sonlu
Borç
Arkaik toplumlardan çıkarken “sonlu borç” tan
“sonsuz borç”a geçiş, sonuçları bugün bile hissedilen bir olaydır, çünkü
kapitalizm, geri ödemeyi asla bitiremeyecek borçlandırılmış insanın üretilmesi
amacıyla bu geçişi kendine mal etmiştir. Gerçekten de, iktidarı “devletler”
biçiminde merkezileştiren ve tek elde toplayan, böylece arkaik toplumların
sonuna işaret eden büyük imparatorlukların ve “ruhani” iktidarı merkezileştiren
ve tek noktada toplayan tektanrıcı dinlerin zuhuru ile birlikte borcun telafisi[6] artık mümkün değildir. Arkaik
toplumların sonlu ve hareketli kombinasyonlar sisteminin yerine (“sana sonlu
bir ittifak ve akrabalık bloğu oluşturacağım”) sonsuz bir borç rejimi ikame
edilir. Hristiyanlık “sonsuzu başımıza dolar”, bu da hiçbir şeyin sonunun
getirilmediği, borçlanmanın hayat boyu olduğu bir toplumsal sistem içinde
bulunduğumuz anlamına gelir. “Borç, ödemeyi bitiremeyen bir borçlu ile borcun
faizlerini tüketemeyen bir alacaklının ilişkisi haline gelir. İlahiliğe karşı
borç, topluma karşı borç, devlete karşı borç.”[7] Bu, Hristiyan dehasının
vurduğu bir darbedir, çünkü “kutsal üçlü” kendi içinde borçlu ve alacaklıyı içerir.
Tanrı kendini insanın borcunu ödemek için kurban edecektir; Tanrı’nın kendisi kendine ödeyecektir; insan için ödenmesi/kendini kurtarması (racheter) olanaksız olandan insanı kurtarabilen tek varlık olarak Tanrı-alacaklı kendisini borçlusu için kurban edecektir, sevgisinden dolayı (inanalım mı buna?), borçlusuna olan sevgisinden dolayı! [8]
Hristiyanlık, sonsuzu tekrar işin içine sokarak,
daha sonra kapitalizmin mirasçısı olacağı borç sistemini tamamıyla yeniden icat
etmiştir. Hristiyanlıktan önceki imparatorluk oluşumlarında, borç sonsuzdu,
çünkü “devlet” işleyişleri gereği, arkaik toplumların tersine, artık borç geri
ödenemezdi, her zaman eşitsiz olan değiş tokuş tarafından belirlenen iktidar
farklılıktan yeniden dengelemezdi. Ama borç hâlâ bireye ve vicdanına “dışsal”
kalıyordu. Hristiyanlığın özgüllüğü, bizi sadece borç rejiminin içine
yerleştirmekle kalmayıp, dahası “içselleştirilmiş borç” rejimine
yerleştirmesinde yatar. “Borçlunun acısı içselleşir, borcun sorumluluğu bir
suçluluk duygusu haline gelir.” [9]
Son sürat anlattığımız bu kısa borç tarihinde,
Deleuze bir başka temel geçişi kaydeder: Hristiyan dininin “içselleştirilmiş
borç”u henüz aşkın bir doğadayken, kapitalizmde “içkin” bir varlığa sahiptir. Hristiyanlığın dine soktuğu sonsuzu, kapitalizm ekonomik düzeyde yeniden icat
eder: Değerin ve paradan doğan ve borç sayesinde sınırlarını zorlayan paranın öz
devinimi olarak sermayenin hareketi. Kapitalizmle birlikte, kapitalist
değerlendirme ve borç birbirini besleyen sonsuz süreçler haline gelirler. Marx
yeniden üretme sistemi üzerinde ısrar eder, zira bu yolla para daha fazla para
üretir ve kendini, kendi üzerinden büyüyen ve sınırlan sürekli aşılan öz
devinim olarak açığa vurur. Sermaye içkin sınırlara sahiptir ama bu sınırları hep genişleyen bir ölçekte yeniden üretir. Bu sonsuz rejimi, en öncelikli
ifadesi paranın yaratmasında ve yıkmasında bulunan bir yıkma/yaratma rejimidir.
Asıl anlamıyla kapitalizme gelmeden önce, Ahlakın
Soykütüğü’nde karşılaştığımız borç-iktidar-ölçü ilişkisinin tarihi sürekliliği
olup olmadığını tasdik etmek için burada biraz durup Yunanistan’a ve Ortaçağ’a
bir bakalım. Anti-Ödipus’un yazıldığı dönemde, Michel Foucault bir para anlayışı
geliştirir. Bu anlayış, Deleuze ve Guattari’de olduğu gibi, parayı piyasa
ekonomisinden türeten geleneksel yorumun karşısında yer alır. Para meta değiş
tokuşundan değil, doğrudan iktidarın borç ve mülkiyet üzerinde icra
edilmesinden doğar. “Paranın ortaya çıkışı, yeni tipte bir iktidarın -varoluş
sebebi mülkiyet rejimine ve borçlar/ödemeler oyununa müdahale etmek olan yeni
bir iktidarın- kuruşuyla bağlantılıdır.” [10]
Paranın ticari kökenine dair yorum parayı değiş
tokuşta değeri ve faydayı temsil etme işleviyle sınırlar, yani “bir nevi temel
ve kökten felsefi hata sonucu göstergeyi şeyin kendisi olarak kabul eder.”[11] Ölçünün kurulması -ki para,
ölçünün bir tezahürüdür- kökensel olarak “ekonomik” değildir. 1971 tarihli bu
derslerde, Foucault’nun iktidar teorisinin büyük esin kaynağı olan Nietzsche
tarafından kurulan ölçü-borç ilişkisini tekrar buluruz.
Buradaki ölçüye vurma işleminin, çiftçi borçlanmasına, tarımsal malların aktarımına, alacakların ödenmesine, besin maddeleri ya da üretilen nesneler arasındaki denkliğin sağlanmasına, kentleşmeye ve bir devlet biçiminin yürürlüğe konmasına dair bütün o sorunsallarla ilintili olduğu gayet iyi görülebilir. Bu ölçüm pratiğinin tam kalbinde paranın kurumsallaşması süreci ortaya çıkar. [12]
İktisatçılar ticareti iktidar ilişkilerinin bu
karmaşıklığından çıkarıp, onu, faydayla birlikte, toplumun ve insanın kökeni yaparlar.
Nietzsche’nin deyişiyle “İngiliz tarzı” bir tür ikiyüzlülük söz konusudur:
Kıymet biçmenin, değerlendirmenin ve ölçünün kaynağı hem dini hem politiktir.
“İster, tiran olsun ister yasa koyucu, iktidarı elinde tutan kişi sitenin
ölçümcüsüdür: Toprakların, şeylerin, zenginliklerin, hakların, iktidarların ve
insanların ölçümünden o sorumludur.” [13]
Barbar
akımları
Deleuze’ün, George Duby’nin Gueniers et paysans
[Savaşçılar ve Köylüleri kitabı üzerine yaptığı göz kamaştırıcı yorum
sayesinde, ekonomiyi ve toplumu kat eden ve örgütleyen ayrılmazcasına ekonomik
olan farklı akımların ve iktidarın doğasını derinleştirebiliriz. Paranın
ekonomik işlevi (ölçü, birikim, genel eşdeğerlik, ödeme aracı) başka mahiyete
sahip bir akıma, yani başka bir güce dayanır. Para bir iktidar akımı tarafından
desteklenmiyorsa ortadan kaybolur ve ölçünün ekonomik işlevleri, paranın ödeme
olanağı da onunla birlikte kaybolur. Emperyal iktidar akımı sona erdiği sırada
Karolenj İmparatorluğu’nun çökmesinden sonra Avrupa ekonomisinin başına gelen
de budur. Avrupa ekonomisi ancak bir yıkma/yaratma akımı tarafından, yani tam
anlamıyla değiş tokuşa ve paranın farklı işlevlerine yeniden hayat veren
“barbar” bir yersizyurtsuzlaştırma iktidarı tarafından yeniden canlandırılabilir.
Piyasa ekonomisinin bir iktidar akımından, bir yersizyurtsuzlaştırma gücünden
bağımsız hiçbir özerkliği, hiçbir özerk varoluş olanağı yoktur.
