10 Şubat 2014 Pazartesi

Tanı(n)ma

Sevgi, olanaksız adalet

En nihayetinde, herkese borçlu olunan sadece bir şey vardır, bu da sevgi dediğimiz şeydir. Yalnızca duygusal hikayelerdeki sevgi; yani, bir oğlan bir kızı öptüğünde ya da dahası bir oğlan bir oğlanı ya da bir kız bir kızı öptüğünde gülüp eğlendiğimiz sevgi değil, ama en geniş anlamında sevgi. Birini sevmenin, onu olduğu gibi, tekil olarak göz önüne almak ve bu kişi için her şeyi yapmaya hazır olmak, ona her şey borçlu olunduğu için ona her şeyi vermek demek olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu ona, kötü olan şeyler de dahil olmak üzere ne olursa vermek anlamına gelmiyor.

Pek tabii, ebeveynler ya da genel olarak çocukların bakımından sorumlu yetişkinler neyin doğru, neyin iyi olduğunu bilmek için varlar. İşte bu yüzden çocuk hakları vardır ve bunlar yetişkinlerin haklarıyla aynı değildir. Her zaman neyin söz konusu olduğunu asla tam olarak bilmeseler de, neyin doğru olduğunu düşünmek yetişkinlerin görevidir. Çocuklara karşı adil olan bir yetişkin neyin doğru/adil olduğunu bildiğini sanan bir yetişkin değildir: matematik ya da Çince çalışırsın, şu ya da bu renkte kot pantolon giyersin ve falan mesleği yaparsın -eğer matematik ve Çince çalışılırsa, pek çok şey yapılabilir. Hayır, bir yetişkin neyin adil olduğunu bilemez, zira bu bir bilme meselesi değildir.

Bununla birlikte aslında yönünü ona sadece sevginin verebileceği bir yolda en iyisini düşünmeye çaba göstermek zorundadır.

Sonuç olarak adil olmanın; az önce söylediklerimiz bir kez söylendi mi, herkese borçlu olunan şeylerin asgarisi bir kez tanındı mı, herkesin bir tanınma [olduğu gibi kabul edilme] hakkına sahip olduğunu anlayabilmek olduğu söylenebilir. "Sevgi" kelimesini yeniden kullanmayacağım, zira bu kelime duygusal gerekçelerle başka gerekçeleri karıştırmamıza neden olabilir; öyleyse başka bir kelime kullanacağız: tanı(n)ma. Bu tanıma sonsuz olmak zorundadır; bu, sınırları olması mümkün olmayan bir tanımadır. O halde onu, aslında, bütünüyle gerçekleştirmek mümkün değildir -tam düzenlemek [en uygununu yapmak] mümkün değildir. Bu da bizim şunu söylememize olanak tanıyabilir: adil olmak, adilin ne olduğunu bildiğini iddia etmek değildir; adil olmak, bulmakta ya da anlamakta daha çok doğruluk olduğunu düşünmektir; adil olmak, adalet için daha yapılacak şeylerin olduğunu, onun daha fazlasını ve daha ileri gitmeyi talep edebildiğini düşünmektir.

İkinci Dünya Savaşı tarihinde, Kutsal Kitap'tan gelen Yahudi geleneğine göre bir adlandırmayla; maalesef bir dönem Fransa'da ve Nazi Almanya'sında yürürlükte olan yasalara karşı, Yahudi olmadıkları halde Yahudileri kurtaran, onlara kalacak yer verip koruyan kişiler Adiller olarak adlandırılmıştır. Bu insanlara neden adiller adı verilmiştir peki? Çünkü, yasaya rağmen, doğal yakınlıklarına rağmen, Yahudi olmadıkları halde, Yahudi dini ya da cemaatiyle bir bağları olmadığı halde, kendi kendilerine şöyle demişlerdir: "İnsanların dinlerinden dolayı zulüm görmesi kabul edilemez. Bu geçerli bir neden değil, hatta bu dünyanın en adaletsiz sebebi." Şunu demek kesinlikle adil olamaz: Sen mahkum edildin, çünkü Yahudi'sin, Eskimo'sun, Arapsın, Malilisin ya da bilmem nesin işte." Bu tam olarak ırkçılık dediğimiz şeydir ve az önce bahsettiğim olayda, bu ırkçılık antisemitizmdir (Yahudi karşıtlığıdır).

Öyleyse Adiller diye adlandırılan kişiler basitçe söylersek, çoğu kez büyük tehlikelere atılarak, hayatlarını ortaya koyarak, kurtardıkları ya da kurtarmak için çaba gösterdikleri kişiler hakkında hiçbir şey bilmeyen insanlardı.

Şundan başka bir şey bilmiyorlardı: bu kişilerin, kendi hayatlarına pahasına olması da dahil, sonsuz, sınırı olmayan bir tanınma hakları var. Adil ve adil olmayan konusunda bu fikrin tek düşünce ekseni olmak zorunda olduğunu söylemiyorum, ama sanırım düşüncemize hakim olması gereken fikir; adilin, bu kez nitelik anlamında olmak üzere,adil olma olgusunun, herkese, ona ne borçlu olduğumuzu bile bilmeden vermek olduğudur. Söz konusu olan en basitinden, onun bir kişi olduğunu ve mutlak bir saygıyı hak ettiğini göz önünde bulundurmaktır. Bunu kendi başınıza düşünmelisiniz, çünkü gelip de size "işte mutlak adalet budur" diyecek biri olmayacak asla. Eğer biri bunu söyleyebilseydi, belki de bizim doğru ya da eğri olmamıza bile gerek olmayacaktı, yapacağımız tek şey bir yasa olacak şeyi aptalca uygulamak olacaktı.

Jean-Luc Nancy - Tanrı,Adalet, Aşk, Güzellik (Dört Küçük Konferans) s.72-75

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder