Önerme
VI
Bir taraftan komünizmi yaşamak isterken; diğer taraftan da anarşiyi yaymak istiyoruz.
Şerh
Ayrışmanın
en aşırı olduğu zamanlarda yaşıyoruz. Metropolün aşırı bunaltıcı normalliği,
yalnız kalabalıkları; imkânsız atomlardan meydana gelen bir toplum ütopyasını
ifade ediyor.
En
radikal ayrışma, komünizm kelimesinin anlamını açığa çıkarır.
Komünizm
politik veya ekonomik bir sistem değildir. Komünizm Marx olmadan da idare
edebilir. Komünizm SSCB'yi zerre umursamaz. Aslında her şeyin bizi o yöne ittiğini
biliyoruz ve bunu göremezsek; son elli yıldır on yılda bir, ‘’komünizmin ne
olduğuna bakın!’’ diye sızlanarak Stalin’in suçlarını yeniden keşfediyormuş
gibi yapanları açıklayamayız.
Şu
ana kadar komünizme karşı söylenegelmiş olan tek argüman ona ihtiyacımız
olmadığıydı. Elbette, son dönemlere kadar orada burada, sınırlı da olsa hala
bir şeyler vardı; paylaşılmış ve ayakta kalmış diller, düşünceler ve mekânlar,
en azından solmamalarına yetecek kadarı. Dünyalar vardı ve iskân edilmişlerdi.
Komünizm sorusu üzerine düşünmeyi ve bu soruyu gündeme getirmeyi reddedişin,
pratik argümanları vardı. Bunlar silinip süpürüldü. Seksenler, buna göğüs
gerdiği kadar, bu nihai temizlemenin travmatik kaynak noktası olarak da kaldı.
O zamanlardan beri tüm sosyal ilişkiler acı çekme haline dönüşmüştür, ta ki
herhangi bir anestezinin, yalnızlığın tercih edilebilir kılındığı noktaya
kadar. Bir anlamda Varoloşsal Liberalizm, bizzat kendi aşırılığının zaferiyle,
bizi komünizmin eşiğine sürükledi.
Komünist
sorgu, dünyayla, başka varlıklarla, kendimizle olan ilişkimizi anlamakla
alakalıdır. Değişik dünyalar arasındaki etkileşimin, iletişimin üzerinde
durmakla ilgilenir. Küresel mesafenin birleştirilmesiyle değil; algılanabilir
olan ile dünyaların çoğulluğuyla denebilir. Bu açıdan bakıldığında komünizm tüm
zıtlaşmaların sonu değildir, her şey söylenip yapıldıktan sonra, toplumun
varacağı bir son noktayı tasvir etmez; zira dünyaların etkileşimi zıtlaşmanın
da aracılığıyladır. Eski bir arkadaş ‘’ İnsanlar arasındaki anlaşmazlığın yalnızca
insanın kendisiyle alakalı olmadığı burjuva toplumunda, kaybedilenler tam
olarak doğru anlaşmazlıklardır, nitelikli olan anlaşmazlıklar. Komünist,
kolektif bir ruh yaratmak istemez. Yanlış anlaşmazlıkların imha edildiği bir
toplum yaratmak ister ve bu yanlış anlaşmazlıkların imha edilmesiyle, tüm
olasılıklar doğru anlaşmazlıklara yatkın hale gelir.’’ demişti.
Onların
da iddia ettikleri üzere, şu açıktır ki bana neyin uyduğu, neye ihtiyacım
olduğu, dünyamı neyin oluşturduğu soruları; yasal olarak zorlanan özel mülkiyet
kurmacasına, neyin bana ait olduğuna, neyin benim olduğuna indirgenmiştir. Bir
şey, onu kullanışımın gerçekliğine ne kadar dâhilse o kadar bana aittir –
herhangi bir kanuni maddenin değerine göre değil.
Sonuçta,
özel mülkiyetin, onu koruyan güçlerden başka gerçekliği yoktur. Yani komünizmin
sorusu, bir yandan polisten kurtulmak, öte yandan da birlikte yaşayanlar
arasındaki paylaşım ve kullanım yollarını ayrıntılandırılabilmektedir. O, her
gün ‘’bir rahat ver!’’ ve ‘’her neyse!’’ ile engellenen sorudur. Elbette
komünizm belirlenmiş değildir. İrdelenmeli, gerçekleştirilmelidir. Ona karşı
olan hemen her şey, bir bitkinlik ifadesine dönüşür: ‘’Asla başaramayacaksın…
İşe yaramaz… İnsanlar ne iseler odurlar… Kendi hayatını yaşamak zaten yeterince
zor… Enerjinin bir sonu vardır, her şeyi yapamayız.’’ Fakat bitkinlik bir
argüman değil, bir durumdur.
Yani
komünizm paylaşma denetimiyle başlar. İlk olarak ihtiyaçlarımızın paylaşımıyla…
Kapitalist yöntemin, bizi alıştırmadığı ihtiyaçlar. İhtiyaçlar hiçbir zaman
aynı anda dünyalara ihtiyaç duymadan bir şeylere ihtiyaç duymakla alakalı
değildir. İhtiyaçlarımızın her biri bizi, tüm bu kepazeliğin ötesinde, o
ihtiyacı deneyimleyen herkese bağlar. İhtiyaç sadece algılayan bir varlığın
kendi dünyasındaki şu ya da bu unsura anlam vermesini sağlayan ilişkinin
adıdır. Bu yüzden hiçbir dünyası olmayanların –örneğin büyük kent
öznelliklerinin- yalnızca nazları vardır. Bu yüzden kapitalizm, şeylere duyulan
ihtiyacı hiçbir şeye benzemediği kadar tatmin etmesine rağmen, sadece evrensel
memnuniyetsizlik yayar: tatmin edebilmesi için, dünyaları yok etmesi
gerekmektedir.
Komünizm
derken, belli bir önem verme disiplinini kast ediyoruz.
Komünizm
pratiğine, yaşadığımız haliyle, Parti diyoruz. Beraber bir engeli aştığımızda
veya daha yüksek bir paylaşım seviyesine ulaşınca, ‘’Partiyi kurmakta
olduğumuzu’’ söylüyoruz. Muhakkak ki, şu an haberimiz olmayan başkaları da bir
başka yerde Partiyi kurmaktalar. Bu çağrı onlara atfedilmiştir. Şu anda hiçbir
komünizm deneyimi; örgütlenmeden, kendini başkalarına bağlamadan, krizlerde
taraf seçmeden savaş açmadan hayatta kalamaz. ‘’Çünkü yaşamı dağıtan vahalar
onlara sığınacağımız zaman yok olurlar.
Anladığımız
kadarıyla, komünizmi kurma süreci yalnızca komünleşme hareketlerinin yığını
biçimini alabilir: şu-ve-bu mekânları, şu-ve-bu makineleri, şu-ve-bu bilgileri
kamusallaştırma hareketleri. Yani, onlara ilişkin paylaşım biçimlerinin
detaylandırmaması. Başkaldırı tek başına yalnızca bir hızlandırıcıdır, bu
süreçte belirleyici bir andır. Amaçladığımız gibi Parti – her şeyin berraklık
kuvvetiyle hayalı hale geldiği – bir örgüt değildir ve – her şeyin saydamsızlık
kuvvetiyle, bir dalavere gibi koktuğu – bir aile de değildir.
Parti
bir mekânlar, altyapılar, toplumsal yöntemler ve o mekânların arasında gezinen
rüyalar, bedenler, mırıltılar, düşünceler, arzular topluluğudur; o yöntemlerin
kullanılışı, alt yapıların paylaşımıdır.
Parti
fikri, en az seviyede bir resmiyetin gerekliliğine karşılık verilir, bu
resmiyet bizi hem ulaşılabilir hem de görünmez kılar. Parti, paylaşımımızın
temelini kurmak için kendimizi açıkladığımız komünist biçime aittir. Böylece
son katılım, en azından en kıdemli olana eşit sayılacaktır.
Daha
yakından bakıldığında, Parti yalnızca şu olabilir: sezginin, bir kuvvet olarak
oluşumu. Dünyaların, takımadalarının savaş düzeni alması.
İmparatorlukta;
çiftlikleri, okulları, askerleri, ilaçları, toplu konutları, düzenleme
masaları, yayınevleri, sipariş teslim araçları ve metropolünde köprü ayakları
olmayan bir politik kuvvet ne olurdu? Bazılarımızın hala Kapital için çalışması
gerektiği, giderek daha da absürt gözüküyor – her zamanki düşman bölgesine
sızma işleri de tabii.
Partinin
rahatsız edici gücü aynı zamanda da bir üretim gücü olduğu gerçeğinden
kaynaklanıyor, fakat özünde, o ilişkiler sadece tesadüfî üretim ilişkileri.
Son
analizde, kapitalizm tüm ilişkilerin üretim ilişkisine indirgenmesinden
ibarettir. İşten aileye kadar, tüketim yalnızca genel üretimin, toplumun
üretilişinin bir başka bölümü olarak görünmektedir.
Kapitalizmin
devrilişi, başka türlerde ilişkiler için koşul yaratabilenler ile
sağlanacaktır.
Dolayısıyla
bahsettiğimiz komünizm, tarihsel olarak ‘’komünizm’’ diye adlandırılmış olan ve
aslında çoğunlukla sosyalizmden başkası olmayan, tekelci devlet kapitalizminin
tam tersidir.
Komünizm
yeni üretim ilişkilerinin genişlemesiyle değil, onların yıkılmasıyla kurulur.
Sosyal
çevremizde ve kendi aramızda üretim ilişkilerine sahip olmamak demek, sonuç
arayışının sürecin kendisine dikkat vermekten daha önemli olmasına asla izin
vermemektir; bütün değer yargılarını iflas ettirmek ve duygulanım ile işbirliği
arasındaki ilişkiyi koparmadığımızı izlemektir.
Dünyalara,
onların algılanabilir düzen biçimlerine dikkat kesilmek tam olarak üretim
ilişkileri gibi bir kavramın soyutlanmasını imkânsız kılan şeydir. Açtığımız
mekânlarda, paylaştığımız koşulların etrafında, aradığız bu iyiliktir, bu
deneyimdir. Bu deneyimin içeriğinde, çoğunlukla her şeyin bedava olduğunu
duyarız. Bedava yerine, komünizmden bahsetmeyi tercih ederiz – çünkü bu
özgürlük pratiğinin örgütlenme ve politik karşıtlık konusunda kast ettiklerini
unutamayız.
Yani,
Partinin kuruluşu, en belirgin yanıyla, kullanımımızda olanın paylaşımını veya
kamulaştırılmasını içerir. Bir mekânı kamulaştırmanın anlamı şudur: kullanımı
ücretsiz hale getirmek ve bu özgürleştirme temelinde damıtılmış,
yoğunlaştırılmış ve karmaşıklaştırılmış ilişkilerle denemeler yapmak. Eğer özel
mülkiyet özünde, herhangi bir insanı sahip olduğu bir şeyin kullanımından
mahrum etme gücü ise, kamulaştırmak da yalnızca İmparatorluğun elçilerini aynı
mülkten yoksun bırakmak demek olabilir.
Her
yönden rahatsız edici ve yapıcı, negatiflik ve pozitiflik, yaşam ve hayatta
kalış, savaş ve gündelik arasında seçim yapma zorbalığına karşı çıkarız. Ona
cevap vermeyeceğiz. Bu bölüştürme alternatifinin, nasıl var olan örgütleri
parçalayıp yok yeniden parçaladığının oldukça farkındayız. Yayılmış bir güç
için ona zarar veren bir aracın yok edilişi yapıcı bir durum mudur, rahatsız
edici mi, bunu söylemesi imkânsızdır – eğer beslenmeyle ilgili veya medikal
öz-yönetime ulaşmak bir savaş hareketi veya eksiltme olarak sayılıyorsa.
Bir
yürüyüşteki gibi, yoldaşlarımızı iyileştirme becerisinin hasara yol açma
becerimizi gözle görülür biçimde artırdığı koşullar olabilir. Silahlanmamızın,
bir örgütün fiziksel oluşumunun bir parçası olamayacağını kim söyleyebilir?
Ortak bir stratejide anlaştığımız zaman, rahatsız edici ve yapıcı olan arasında
bir seçim yoktur; her seçimde gücümüzü neyin artıracağı ve neyin ona zarar
vereceği, neyin fırsat olup neyin olmadığı mevcuttur. Belirginlik yetersiz ise
tartışma olur, en kötü durumda kumar olur.
Genel
olarak, kapitalizmin topyekun olarak ortadan kalkacağı ana kadar, bu çöküşten
sağ kurtulabilmeye muktedir olan bir güçten ve bir gerçeklikten başka
kapitalizme tam anlamıyla saldırabilecek tek şey görmüyoruz.
O
an geldiği zaman, iş genelleşmiş sosyal çöküşü kendi avantajımıza çevirmekte
bitecektir. Bir çöküşü (Arjantin ya da Sovyetler gibi) bir devrim durumuna
dönüştürmekle alakalı olacaktır. Maddesel özyönetimi, emperyal makinenin
sabotajından ayrı tutanlar, iki durumu da istemediklerini gösteriyorlar.
Yakın
zamandaki en büyük paylaşma deneyiminin, 1868 ve 1936 yılları arasındaki
İspanyol anarşist hareketi olmuş olması, komünizme bir itiraz değildir.
[…]
‘’Fakat
bizler, bu tür bir süreklilik aramıyoruz: buluşabileceğimiz binalar, broşürler
basacağımız fotokopiler. Bizim aradığımız süreklilik, aylarca mücadele ettikten
sonra bizi işe geri göndermeye mecbur bırakmayan, eskisi gibi çalışmamızı
gerektirmeyen ve zarar vermeye devam etmemizi sağlayan bir sürekliliktir. Ve bu
ancak mücadeleler arasında inşa edilebilir. Bu ortaya acilen maddi paylaşım
koyarak, devrimci savaş makinesini yaratarak, partiyi inşa ederek mümkün olur.
Daha
önce söylediğimiz gibi, kendimizi ihtiyaçlarımız temelinde örgütlemeliyiz –
yeme, uyuma, düşünme, sevme, biçimler yaratma, güçlerimizi koordine etmenin
kolektif sorunlarına cevap bulabilmeyi becerebilmek için – ve bunun
İmparatorluğa karşı savaşta bir fırsat olduğunu idrak etmeliyiz.’’
Görünmez
Komite – Çağrı, Sosyal Savaş Yayınları, s.53-74