İmparatorluğun çevresinde, Vikingler gemileriyle ve
Macarlar atlarıyla (hareketlilik akımı, göç akımı, göçebe akımları, köylü hareketliliğinden
daha üstün bir güce sahip savaşçı akımları) İmparatorluğun kapılarına dayanıp,
köyleri, mezarları ve manastırları yağmaladılar.
Bunlar bir tür tahliye gerçekleştirdiler, tüm Avrupa’da parayı özgürleştirerek, alım gücüne ya da değiş tokuş değerine indirgenmiş paranın tamamıyla yitirdiği bir parasal gücü ekonomiye tekrar zerk ettiler, yıkım yoluyla ekonomik yatırım yaptılar. [14]
En hareketsiz akım (köylüler), göçebe ve hareketli
akımların (barbar savaşçılar) güdümüne girdi. “Barbar” akımları yersizyurtsuzlaşmış
ve aynı zamanda yersizyurtsuzlaştıran akımlardır. Eğer ödeme aracı, ölçü vs.
olarak para yersizyurtsuzlaşmış bir akımsa, yersizyurtsuzlaştırıcı gücü bizzat
paranın kendisinden değil, barbarlar tarafından (ya da daha sonra kapitalistler
veya devrimci güçler tarafından) harekete geçirilen yıkıcı/yaratıcı iktidar
akımlarından gelir. Güçsüz parasal simgeler (signs) güçlerini göçebe, göçmen,
hareketli, barbar akımlardan alırlar. Barbarlar karşısında, köylüler kaçmışlar
ve kaçışları sırasında yersizyurtsuzlaşmanın “ikincil” bir faktöründen etkilenmişlerdir
ki bu durum, yerleşik köylüler olarak kalsalardı elde edemeyecekleri bir güç
barındırmaktaydı. Yıkma/yaratma iktidarı, olduğu haliyle paraya sahip olmak
değildir. Para Sermayeye, yani yıkma/yaratma iktidarına dönüştürülmek
zorundadır. Neoliberalizmde, bu iktidara dönüşümü gerçekleştiren aygıt, borsa,
finans ve borç mekanizmasıdır.
Kapitalist
Akımlar
Deleuze şu konuda ısrar eder: Bir ekonomi asla bir
piyasa ekonomisi olarak işlememiştir. Hangi toplumsal oluşumda olursa olsun,
bir ekonomi ancak başka bir akım uyarınca değiş tokuş içerebilir ve değiş tokuş
ağlarını alım gücü olarak para temelinde işletebilir. “Değiş tokuş, kuşkusuz,
başka bir doğaya sahip bir şeye nazaran ikincildir. Başka bir doğa çok kesin
bir anlama sahiptir ve başka bir güce sahip bir akımı belirtir.”[15] Kapitalizmde, aynı para farklı
türde güç akımlarını ifade eder: Zaten üretilmiş, mevcut bulunan malların alımı
yoluyla gerçekleştirilen ödeme araçları bütününü (ücret ve gelir) temsil eden
alım gücü akımı, en az güce sahip akım olarak; basit bir ‘‘alım gücü”nü ya da
para ile mallar arasındaki basit bir mütekabiliyeti değil ama buyurma, emir
verme iktidarını, yani gelecek üzerinde etkide bulunan ve üretim, iktidar
ilişkileri ve tabiiyet biçimlerinin ne olacağını öngören seçim ve karar
imkânları bütününü temsil eden finansman akımlarına kesinlikle bağımlıdır.
Finansman yapısı olarak paranın gücü daha büyük bir alım gücünden kaynaklanmaz,
bir sermayedarın kuvveti onun bir işçiden daha zengin olmasına bağlı değildir.
