Burada biz, deyim yerindeyse, insanî materyalin mikro-düzey moleküler süreçleriyle ilgiliyiz. Bu süreçler makro-kozmik, katı birimler ve sistemler içinde sıralanan veya dolaşımda olan somut oluşumlardır. İnsanların birbirlerine bakması ve birbirlerini kıskanmaları; birbirlerine mektup yazmaları veya birlikte kahvaltı etmeleri; tüm hissedilir ilgilerinden ayrı olarak, birbirlerine hoş veya çirkin bir biçimde çatmaları; birliği sağlamlaştıran özgeci davranışlara minnettarlıkları; kişinin bir başkasına bir sokağı sorması; insanların birbirleri için giyinmeleri ve süslenmeleri: bunlar bir kişiyle diğeri arasında sahnelenen oldukça kapsamlı ilişkilerden tesadüfî olarak seçilmiş örneklerdir. Onlar geçici veya sürekli, bilinçsiz veya bilinçli, kısa ömürlü veya ciddi sonuçlara sahip olabilirler, ancak onlar insanları birbirlerine sürekli olarak bağlarlar. Her an bu iplikler diğerleri tarafından örülür, çözülür, yeniden örülür, diğerleriyle iç içe geçer. Toplumun atomları arasındaki bu etkileşimlere sadece psikolojik mikroskopla ulaşılabilir. [*]
Baruch Spinoza
Felsefenin büyük kitaplarının
harikulade bir özelliği, hem "sokaktaki insan"ın okuyup
anlayabileceği, hem de yalnızca işin "jargonundan" haberdar olan
uzmanların, yani felsefecilerin başedebileceği iki ayrı düzlemde yazılmış
olmalarıdır. Yayın dünyamıza üçüncü kez sessizce giren Spinoza'nın Ethica'sı
işte bu tür kitaplar arasında belki de tarihsel önemi en yüksek olanlardandır.
Sokaktaki insanın anlayabilmesi bütün teknik okuma zorluklarına karşı, yalnızca
mümkün değil, zorunludur, çünkü orada yalnızca ve yalnızca --herkesin doğal
olarak "fikir sahibi" olduğu-- "günlük hayattan", "yaşam
pratiğinden", "tutkulardan", "imgelemden" ve
"bireysel ya da kollektif" yaşamdan bahsediliyor. Buna karşın, ilk
bakışta sokaktaki okuyucuyu belki de dehşete düşürebilecek sunuluş biçimi
(Öklid geometrisi gibi, tanımlar, belitler, önermeler halinde düzenlenmiş
"geometrik" bir sunum), sürekli olarak Tanrı'dan, Tözden, Sıfatlardan
bahsedilmesi okurun cesaretini kırabilir. Oysa Spinoza'nın resmettiği
"hayatın geometrisi"ydi --fikirlerin ve duygulanışların gündelik
yaşamımızda olduğu kadar bütün varoluş hallerimizde (en mistik alanlara
varıncaya dek) birbirlerini kovalayıp durdukları, birbirlerini etkiledikleri ve
belirledikleri. Böyle bir yaşam portresi modern dünyamıza o kadar uygundur ki,
Spinoza'yı günümüzün, hatta geleceğimizin filozofu olarak kabul etmek zorunda
kalırız. Ve fikirlerin bir örgütlenmesi olarak felsefe geometrik bir yönteme bu
yüzden ihtiyaç duyar --fikirlerden yeni fikirlerin türeyişi... Böylece eğer
"geometrik sunuş"ta bir aykırılık görünüyorsa çözüm de hazırdır
--Spinoza yöntemini ne kadar matematikleştirirse o kadar yetkin bir şekilde
günlük bireysel yaşamın içine dalmaktadır...[*]
Dziga Vertov
Atölyeyi terkettik --hayata, gözle görülen her
şeyin itişip kakıştığı bir girdabın içine dalmak için. Orada güncel olan her
şey birarada --karşılaşıp ayrılan insanlar, tramvaylar, motosikletler ve
trenler, kendi hatlarında dolaşıp duran otobüsler, her biri kendi uğraşının
peşine düşmüş arabalar --ve gülümsemeler ve gözyaşları ve ölüm ve görevler...
hiçbiri bir rejisörün megafonundan çıkacak talimata boyun eğmez. Kameranızla
yaşamın içine dalıyorsunuz ve hayat alıp başını gidiyor. Akışı durmuyor hiç.
Hiç kimse takmaz sizi. Çalışmanızı başkalarını rahatsız etmeden sürdürmeye
alıştırmalısınız kendinizi. Sonra ilk sıkıntılar başlar. Size bakarlar;
çocuklar etrafınızı sarar, çektiğiniz insanlar kameraya bir bakış fırlatmadan
geçmemeye başlarlar. Deney kazanırsınız. Farkedilmeden geçmek ve işinizi
başkalarını rahatsız etmeden yapabilmek için bir sürü yol bulursunuz. İnsanları
yürürken, yemek yerken, çalışırken filme kaydetmek uğruna yapılan bütün
denemeler her zaman başarısız olurlar. Kızlar saçlarını başlarını düzeltmeye,
erkekler ise Fairbanks ya da Conrad Veidt pozlarına girmeye başlarlar. Herkes
kameraya sevimli sevimli gülümser. Bazen trafiğin durduğu bile olur. Bir
meraklılar kalabalığı kameranın önünde çakılır kalır ve çekim yerini tıkar. Akşam
çekimlerinde işler daha da kötüdür --projektörlerin ışığı bir meraklılar
kitlesini oraya üşüştürür. Oradaysa, hayat beklemez, insanlar kımıldar. Herkes
kendi uğraşının peşindedir. Kameraman, çalışmasında çok yaratıcı olmalıdır. Aygıtın
hareketsizliğini reddetmek gerekir. Azami hareketliliğe ve yaratıcılık ruhuna
erişilmelidir artık. [*]
nice
YanıtlaSil