Sevgi, olanaksız adalet
En nihayetinde, herkese borçlu olunan sadece bir
şey vardır, bu da sevgi dediğimiz şeydir. Yalnızca duygusal hikayelerdeki
sevgi; yani, bir oğlan bir kızı öptüğünde ya da dahası bir oğlan bir oğlanı ya
da bir kız bir kızı öptüğünde gülüp eğlendiğimiz sevgi değil, ama en geniş
anlamında sevgi. Birini sevmenin, onu olduğu gibi, tekil olarak göz önüne almak
ve bu kişi için her şeyi yapmaya hazır olmak, ona her şey borçlu olunduğu için
ona her şeyi vermek demek olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu ona, kötü olan şeyler
de dahil olmak üzere ne olursa vermek anlamına gelmiyor.
Pek tabii, ebeveynler ya da genel
olarak çocukların bakımından sorumlu yetişkinler neyin doğru, neyin iyi
olduğunu bilmek için varlar. İşte bu yüzden çocuk hakları vardır ve bunlar
yetişkinlerin haklarıyla aynı değildir. Her zaman neyin söz konusu olduğunu
asla tam olarak bilmeseler de, neyin doğru olduğunu düşünmek yetişkinlerin
görevidir. Çocuklara karşı adil olan bir yetişkin neyin doğru/adil olduğunu
bildiğini sanan bir yetişkin değildir: matematik ya da Çince çalışırsın, şu ya
da bu renkte kot pantolon giyersin ve falan mesleği yaparsın -eğer matematik ve
Çince çalışılırsa, pek çok şey yapılabilir. Hayır, bir yetişkin neyin adil
olduğunu bilemez, zira bu bir bilme meselesi değildir.
Bununla birlikte aslında yönünü ona
sadece sevginin verebileceği bir yolda en iyisini düşünmeye çaba göstermek
zorundadır.
Sonuç olarak adil olmanın; az önce
söylediklerimiz bir kez söylendi mi, herkese borçlu olunan şeylerin asgarisi
bir kez tanındı mı, herkesin bir tanınma [olduğu gibi kabul edilme] hakkına
sahip olduğunu anlayabilmek olduğu söylenebilir. "Sevgi" kelimesini
yeniden kullanmayacağım, zira bu kelime duygusal gerekçelerle başka gerekçeleri
karıştırmamıza neden olabilir; öyleyse başka bir kelime kullanacağız:
tanı(n)ma. Bu tanıma sonsuz olmak zorundadır; bu, sınırları olması mümkün
olmayan bir tanımadır. O halde onu, aslında, bütünüyle gerçekleştirmek mümkün
değildir -tam düzenlemek [en uygununu yapmak] mümkün değildir. Bu da bizim şunu
söylememize olanak tanıyabilir: adil olmak, adilin ne olduğunu bildiğini iddia
etmek değildir; adil olmak, bulmakta ya da anlamakta daha çok doğruluk olduğunu
düşünmektir; adil olmak, adalet için daha yapılacak şeylerin olduğunu, onun daha
fazlasını ve daha ileri gitmeyi talep edebildiğini düşünmektir.
İkinci Dünya Savaşı tarihinde, Kutsal
Kitap'tan gelen Yahudi geleneğine göre bir adlandırmayla; maalesef bir dönem
Fransa'da ve Nazi Almanya'sında yürürlükte olan yasalara karşı, Yahudi olmadıkları
halde Yahudileri kurtaran, onlara kalacak yer verip koruyan kişiler Adiller
olarak adlandırılmıştır. Bu insanlara neden adiller adı verilmiştir peki?
Çünkü, yasaya rağmen, doğal yakınlıklarına rağmen, Yahudi olmadıkları halde,
Yahudi dini ya da cemaatiyle bir bağları olmadığı halde, kendi kendilerine
şöyle demişlerdir: "İnsanların dinlerinden dolayı zulüm görmesi kabul
edilemez. Bu geçerli bir neden değil, hatta bu dünyanın en adaletsiz
sebebi." Şunu demek kesinlikle adil olamaz: Sen mahkum edildin, çünkü
Yahudi'sin, Eskimo'sun, Arapsın, Malilisin ya da bilmem nesin işte." Bu
tam olarak ırkçılık dediğimiz şeydir ve az önce bahsettiğim olayda, bu ırkçılık
antisemitizmdir (Yahudi karşıtlığıdır).
Öyleyse Adiller diye adlandırılan
kişiler basitçe söylersek, çoğu kez büyük tehlikelere atılarak, hayatlarını
ortaya koyarak, kurtardıkları ya da kurtarmak için çaba gösterdikleri kişiler
hakkında hiçbir şey bilmeyen insanlardı.
Şundan başka bir şey bilmiyorlardı: bu
kişilerin, kendi hayatlarına pahasına olması da dahil, sonsuz, sınırı olmayan
bir tanınma hakları var. Adil ve adil olmayan konusunda bu fikrin tek düşünce
ekseni olmak zorunda olduğunu söylemiyorum, ama sanırım düşüncemize hakim
olması gereken fikir; adilin, bu kez nitelik anlamında olmak üzere,adil olma olgusunun,
herkese, ona ne borçlu olduğumuzu bile bilmeden vermek olduğudur. Söz konusu
olan en basitinden, onun bir kişi olduğunu ve mutlak bir saygıyı hak ettiğini
göz önünde bulundurmaktır. Bunu kendi başınıza düşünmelisiniz, çünkü gelip de
size "işte mutlak adalet budur" diyecek biri olmayacak asla. Eğer
biri bunu söyleyebilseydi, belki de bizim doğru ya da eğri olmamıza bile gerek
olmayacaktı, yapacağımız tek şey bir yasa olacak şeyi aptalca uygulamak
olacaktı.
Jean-Luc Nancy - Tanrı,Adalet, Aşk, Güzellik (Dört Küçük
Konferans) s.72-75
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder