30 Kasım 2016 Çarşamba

Çağrı: Komünizmi Yaşarken Anarşiyi Yaymak

Önerme VI 
Bir taraftan komünizmi yaşamak isterken; diğer taraftan da anarşiyi yaymak istiyoruz.
Şerh
Ayrışmanın en aşırı olduğu zamanlarda yaşıyoruz. Metropolün aşırı bunaltıcı normalliği, yalnız kalabalıkları; imkânsız atomlardan meydana gelen bir toplum ütopyasını ifade ediyor.
En radikal ayrışma, komünizm kelimesinin anlamını açığa çıkarır. 

Komünizm politik veya ekonomik bir sistem değildir. Komünizm Marx olmadan da idare edebilir. Komünizm SSCB'yi zerre umursamaz. Aslında her şeyin bizi o yöne ittiğini biliyoruz ve bunu göremezsek; son elli yıldır on yılda bir, ‘’komünizmin ne olduğuna bakın!’’ diye sızlanarak Stalin’in suçlarını yeniden keşfediyormuş gibi yapanları açıklayamayız.

Şu ana kadar komünizme karşı söylenegelmiş olan tek argüman ona ihtiyacımız olmadığıydı. Elbette, son dönemlere kadar orada burada, sınırlı da olsa hala bir şeyler vardı; paylaşılmış ve ayakta kalmış diller, düşünceler ve mekânlar, en azından solmamalarına yetecek kadarı. Dünyalar vardı ve iskân edilmişlerdi. Komünizm sorusu üzerine düşünmeyi ve bu soruyu gündeme getirmeyi reddedişin, pratik argümanları vardı. Bunlar silinip süpürüldü. Seksenler, buna göğüs gerdiği kadar, bu nihai temizlemenin travmatik kaynak noktası olarak da kaldı. O zamanlardan beri tüm sosyal ilişkiler acı çekme haline dönüşmüştür, ta ki herhangi bir anestezinin, yalnızlığın tercih edilebilir kılındığı noktaya kadar. Bir anlamda Varoloşsal Liberalizm, bizzat kendi aşırılığının zaferiyle, bizi komünizmin eşiğine sürükledi.

Komünist sorgu, dünyayla, başka varlıklarla, kendimizle olan ilişkimizi anlamakla alakalıdır. Değişik dünyalar arasındaki etkileşimin, iletişimin üzerinde durmakla ilgilenir. Küresel mesafenin birleştirilmesiyle değil; algılanabilir olan ile dünyaların çoğulluğuyla denebilir. Bu açıdan bakıldığında komünizm tüm zıtlaşmaların sonu değildir, her şey söylenip yapıldıktan sonra, toplumun varacağı bir son noktayı tasvir etmez; zira dünyaların etkileşimi zıtlaşmanın da aracılığıyladır. Eski bir arkadaş ‘’ İnsanlar arasındaki anlaşmazlığın yalnızca insanın kendisiyle alakalı olmadığı burjuva toplumunda, kaybedilenler tam olarak doğru anlaşmazlıklardır, nitelikli olan anlaşmazlıklar. Komünist, kolektif bir ruh yaratmak istemez. Yanlış anlaşmazlıkların imha edildiği bir toplum yaratmak ister ve bu yanlış anlaşmazlıkların imha edilmesiyle, tüm olasılıklar doğru anlaşmazlıklara yatkın hale gelir.’’ demişti.

Onların da iddia ettikleri üzere, şu açıktır ki bana neyin uyduğu, neye ihtiyacım olduğu, dünyamı neyin oluşturduğu soruları; yasal olarak zorlanan özel mülkiyet kurmacasına, neyin bana ait olduğuna, neyin benim olduğuna indirgenmiştir. Bir şey, onu kullanışımın gerçekliğine ne kadar dâhilse o kadar bana aittir – herhangi bir kanuni maddenin değerine göre değil.

Sonuçta, özel mülkiyetin, onu koruyan güçlerden başka gerçekliği yoktur. Yani komünizmin sorusu, bir yandan polisten kurtulmak, öte yandan da birlikte yaşayanlar arasındaki paylaşım ve kullanım yollarını ayrıntılandırılabilmektedir. O, her gün ‘’bir rahat ver!’’ ve ‘’her neyse!’’ ile engellenen sorudur. Elbette komünizm belirlenmiş değildir. İrdelenmeli, gerçekleştirilmelidir. Ona karşı olan hemen her şey, bir bitkinlik ifadesine dönüşür: ‘’Asla başaramayacaksın… İşe yaramaz… İnsanlar ne iseler odurlar… Kendi hayatını yaşamak zaten yeterince zor… Enerjinin bir sonu vardır, her şeyi yapamayız.’’ Fakat bitkinlik bir argüman değil, bir durumdur.

Yani komünizm paylaşma denetimiyle başlar. İlk olarak ihtiyaçlarımızın paylaşımıyla… Kapitalist yöntemin, bizi alıştırmadığı ihtiyaçlar. İhtiyaçlar hiçbir zaman aynı anda dünyalara ihtiyaç duymadan bir şeylere ihtiyaç duymakla alakalı değildir. İhtiyaçlarımızın her biri bizi, tüm bu kepazeliğin ötesinde, o ihtiyacı deneyimleyen herkese bağlar. İhtiyaç sadece algılayan bir varlığın kendi dünyasındaki şu ya da bu unsura anlam vermesini sağlayan ilişkinin adıdır. Bu yüzden hiçbir dünyası olmayanların –örneğin büyük kent öznelliklerinin- yalnızca nazları vardır. Bu yüzden kapitalizm, şeylere duyulan ihtiyacı hiçbir şeye benzemediği kadar tatmin etmesine rağmen, sadece evrensel memnuniyetsizlik yayar: tatmin edebilmesi için, dünyaları yok etmesi gerekmektedir.

Komünizm derken, belli bir önem verme disiplinini kast ediyoruz.

Komünizm pratiğine, yaşadığımız haliyle, Parti diyoruz. Beraber bir engeli aştığımızda veya daha yüksek bir paylaşım seviyesine ulaşınca, ‘’Partiyi kurmakta olduğumuzu’’ söylüyoruz. Muhakkak ki, şu an haberimiz olmayan başkaları da bir başka yerde Partiyi kurmaktalar. Bu çağrı onlara atfedilmiştir. Şu anda hiçbir komünizm deneyimi; örgütlenmeden, kendini başkalarına bağlamadan, krizlerde taraf seçmeden savaş açmadan hayatta kalamaz. ‘’Çünkü yaşamı dağıtan vahalar onlara sığınacağımız zaman yok olurlar.

Anladığımız kadarıyla, komünizmi kurma süreci yalnızca komünleşme hareketlerinin yığını biçimini alabilir: şu-ve-bu mekânları, şu-ve-bu makineleri, şu-ve-bu bilgileri kamusallaştırma hareketleri. Yani, onlara ilişkin paylaşım biçimlerinin detaylandırmaması. Başkaldırı tek başına yalnızca bir hızlandırıcıdır, bu süreçte belirleyici bir andır. Amaçladığımız gibi Parti – her şeyin berraklık kuvvetiyle hayalı hale geldiği – bir örgüt değildir ve – her şeyin saydamsızlık kuvvetiyle, bir dalavere gibi koktuğu – bir aile de değildir.

Parti bir mekânlar, altyapılar, toplumsal yöntemler ve o mekânların arasında gezinen rüyalar, bedenler, mırıltılar, düşünceler, arzular topluluğudur; o yöntemlerin kullanılışı, alt yapıların paylaşımıdır.

Parti fikri, en az seviyede bir resmiyetin gerekliliğine karşılık verilir, bu resmiyet bizi hem ulaşılabilir hem de görünmez kılar. Parti, paylaşımımızın temelini kurmak için kendimizi açıkladığımız komünist biçime aittir. Böylece son katılım, en azından en kıdemli olana eşit sayılacaktır.

Daha yakından bakıldığında, Parti yalnızca şu olabilir: sezginin, bir kuvvet olarak oluşumu. Dünyaların, takımadalarının savaş düzeni alması.

İmparatorlukta; çiftlikleri, okulları, askerleri, ilaçları, toplu konutları, düzenleme masaları, yayınevleri, sipariş teslim araçları ve metropolünde köprü ayakları olmayan bir politik kuvvet ne olurdu? Bazılarımızın hala Kapital için çalışması gerektiği, giderek daha da absürt gözüküyor – her zamanki düşman bölgesine sızma işleri de tabii.

Partinin rahatsız edici gücü aynı zamanda da bir üretim gücü olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor, fakat özünde, o ilişkiler sadece tesadüfî üretim ilişkileri.

Son analizde, kapitalizm tüm ilişkilerin üretim ilişkisine indirgenmesinden ibarettir. İşten aileye kadar, tüketim yalnızca genel üretimin, toplumun üretilişinin bir başka bölümü olarak görünmektedir.

Kapitalizmin devrilişi, başka türlerde ilişkiler için koşul yaratabilenler ile sağlanacaktır.

Dolayısıyla bahsettiğimiz komünizm, tarihsel olarak ‘’komünizm’’ diye adlandırılmış olan ve aslında çoğunlukla sosyalizmden başkası olmayan, tekelci devlet kapitalizminin tam tersidir.

Komünizm yeni üretim ilişkilerinin genişlemesiyle değil, onların yıkılmasıyla kurulur.

Sosyal çevremizde ve kendi aramızda üretim ilişkilerine sahip olmamak demek, sonuç arayışının sürecin kendisine dikkat vermekten daha önemli olmasına asla izin vermemektir; bütün değer yargılarını iflas ettirmek ve duygulanım ile işbirliği arasındaki ilişkiyi koparmadığımızı izlemektir.

Dünyalara, onların algılanabilir düzen biçimlerine dikkat kesilmek tam olarak üretim ilişkileri gibi bir kavramın soyutlanmasını imkânsız kılan şeydir. Açtığımız mekânlarda, paylaştığımız koşulların etrafında, aradığız bu iyiliktir, bu deneyimdir. Bu deneyimin içeriğinde, çoğunlukla her şeyin bedava olduğunu duyarız. Bedava yerine, komünizmden bahsetmeyi tercih ederiz – çünkü bu özgürlük pratiğinin örgütlenme ve politik karşıtlık konusunda kast ettiklerini unutamayız.

Yani, Partinin kuruluşu, en belirgin yanıyla, kullanımımızda olanın paylaşımını veya kamulaştırılmasını içerir. Bir mekânı kamulaştırmanın anlamı şudur: kullanımı ücretsiz hale getirmek ve bu özgürleştirme temelinde damıtılmış, yoğunlaştırılmış ve karmaşıklaştırılmış ilişkilerle denemeler yapmak. Eğer özel mülkiyet özünde, herhangi bir insanı sahip olduğu bir şeyin kullanımından mahrum etme gücü ise, kamulaştırmak da yalnızca İmparatorluğun elçilerini aynı mülkten yoksun bırakmak demek olabilir.

Her yönden rahatsız edici ve yapıcı, negatiflik ve pozitiflik, yaşam ve hayatta kalış, savaş ve gündelik arasında seçim yapma zorbalığına karşı çıkarız. Ona cevap vermeyeceğiz. Bu bölüştürme alternatifinin, nasıl var olan örgütleri parçalayıp yok yeniden parçaladığının oldukça farkındayız. Yayılmış bir güç için ona zarar veren bir aracın yok edilişi yapıcı bir durum mudur, rahatsız edici mi, bunu söylemesi imkânsızdır – eğer beslenmeyle ilgili veya medikal öz-yönetime ulaşmak bir savaş hareketi veya eksiltme olarak sayılıyorsa.

Bir yürüyüşteki gibi, yoldaşlarımızı iyileştirme becerisinin hasara yol açma becerimizi gözle görülür biçimde artırdığı koşullar olabilir. Silahlanmamızın, bir örgütün fiziksel oluşumunun bir parçası olamayacağını kim söyleyebilir? Ortak bir stratejide anlaştığımız zaman, rahatsız edici ve yapıcı olan arasında bir seçim yoktur; her seçimde gücümüzü neyin artıracağı ve neyin ona zarar vereceği, neyin fırsat olup neyin olmadığı mevcuttur. Belirginlik yetersiz ise tartışma olur, en kötü durumda kumar olur.

Genel olarak, kapitalizmin topyekun olarak ortadan kalkacağı ana kadar, bu çöküşten sağ kurtulabilmeye muktedir olan bir güçten ve bir gerçeklikten başka kapitalizme tam anlamıyla saldırabilecek tek şey görmüyoruz.

O an geldiği zaman, iş genelleşmiş sosyal çöküşü kendi avantajımıza çevirmekte bitecektir. Bir çöküşü (Arjantin ya da Sovyetler gibi) bir devrim durumuna dönüştürmekle alakalı olacaktır. Maddesel özyönetimi, emperyal makinenin sabotajından ayrı tutanlar, iki durumu da istemediklerini gösteriyorlar.

Yakın zamandaki en büyük paylaşma deneyiminin, 1868 ve 1936 yılları arasındaki İspanyol anarşist hareketi olmuş olması, komünizme bir itiraz değildir.

[…]
‘’Fakat bizler, bu tür bir süreklilik aramıyoruz: buluşabileceğimiz binalar, broşürler basacağımız fotokopiler. Bizim aradığımız süreklilik, aylarca mücadele ettikten sonra bizi işe geri göndermeye mecbur bırakmayan, eskisi gibi çalışmamızı gerektirmeyen ve zarar vermeye devam etmemizi sağlayan bir sürekliliktir. Ve bu ancak mücadeleler arasında inşa edilebilir. Bu ortaya acilen maddi paylaşım koyarak, devrimci savaş makinesini yaratarak, partiyi inşa ederek mümkün olur.

Daha önce söylediğimiz gibi, kendimizi ihtiyaçlarımız temelinde örgütlemeliyiz – yeme, uyuma, düşünme, sevme, biçimler yaratma, güçlerimizi koordine etmenin kolektif sorunlarına cevap bulabilmeyi becerebilmek için – ve bunun İmparatorluğa karşı savaşta bir fırsat olduğunu idrak etmeliyiz.’’

Görünmez KomiteÇağrı, Sosyal Savaş Yayınları, s.53-74