Onun “gücü finansman akımının yönünü denetlemesinden ve belirlemesinden”, yani
başka insanları sömürme, tabi kılma, yönetme, onlara emir verme kararı, seçimi,
olanağı olarak zamana sahip olmasından kaynaklanır. Alım gücü olarak para,
Deleuze’e göre, emek akımlarına yeniden yer yurt kazandırmayı ve onları,
toplumsal işbölümünün tayin edilmesine işaret eden, aileye, istihdama ve
tabiiyetlere (işçi, öğretmen, erkek, kadın vs.) bağlamayı sağlayan şeydir. O
halde ücret/maaş talebi, sendika politikalarının çoğunda olduğu gibi, bu tabiiyetleri
ve bu iktidar ilişkilerini kabul etmenin bir biçimi olabilir. Ama ücret talebi
ve alım gücü, ücret akımı başka doğada bir akımın, başka bir gücün ifadesi
olmak kaydıyla, aynı zamanda bu yeniden yer yurt kazandırmadan kopuş noktasını,
bu tabiiyetleri reddetmeyi de temsil edebilir. Nasıl ki sermaye parayı (ödeme
aracı) sermayeye dönüştürmek zorundadır, proletarya da alım gücü akımını özerk
ve bağımsız özneleşme akımına, sermaye politikasını kesintiye uğratma akımına,
yani içine kıstırıldığı işlev ve tabiiyetleri hem reddetme hem de bunlardan
kaçma akımına dönüştürmek zorundadır. Sermaye işçilerin alım gücü akımı
üzerinde iktidara sahiptir, bunun öncelikli sebebi sermayenin, finansman akımının,
yani zamanın, seçimlerin ve kararların hâkimi olmasıdır.[16] Sermaye olarak para, alım gücü olarak paranın
sahip olmadığı bir yıkma/yaratma iktidarına sahiptir. [17]
Finansman akımı, yani sermaye olarak para, değişime
uğramış bir iktidardır, yaratıcı bir akımdır, “simge güçler”dir, çünkü geleceği
bağlar, çünkü emir verme gücünü ifade eder, henüz mevcut olmayanı önceleyen
yıkma/yaratma iktidarını teşkil eder. Finansman akımları, ekonomik olandan sonra
gelmeyen, bilakis ona içkin olan yersizyurtsuzlaşmış ve yersizyurtsuzlaştıran
bir iktidardır. Bunlar imkânlar ve onların gerçekleşmesi üzerinden işlerler.
Sermaye olarak paranın ham maddesi zamandır ama emek
zamanından ziyade seçim, karar, emir imkânı olarak zamandır, yani toplumsal
sömürü ve tabiiyet biçimlerinin yıkma/yaratma iktidarıdır. Ödeme aracı olarak
para ise “güçsüz bir simgedir”, çünkü “para ile dayatılmış ürün yelpazesi
arasında bir birebirlik ilişkisi” tesis ederek zaten mevcut olan metaları elde
etme aracı olarak hareket eder. [18]
Alım gücünde, “para, [verili bir] tüketim akımından
[verili iktidar ilişkileri akımından] olası bir kesinti kopuşunu (coupure
prélèvement) temsil eder”, finansman yapısında para sermayenin
değerlendirilmesi ve birikimi zincirlerini yeniden eklemleyen bir “kesme kopuşu
olanağını” (coupure détachement) olarak işler, emek gücü ile nüfusun terkibini
yeniden biçimlendirir ve yeni tabiiyet biçimleri oluşturur. Kapitalist
iktidarın ayırt edici özelliği, basitçe alım gücünün birikiminden değil,
iktidar ilişkilerini ve özneleştirme süreçlerini yeniden biçimlendirme
kapasitesinden doğar. [19]
Belirtmek gerekir ki mevcut krizlerde sermaye olarak
paranın (gerçekleşmek zorunda olduğu için “virtüel” para) açtığı zararların
telafisi gelir para (ücret ve kamu harcamaları, edimsel para) sayesinde
yapılır.
Deleuze ve Guattari, parayı borçtan türetip, “üretim
için üretim”in sonsuzuna bağladıkları sonsuz “doğa”sını olumlayarak, çağdaş
kapitalizmin başlıca dönüşümlerinden birini çok erkenden ve tüm eserleri
boyunca yakalamışlardır. Bu kısa borç tarihi, verginin kısa bir tarihiyle
tamamlanmalıdır, çünkü neoliberal politikalar aynı zamanda ve ayrılmaz bir
biçimde vergi politikalarıdır. Daha derinine inemeyeceğimiz bu sezgi özellikle
Anti- Ödipus’da geliştirilmiştir:
Michel Foucault, Will’in incelemelerine dayanarak, bazı Yunan despotluklarında aristokratların vergilendirilmesi ve paranın fakirlere dağıtılmasının parayı nasıl zenginlere geri götürmenin ve borç rejimini benzersiz biçimde genişletmenin yolları olduğunu gösterir. (Sanki Yunanlar, Amerikalıların New Deal ile yeniden bulduğunu kendi tarzlarında keşfetmişlerdi: Ağır devlet vergileri ticaret için uygundur.) Kısacası, para, paranın dolaşımı, borcu sonsuz kılmanın yoludur [...] Borçların feshedilmesi ya da ya da hesaplanabilir dönüşümü sonu gelmez bir devlet hizmeti görevine yol açar [...] Sonsuz alacaklı, sonsuz alacak, hareketi ve sonlu borç bloklarının yerine geçer [...] Borç, varoluş borcu, bizzat öznelerin varoluş borcu haline gelir. Alacaklının henüz borç vermediği, oysa borçlunun durmadan geri ödediği bir zaman gelir, zira geri ödemek bir vazifeyken ödünç almak ihtiyaridir, tıpkı Lewis Carroll’ün şarkısında, sonsuz borca dair uzun şarkısında olduğu gibi:
Bir insan alacağını talep edebilir elbette
ama ödünç vermek söz konusu oldu mu
kuşkusuz seçebilir
kendisine en uygun gelen zamanı.” [20]
Tam da, 68’i tersine çevirerek kendi karşı-devrimine
zarar vermek için kapitalist iktidar bloğunun ayrıcalık tanıdığı zemine
yerleşen Anti-Ödipus gibi bir kitabın önemini vurgulamak istiyoruz. Neoliberal
faaliyet, o zamandan beri, Anti-Ödipus’da ifade edilen 21. yüzyıl sınıf mücadelesinin
doğasını, borç yönetimi vasıtasıyla tasdik etmiştir: ayrım gözetmeden hem ekonomiyi
hem de öznelliği etkileyen, üretimin tek anlamlılığı. Borç ekonomisi, gelecek
olarak kendinden sorumlu olmaya yetenekli bir özne, söz vermeye ve sözünü
tutmaya yetenekli bir özne, kendini işlemeyi icra eden bir özne gerektiren bir
ekonomidir. Hem klasik politika ekonomisi hem de Marx zenginliğin özünü temsil
alanına indirgenemez öznel faaliyet içinde buluyorsa da, bunu “emek” üzerine
dayandırmakta belki de haksızdırlar. […]
Maurizio Lazzarato – Borçlandırılmış İnsanın İmali, Açılım Kitap, Çev. Murat Erşen, s. 65-78
Dipnotlar
[1] E Guattari et G.
Deleuze, L’Anti- Œdipe, s. 263. Genelde
sadece ve haksız biçimde bu kitabın sunduğu psikanaliz eleştirisi üzerine
odaklanılmaktadır, oysa bu kitap Marksistlerin formüle ettiği aynı kategorilere
dair tüm teori çalışmalarının çok ötesine giden bir borç ve para teorisi de
geliştirir.
[2] Banka
sistemi, kredi parası ve finans, bir akımı bir diğerine dönüştürerek bunu
gizler.
[3] G. Deleuze, 28 mayıs
1973 tarihli ders, http://www.webdeleuze.com/php/ index.html
[4] G. Deleuze, 7 mayıs 1973 tarihli ders.
[5] A.g.y.
[6] Burada dini açıdan Hz.
İsa’nın ölerek insanlığı “kurtarması” anlamına gelen “racheter” fiili
kullanılmaktadır. Yani, fidye ödeyerek birini tutsaklıktan kurtarmak (ç.n.).
[7] G. Deleuze, Nietzsche
et la philosophie, a.g.e, s. 163.
[8] F. Nietzsche, La Généalogie de la morale, a.g.e, s. 151. [Ahlakın Soy kütüğü, s.881.
[9] G. Deleuze, Nietzsche et la philosophie, a.g.e, s. 163.
[10] M. Foucault, Leçons sur la volonte de
savoir, Paris, Gallimard, 2011, s. 132. [Bilme İstenci Üzerine Dersler,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2011, çev. Kerem Eksen, s. 138].
[11] A.g.e., s. 128
[Türkçe çeviri, s. 133].
[12] A.g.y.
[13] A.g.e., s. 127
[Türkçe çeviri, s. 132].
[14] G. Deleuze, 4
Haziranl973 tarihli Ders.
[15] A.g.y.
[16] 22 Şubat 1972 tarihli Ders: “Ne kadar zengin olursanız olun, alım
gücünüz ne kadar kuvvetli olursa olsun, alım gücü olarak para, güçlerini ancak
başka bir akımdan, yani finansman akımından alan bir güçsüz simgeler bütününü
belirtir. Ve tıpkı alım gücü olarak paranın değiş tokuş yasaları tarafından
düzenlenmesi gibi, başka akım da bambaşka yasalar tarafından, yani paranın
yıkma ve yaratma yasaları tarafından düzenlenir. “
[17] Başka bir tuhaflık daha! Claudio Borio ve Piti Disyatat tarafından
yayınlanan Uluslararası Ödeme Bankası’nın bir belgesi Birleşik Devletler’in en
yüksek ekonomi otoritelerini gelir-para ile sermaye-parayı karıştırmakla
eleştirir. Bu ayrımdan yola çıkarak, Federal Rezerv, esasından Bernanke
tarafından öne sürülen savı eleştirilir. Bu sava göre krizin parasal koşullan
esas itibarıyla kolay paranın, “tasarrufun küresel tıkanıklığı’’nın sonucudur;
bu tıkanıklığın kendisi ise yükselen ülkeler tarafından (özellikle Çin)
biriktirilen ve ABD’de yeniden yatırılan cari hesapların aşırılığının
neticesidir. Avrupa ve Amerika’daki bankaları ve para otoritelerini tüm
sorumluluktan muaf tutan aşın tasarruf savı gelir olarak para ile sermaye
olarak para arasındaki bir karışıklığa dayanır. Yazarların belirttiği gibi,
“Cari hesaplara yöneltilen gerekçesiz dikkat, tasarruf ile finansman arasında
yeterince açık bir ayrım yapma yetersizliğinin ifadesidir.” İlki tüketilmemiş
bir gelirken İkincisi bir sermayeyi temsil eder. “Yatırım ve genel harcamalar
tasarrufu değil finansmanı gerektirir.”
[18] F.
Guattari et G. Deleuze, L’Anti-Œdipe, a.g.e.., s. 271.
[19] Para hakkındaki
bu düşüncelerin daha geniş bir kapsamı vardır, çünkü sadece ekonomiyi
ilgilendirmeyen iktidar ilişkilerine açılırlar. Kanılara ya da iletişime dair
ifadelerde olduğu gibi, önerme cümlelerinin oluşması (örneğin Jacques
Rancière’in teorisindeki gibi) muhatapların eşitliğini varsayan sözel değiş
tokuştan hareketle değil akım iktidarlarının farklılaşmasından hareketle
gerçekleşir. “İktidar tam da üstün güç akımlarının daha aşağı akım üzerindeki
önceliğinden ibarettir. Başka bir deyişle, iktidarı değiş tokuş terimleriyle ve
değişim değerinden hareketle düşünmek, en az değiş tokuşta önerme cümlelerinin
[konuşmanın] üretilişinin koşulunu aramak denli aptalca bir girişimdir [...]
İşte bu yüzdendir ki cümlelerin oluşumu asla değiş tokuş çevriminden hareketle
işlemez, bunun sebebi, aslında, bu değiş tokuş çevriminin ancak, yaratma-yıkma
çevrimi olan başka bir güç çevrimiyle ilişki içinde işin içine girmesi ya da
bir değeri olmasıdır.” G. Deleuze, 4 Haziran 1973 tarihli Ders.
[20] E Guattari et G.
Deleuze, LAnti- Œdipe,
a.g.e, s. 233-234 [Bkz. Türkçe
çeviri, a.g.e.,
s. 264-265]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder