30 Temmuz 2011 Cumartesi

Holocauste

Bir katliamı unutmak da katliam türünden bir şeydir. Çünkü bir katliamı unutmak insanın bir belleği olduğunu, bir tarihle bir toplumun varlığını, vb. unutmak demektir. Bu unutma olayı en az katliam olayının kendisi kadar önemlidir, ancak bu arada, bizim bu katliam olayı ve hakikatine tanık olabilme şansımız sıfırdır. Bu unutma olayı çok tehlikeli bir şeydir. Unutma olayı yapay bir bellekle engellenebilir (günümüzde etrafımızı sarmış olan bu yapay bellekler insan belleğinin yerini alarak, doğal belleği unutturmaya çalışmaktadırlar). Örneğin Yahudi katliamının yeniden sahneye konulması şeklinde yapay bir bellek üretebilirsiniz. Oysa bu konuda gerçekten bir şeyleri yerinden oynatmak ve derinlemesine etkileyebilmek için çok ama çok geç kalınmıştır. Üstelik bu iş soğuk bir iletişim aracı olarak nitelendirebilecek ve dünyaya unutma, caydırıcılık ve yok etme duygusu yayan ve bunu esir kamplarındakinden çok daha sistemli bir şekilde yapabilen televizyon adlı araç tarafından gerçekleştirilmektedir. Televizyon her türlü tarihsel olaya son verebilen gerçek çözümdür. Televizyonda Yahudiler gaz odaları ya da fırınlardan geçirilerek değil ses ve imge şeritlerinden geçirilerek yok edilmektedirler. Böylelikle unutma, yani yok etme estetik bir boyuta da sahip olabilmekte ve sonunda kitlesel bir düzeye ulaşarak geçmişe ait görüntüler içinde eriyip yok olmaktadır.
       Tarihsel ve toplumsal açıdan bugüne kadar ağza alınmayan, söylenmesi ayıp olduğu için gizlenen, bir tür suçluluk duygusu şeklinde sürüp gitmekte olan şey artık ''herkes tarafından bilinmektedir''. Herkes bu yok etme olayı (film) karşısında titremiş ve ağlayıp zırlamıştır. Bu da ''olayın'' (katliamın) bir daha asla yinelenmeyeceğini gösteren en güvenilir kanıttır. Az bir masraf ve birkaç damla gözyaşıyla kotarılan(!) böyle bir olayın tam da yinelenmeyeceği düşünüldüğü bir sırada, bu katliamı kamuoyuna sunduğunu ilan eden televizyon adlı günah çıkarma aracı tarafından yeniden yaşatılmakta ve üretilmektedir. Bellekler ve tarih nasıl yok edilmeye çalışıldıysa, televizyon da onları aynı şekilde unutturmaya, yok etmeye ve katletmeye çalışmaktadır. Katliam olayı tersine çevirmekte, için için kaynatılmakta, hiçbir yankı bırakmadan emilmesi sağlanmakta ve  Auschwitz adlı karadeliğin yerini televizyon adlı karadelik almaktadır. Bize televizyonun bu diziyle Auschwitz üzerindeki ipoteği kaldırarak bu konuda herkesi bilinçlendirdiği palavrası sıkılmaktadır. Oysa bizzat filmin kendisi katliamın başka bir kılığa, bu kez bir yok etme ''kampı'' değil bir caydırma ''aracı'' (medium) kılığına sokularak sürdürülmesinden başka bir şey değildir.
       Hiç kimsenin anlamak istemediği bir şey varsa o da Holocauste adlı bu dizinin her şeyden önce (ve özellikle) televizyon dizisi haline getirilmiş bir olay daha doğrusu televizüel bir nesne olduğu (bu unutulmaması gereken temel bir McLuhan kuralıdır) gerçeğidir. Bir başka deyişle soğumuş (küllenmiş) bir tarihsel olayı yeniden ısıtma denemesidir. Bu olay trajik, ancak geçen zaman nedeniyle sıcaklığını yitirmiş, soğuk bir olaydır. Bu daha sonra başka biçimlerin içine yerleşen (buna soğuk savaş, vs. de dahildir) soğuk, soğutucu özelliğe sahip, caydırıcı ve yok edici sistemlere ait ve soğuk kitleleri de kapsayan (bu katliam sırasında öldükleri için bu olayla daha da yakından ilgilenen, muhtemelen onu yönlendiren en kızgın kitle, bu işe ölümüne inanmış ve kendi ölümlerinden de emin olan Yahudilerdir) ilk önemli olaydır. Bu soğumuş olay televizyon adlı soğuk iletişim aracıyla yeniden ısıtılarak, bu görüntüler karşısında caydırıcı özelliğe sahip gerçek bir ürperti hissedecek ve heyecan duymadan izleyecek, kendileri de soğuk olan kitlelere sunulacaktır. Sonuç olarak gerçek katliam bir tür iyi niyetli bir felaket estetiğiyle unutulmaya mahkum edilecektir.
       Bu tarihsel olayı yeniden gündeme getirebilmek amacıyla politik ve pedagojik bir tezgah kurulmuş ve doğal olarak olay bu kez bir televizyon gösterisi olmanın ötesine geçmemiştir) olaya bir anlam yüklenmeye, dizinin çocuklar ve başkalarının düşgücü üzerinde neden olabileceği sonuçlar türünden bir korku duygusu yaratılmaya çalışılmıştır. Tüm pedagog ve sosyal danışmanlar sanki bu yapay yeniden canlandırma bir tür bulaşıcı hastalık tehlikesi arz ediyormuş gibi onu hafifletmeye (süzmeye) çalışmışlardır! Oysa asıl tehlike tam tersi bir şey olan soğuktan, soğuğa gidiştedir. Soğuk sistemlere özgü toplumsal tepkisizlik ve özellikle de televizyondadır. Dolayısıyla bu soğuk katliam canavarından yola çıkarak herkesin harekete geçmesi ve yeniden toplumsal; sıcak bir toplumsal üretmesi; sıcak tartışmaların olması öyleyse iletişimin gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Oysa ortada üstünde konuşmaya, tartışmaya değer bir olay, bir tarih ya da bir söz yoktur. Zaten asıl sorun da budur. Öyleyse amaç her ne pahasına olursa olsun bunların üretilmesidir. Sonuçta televizyon yayını üstüne ölü toprağı serpilmiş bir toplumsalı yeniden harekete geçirebilmek için olup bitmiş (ölü) bir olayın yapay sıcaklığından yararlanmaktadır. Bu olayın etkisinin feedback yöntemiyle sürdürülebilmesi içinse ek bir araçtan yararlanılmakta, anketlerle yayının kitlesel etkisi ve mesajın kolektif sonuçları belirlenmeye çalışılmaktadır. Oysa bu anketlerin yapabildikleri bir şey varsa o da televizyon adlı aracın başarılarından söz edilmesini sağlamaktır. Bunun için, bu iki şeyin sürekli olarak birbirine karıştırılması gerekmektedir.
       Buradan yola çıkıp soğuk televizyon ışığının insanın düşgücünü (buna çocukların düşgücü de dahildir) neden etkileyemediğini sorabiliriz. Bunun nedeni televizyonun düşselle olan ilişkilerinin kopmasıdır çünkü televizyondan yansıyan görüntü bir imge bile değildir. Televizyon imgesiyle hala yoğun bir düşselliğin ürünü olma özelliğini koruyan (ancak televizyon tarafından zehirlendiği için giderek bu özelliğini yitiren) sinema imgesini karşılaştırabiliriz. Çünkü sinema imgelerden oluşmaktadır. Çünkü sinema yalnızca beyaz bir perde ve görsel bir biçim değil aynı zamanda bir mittir. Çünkü hala bir ikiz, bir fantazm, ayna, düş olabilme vs. özelliğe sahiptir. '' Televizyon'' imgesindeyse bunların hiçbiri yoktur. Televizyon imgesi insanı mıhlayıp, mıknatıslayabilen bir özelliğe sahip değildir. Hiçbir şey ima edememektedir. Belki televizyon ekranı diye bir şey yoktur. Bir başka deyişle televizyon minyatürleştirilerek beynimizin içine yerleştirilmiş, tüm nöronlara bir transistör işlevi yükleyen ve düğmesine basar basmaz manyetik bir ses/görüntü bandı gibi (bir bant yoksa imge değil) gözlerinizin önünden akıp geçen sizin ekran, televizyonun da sizi izleyen gözlere dönüştüğü bir terminaldir. 

*Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon  (s.78-81)
(Kitabın tamamını PDF olarka burdan indirebilirsiniz.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder