24 Nisan 2012 Salı

Au Revoir M. Le Texte* ya da Beden ve An(arşi)


Metin’e (ya da aynı kapıya çıkan yazılı Metin’e) vurgumuzda çok ileri gittiğimizi söylemek abartılı olmaz. Çoğu Fransa’dan gelen bu aşırı vurguyla birlikte bedeni, tiyatroyu, jesti, nefesi (souffle) ve bedeni unuttuk. Belki de bu yüzden Metine verdiğimiz önemin aynısını bedene de vermeye başlamamamızın zamanı geldi.
Dolayısıyla, yazılı metin ve beden arasındaki dikkate alınmayan ilişkiyi, sembolik ya da göstergesel-olmayan ifade olarak inceleyelim(a). Roland Barthes’ı ilkine (yani yazılı Metin’e) vurgu yapanlardan bir örnek olarak, Artaud’u da bedene bir ifade, nefes, bir jest olarak vurgu yapan nadir bireylerden biri olarak alalım. Ve bu süreçte Yazar-Tanrı görüşünü, tekrarlamayı reddetmeleri ve Okuyucu’yu (Barthes) ya da Seyirci’yi (Artaud) yazılı Metin’e ya da tiyatroya yaklaştırma kaygıları gibi hemfikir oldukları noktaları göstermeye çalışalım.
O zaman bu sorunsala çift eklemleme[1] (double articulation(b))ışığında yani dışlayıcı-olmayan ve göreli bir üslupta bakalım. İşte ‘’Au Revoir M. Le Texte’’ deyişimiz bu bağlamdadır. Tabi ki bu Metnin tek ve sürekli olarak dogmatik bir biçimde reddedildiği anlamına gelmez, ancak eğer bedenlerimizle olan ilişkimizi geri döndürmek istiyorsak vurgumuzda dışlayıcı-olmayan bir kayma gereklidir.
Tanrı’nın ölümüyle birlikte Yazar’ın –Başyapıtların Yaratıcısı- ölümü de gerçekleşmelidir ve bunu rastlantı olarak almamalıyız. Artaud Yazar’ın ölümünü ilk ilan edenlerdendi. Ve son 15-20 yıldır Ricoeur, Derrida ve Roland Barthes gibi eleştirel düşünürler onu takip etti. Derrida’nın ‘’Vahşet Tiyatrosu’’ (Theater of Cruelty) adlı makalesinde belirtiği gibi,
Sahne, yapısı geleneğin bütününü takip ettiği ve aşağıdaki öğelere bağlı kaldığı sürece teolojiktir: metin ile donatılmış ve temsilin zamanını ya da anlamını-düşüncelerinin, niyetlerinin ve fikirlerinin içeriğini ilgilendirdiği derecede bu ikincisinin kendisini temsil etmesine izin vererek- sürekli gözlemleyen, bir araya getiren, düzenleyen bir yazar-yaratıcı –olmayan ya da uzaktan gelen.[2]
Artaud bu Yazar-Yaratıcı(c)’nın ölümü çağrısına tiyatro ve ‘’yönetmeni’’ Yazar’ın yerine koyarak karşılık verir.
Bu tiyatroda bütün yaratım sahneden gelir, dışavurumunu ve aynı şekilde kaynağını gizli bir psişik dürtüde bulur; bu da kelimelerden önce Konuşma’dır.[3]
Yazılı kelime ikincil duruma gelirken Yazar bağıran ve konuşan ses tarafından yersizleştirilir. Artaud şöyle devam eder:
Yazarı, bizim Batılı Teatral jargonda adlandırdığımız şekliyle yönetmen lehine ortadan kaldıran tiyatrodur. Fakat bu yönetmen bir çeşit sihir yöneticisi, kutsal törenlerin efendisi halini almıştır. Ve onun üzerinde çalıştığı materyal, çarpıntılı hayata getirdiği temalar onun kendisinden değil tanrıdan gelir.[4]
Dolayısıyla yönetmen bir Yaratıcı ya da hiyerarşik figür değil bir şamandır- yalnızca sihir aracısıdır. Diğer taraftan Roland Barthes Yazarı ölü fakat yazılı Metin’i bir hayli canlı kabul eder. Aslında Barthes’a göre Yazar sadece okurun adına değil daha da önemlisi Metin adına ölür.
Barthes’in ‘’Yazarın Ölümü’’nde belirttiği gibi:
Yazarın ihracı yalnızca tarihsel bir olgu ya da bir yazım eylemi değildir; o modern metni baştan aşağı dönüştürür (ya da –ki bu da aynı şeydir- metin bundan böyle öyle bir şekilde üretilir ve okunur ki yazar hiçbir seviyede ‘’yok’’tur).[5]
Aynı yazının ilerleyen bölümlerinde Barthes şöyle der:
Artık biliyoruz ki metin tek bir teolojik anlamı (Yazar-Tanrı’nın ‘’mesajı’’) ortaya koyan bir kelimeler dizesi değil, hiçbiri özgün olmayan türlü yazıların harmanlandığı ve çarpıştığı çok-boyutlu bir alandır. Metin sayısız kültür merkezlerinden alınan bir alıntılar silsilesidir.[6]
Gerçekte metin kökensel-olmayan bir çokluklar düzlemidir; hiçbiri belli bir gruba ait olmayan bir yazarlar çeşitliliğinin ardında kalan izler sahasıdır. Barthes’daki sorun şudur: Ona göre dünya Metin haline gelir ve Metin- ya da Gösteren/Gösterilen ilişkisi- yüceltilerek daha önce Yazar’ın işgal ettiği yere getirilir. Metin artık Tanrı yapılmıştır.
Bunun tersine Artaud için Yazar’ın ölümü yazılı Metnin –Gösteren, Kelime- ölümüyle beraber meydana gelir. Artaud’a göre kelimeler çok derin olanı ifade edemezler. İnsan nefesine ve bedenine sadece vahşet tiyatrosu- hayat tiyatrosu- ifade verebilir. Derrida’nın söylediği gibi: ‘’Artaud itirazını kendisini nefesten ve bedenden uzaklaştıran ölü harfe doğru yöneltmiştir’’.[7]
Klasik Batılı sahne, bir organ tiyatrosu, bir kelime tiyatrosu, böylece bir yorum, aktarım tiyatrosu, önceden-kurulu bir metinin temelinde bir saptama tiyatrosu, ilk sözcüğün tek hâkimi olan bir tanrı-yazar tarafından yazılış bir tablet tanımlar.[8]
Bu tam da Artaud’un karşı olduğu şeydir. Barthes ve diğerlerinden farklı olarak Artaud Yazar’ın ve yazılı Metin’in beden tiyatrosuna ikincil kılınması gerektiğine inanıyordu. ‘’Vahşet Tiyatrosu’’nun ikinci manifestosunda Artaud şöyle yazıyordu: ‘’Metin’in teatral hurafesini ve yazarın diktatörlüğünü reddetmeliyiz’’.[9] Artaud Metin’e de aynısını yapmadan Yazar’ı ikincil kılamazdı.
Ayrıca Roland Barthes, Yazar’ı, Metin’in Okuyucusu’na ikincil kılarken, Artaud da Yazar’ı oyunun izleyicisine ikincil kıldı. Barthes’a göre ‘’okuyucu’’,
bir yazıyı oluşturan bütün alıntıların hiçbirinin kaybolmadan yazıldığı yerdir. Bir metinin bütünlüğü kökeninde değil varılacak hedefte yatar.[10]
Okuyucu, metine onunla kendi etkileşimi sonucu anlam veren yorumcunun yerine konmuştur. Barthes’ın okuyucu ile Metin arasındaki mesafeyi azaltma önerisi Artaud’un seyirciyi sahneye yakınlaştırma önerisiyle benzerdir.
Sahneyi ve gösteri salonunu kaldırıyoruz ve yerine, herhangi bir bölme ve bariyer barındırmayan, eylemin sahnesi olacak tek bir alan koyuyoruz. Eylemin ortasına yerleştirilmiş seyircinin eylem tarafından çevrelenmesi ve fiziksel olarak etkilenmesi itibariyle, seyirci ile gösteri, oyuncu ile seyirci arasından yeniden direkt bir iletişim kurulacaktır.[11]
İzleyiciyle okuyucu arasındaki mesafe hemen hemen Barthes’ın Yazar ile Okur arasındaki mesafeyi sildiği tarzda silinir- Okuyucu’yu Metin’in yerine yerleştirerek. Fakat Barthes, Metin’ine mabetler kurarken, Artaud onların hepsini yıkıp kül eder- Metin’in Büyük Batılı (Oksidental) mabetlerin yerine beden tiyatrosunu, tutku tiyatrosunu, ifadenin dilbilimsel değil hiyeroglif ve özünde göstergesel-olmayan arzu üretimini koymak için. O zaman en azından elimizde kelime akışları yerine geçecek beden akışları vardır. Ve dilbilimsel ifadenin yerine ‘’duygulanımsal atletikliğin’’ gayri-göstergeselliği geçer. Bununla birlikte ‘’kelime dilinin olası en iyi dil olduğu kesin olarak kanıtlanmış değildir’’.[12] Jestler, danslar ve bağırışlar Eco ve Todorov gibilerinin sergilediği türden göstergebilimsel okumanın yerine geçebilecek alternatif olurlar.
Jest daime kendiliğindendir; kodlanmamış ve işlenimsizdir. Nota gibi çalındığı anda kaybolur. Fakat daha da önemlisi despotik ve emperyalist Gösterenden farklı olarak hiçbir şeye gönderme yapmaz; dairesel değil doğrusaldır. Belki d şunu söyleyecek kadar ileri gidebiliriz: Artaud için beden bir ‘’metin’’dir; fakat kesinlikle dilbilimsel bir metin değil. Artaud’un kendisi de, özünde psikolojik ve dilbilimsel olmaktansa, her zaman ‘’metafiziksel’’ olan Doğu’nun hiyerogliflik işaretlerinin peşindedir.
Yine Artaud Batı kültüründe eksik olduğunu gördüğü şeyi bulmak için Doğu’ya yöneldi; yan kendi ‘’şehevi ve metafiziksel işaretler’’ tiyatrosunu bulmak için. Öbür taraftan Barthes, ‘’Cabinet of Signs’’ arayışında Doğu’ya yöneldi ve Japonya’da Göstergelerin Büyük İmparatorluğu’nu buldu.
Bu ülkede [Japonya] gösteren imparatorluğu o kadar büyük ki, ifade edilebilecekten dahi o kadar fazla ki, göstergelerin değiş tokuşu- dilin geçirimsizliğine rağmen ve hatta bazen onun bir sonucu olarak- büyüleyici bir zenginlik, devingenlik ve bir incelik olarak kalır.[13]
Bununla birlikte Artaud insanın bedenle, kodlanmamış arzu akışıyla ve jestin ifadesel masumiyetiyle ilişkisini eski haline döndürmek için Doğu’ya yöneldi. Artaud şöyle yazar: ‘’Bali tiyatrosu bize fiziksel ve sözlü olmayan bir tiyatro düşüncesini gösterdi…’’[14] Ve şöyle deva eder: ‘’Batılı tiyatro için Kelime her şeydir ve onsuz ifade mümkün değildir’’. Dolayısıyla tiyatroyu replikler (cues(d)) arasında gerçekleşen şey olarak sınırlasak bile hala onu bir metin temsili düşüncesinden ayırmayı başarabilmiş sayılmayız’’[15]
Gösterene çok fazla mabet inşa ettik. Hatta öyle ki, Gösteren bilinçdışına yasadışı biçimde Fransa’nın Lacan Limanı’ndan giriş yaptı. Batı dünyası, gerçeğin o ünlü (ya da olmayan) Gösteren-Gösterilen ilişkisine eşit hale geldiği bir dilbilimsel işaretler dünyası halini aldı.
Bu kelime takıntısının en iyi örneğini Umberto Eco’nun ilginç bir biçimde karın fıstık ezmesinde yaptığı bir ‘’olası dünya’’ önerdiği Bir Göstergebilim Kuramı kitabında buluruz. Eco şöyle söyler:
Her İngilizce konuşan kar hakkında konuşabilir ve kar ile ilgili cümleleri anlayabilir. Çünkü o içerik birimi olan ‘’kar’’a yerfıstığından yapılmış olanlar dışında belli özellikler atayan kültürel yetkinliğe sahiptir. Bir olası ya da gelecek dünyada kar, artan su kirliliği yüzünden böyle ekolojik bir faciaya maruz kalabilir. Fakat böyle olsa bile gerçek hala göstergebilimsel olarak saçma olacaktır.[16]
Ve daha sonra Eco: ‘’Böyle durumlarda karşımıza çıkan en büyük sorun yeni bir olguyu barındırmak için işaret-sistemimizi değiştirmek olacaktır’’ diye devam eder. Bu bence Batı’nın yapısalcılık ve postyapısalcı edebiyat eleştirisi ile zirveye ulaşan kelime takıntısının bir örneğidir.
Batı’da, işlenimsiz bedeni (ya da Deleuze ve Guattari’nin ‘’organsız beden’’ dediği) bile bir kayıt düzeyi olarak kullandık. ‘’Eti delip geçen bir sürü tırnak, bir sürü işkence biçimi’’.[17] Belki de Kafka’nın ‘’Ceza Kolonisi’’ni hatırlamanın sırası. Burada Tırmık bedene delici iğneler ve kelimelerle bir hatıra, bir metin, bir başyapıt yaratmak, işkence yapmak, yavaş ve ağrılı bir ölüme neden olmak için ‘’Üstlerine saygı göster’’ diye yazar. Ve Barthes gibi birisinin bununla gurur duyduğunu görürüz! Barthes’a göre ‘’teatral yüz resmedilmiş (yapılmış) değildir; o yazılmıştır’’.[18] ‘’Yazma eylemi, resimsel jesti buyruğu altına alır ve bu yüzden resmetmek yazmaktan başka bir şey değildir’’.[19] Elbette Artaud’un girişimi farklı: O, üstün-bilgili Barthes’ın pek hayran olduğu bedene yazmaya karşın, bedenin jest ile ilgili ifadeselliği ile ilgileniyordu. 
Artık sadece Büyük Metin’den değil bir zamanlar yaptığımız gibi bedenin ve tenin hiyeroglif jestlerinden konuşmaya başlamalıyız. Artık bedene ‘’delici iğneler’’ uygulamamalıyız. Vahşetin ifadesi fiziksel değil aksine ‘’metafizik’’ ve sembolik bir ifade olacaktır. Yaşamın gereğinin sertliği bir ‘’Tırmık’a’’ ya da kaleme gerek duymaksızın gözümüzün önünde gerekleşecektir. Artık kan fışkırması değil akışlar olacaktır ki bu akışlar bir patlamanın, delmenin sonucunda meydana gelmiş değildir. Jestler organsız bedene işlenen kelimelerin yerini alacaktır. Ve Beckett’ın karakterlerinden birinden farklı olarak ‘’Sessiz kalacağım’’ deyip konuşmaya devam etmeyeceğiz. Jestler sözlü Gösterenin boşluğunu yersizleştirecek. Artaud’un bedene yolculuğu, Barthes’ın gözkapağında bile Göstereni bulabildiği İşaretler Diyarına yolculuğunun yerine geçecek. Fakat şunu unutmamalıyız ki bu sadece geçici bir yolculuktur.  Bizler sömürgeciliğin düşmanlarıyız. Ve bir Beden imparatorluğu öngörmüyoruz.
Başyapıtsız, efendisiz (unut gitsin Hegel’i!), yazısız. ‘’Bütün yazın domuz bokudur’’.[20] Neden? Çünkü bizim en derindeki duygularımızın tercüme edilemez, dilbilimsel olarak ifade edilemez ve ‘’belirsiz olanı bırakıp kafasının içindeki her neyse onu tanımlamaya çalışanlar domuzdur’’.[21]
Bazı kelimelerin bir anlam ettiğini, belirli olma biçimlerine sahip olduğunu düşünenler; çok titiz olanlar, duyguların sınıflandırılabileceğini düşünenler ve gülünç sınıflandırmalar üzerine lafı çevirip kaçamak cevap verenler; hala terimlere inananlar; zamanların hiyerarşisine ait ideolojileri savunanlar… patikaları takip edenler, kendine paye çıkarmamak için ünlü isimlerden söz edenler, kitapları göze çarpan başlıklarla dolduranlar domuz türlerinin en kötüsüdürler.[22]
Yine de Artaud, kelimeleri tamamıyla ortadan kaldırmayı istemiyordu. İstediği ruhlarımızı ve bedenlerimizi, bizi şizofrenik bireyler yapan hiper-okuryazarlık durumundan kurtarmaktı. 
Marshall’a göre, ‘’Yunan dünyasında karşılaştığımız okumuş-bilgili insan, bölünmüş ve hepimizin fonetik alfabenin icadından beri olageldiğimiz şizofrenik insandır’’.[23] Bu Barthes’ın bölünmüş dünyasıdır, yani Artaud’un kültürel ve varoluşsal anlamda uygunsuz bulduğu Metin’in ve bedenin dünyasıdır.
Artaud bir tarihi, dualist metafiziğin tarihini…metinin ve bedenin varlığı ile konuşmanın dualizmini (elbette gizlice) destekleyen ruh-beden dualizmini yok etmeye girişir.[24]
Barthes ‘’Yapıttan Metine’’ makalesinde ‘’metin kuramının ancak bir yazma eylemiyle uyuşacağını ‘’ifade eder.[25] Bu durum Artaud için geçerli değildir. Artaud’un çalışmasında örtük olan şey dışlayıcı olmayan bir çift-eklemlilik –ya da daha da iyisi- çok-eklemliliktir (a la Bergson). Beden bir hiyeroglif ya da göstergesel-olmayan bir ‘’metin’’dir- jestler aracılığıyla alternatif ifade biçimlerine yol açan bir arzu-göstergesi. Yine de Barthes Metnin Hazzı’nın sonunda Artud’un önerdiği verdiği şeyin yazı- vokal (sesli) yazım- olduğun söyleyecek kadar cüretlidir.
Eğer metne dayalı hazzın estetiğini tasarımlamak mümkün olsaydı, ona şunu eklemeyi unutmamak gerekirdi: yüksek sesle yazmayı. Bu vokal yazım (kesinlikle söz değildir) hiç uygulanmıyor, fakat eminim ki Artaud’un önerdiği buydu…[26]
Bu Artaud yorumundaki sorun şudur: Bu yorum yazıyı Artaud’un çalışmasının merkezine yerleştirmektedir. Oysa ki Artaud’da yazı, dışlayıcı olmayan bir tavırla, jest ve bağırışa ikincil kılınmıştır. Buna rağmen Barthes Metnin Hazzı çalışmasında kendini despotik Gösterenden ve Aşkın Gösterilenden ayırmak için elinden geleni yapar. Fakat dilbilimsel olarak Oedipalleştirilmiş ve daha fazla otorite için Gönderge’ye –anne ve babaya- dönen çocuk gibi tekrar tekrar ona geri döner(e).
Barthes’a göre –Heidegger gibi- gerçeklik dil bağlamında tanımlanmıştır ve dil metafiziksel olarak otonom ve ilkeseldir. ‘’Dil konuşur’’. İşte Artaud ile Barthes arasındaki temel ayrılık burada yatar. Artaud’a göre ‘’otantik’’ ve ‘’varoluşsal’’ olarak ifadeli olan tendir, bedendir ve ifadesini duygulanımsal atletikliğin gayri-göstergeselliğinden alır.
Yazının önemli yönlerinden birisi, düşünceleri ve kavramları tekrarlanabilir ve yerleşik metne dönüştürme biçimidir. Ne Barthes ne de Artaud tekrarlamayı onaylardı. Barthes, kitle kültüründe anlamın tekrarlanmasına, böyle bir tekrarlama Metin’e zararlı olduğu için karşı çıktı.
Kitle kültürünün benimsediği gayrimeşru biçim, utanç verici bir tekrarlamadır. İçerik, ideolojik şema, çelişkilerin belirginsizleşmesi- bunlar tekrarlanır…[27]
Böylece Barthes göstergelerin tekrarlanmasının Metin’i, burjuva kültürünün basmakalıp anlatımına dönüştürerek aşağılayan sosyal bir olgu olduğuna inanır.
Fakat Artaud için durum çok daha farklıydı. Artaud yazılı Metin’e tekrarlamayı mümkün kıldığı için karşı çıkıyordu.  Unutulmamalıdır ki edebi başyapıtlar tekrarlanmayla kurulmuştur. Yani Metin’i sabit bir ifade ya da Başyapıt olarak kuran okumanın ve temsilin tekrarlanmasıdır. Sözlü kültürlerde başyapıtlar yoktur. Başyapıt bütünüyle Batı’dan ithaldir.
Artaud ‘’Başyapıtlardan Kurtulmak’’ta şöyle der:
İçinde hiçbir kaçış ve çözüm olanağı olmadan bulunduğumuz boğucu havanın- hepimizin bunda payı var, en devrimcilerimizin bile- nedenlerinden biri, yazılmış, formüle edilmiş, resmedilmiş olana, biçim verilmiş olana duyulan saygıdır; sanki ifade nihai olarak tüketiliyormuş gibi… bu başyapıt fikrinden kurtulmalıyız…[28]
Başyapıtlar mezar taşları gibidir-zamanında dile getirdiğimiz kelimelerin kalıntılarıdır. Peki öyleyse daha önce söylenmiş olanı, sanki başlangıçtaki ifadenin tazeliğini yeniden yakalayabilecekmişiz gibi, neden tekrarlıyoruz? Bu kadar hermeneutik kâfi!
Metin eleştirisini lisansüstü öğrencilere, biçimsel eleştiriyi sanat züppelerine bırakalım ve söylenmiş olanın bir daha söylenmemesi gerektiğini kabul edelim; bir anlatımın iki kez geçerli olmadığını, ilk kez yaşanmadığını…[29]
Metinler bir kez okunur ya da temsil edilir, sonra da yakılır (bu da dâhil). ‘’Metinlerin ve yazılmış şiire dair bu batıl inancımızdan kurtulmak gerekir’’ der Artaud. Yazılmış şiir yalnız bir kez okunmaya değer, sonra yok edilmelidir’’.[30] Mimik, dans ve kodlanmamış jest, Metin’in anlamsız tekrarının ve tekrarın vahşetinin yerine geçmelidir.
Örneğin Kafka’nın ‘’Ceza Sömürgesi’ndeki’’ ‘’Tırmık’ın’’ sergilediği şiddet yazan-kodlayan makinenin kendi tekrarlayıcı işlevinin bir sonucudur(f). ‘’Tırmık’’ mahkûmun bedenini yaşamı pahasına unutulmaz bir metne –ya da başyapıta- döndürerek çalışır. Fakat bu yalnızca ‘’Tırmık’’ için geçerli değildir. Cezaların çoğu davranışı ‘’düzeltmek’’ için tekrarlamayı kullanırlar(g). Örneğin öğretmenler bazen haşarı öğrencilerinden kâğıda bin defa ‘’Bir daha sınıfta konuşmayacağım’’ gibi şeyleri yazmalarını isterler. Ve Ionesco’nun Ders’inde (The Lesson) öğrencisini ‘’bıçak’’ kelimesini sürekli olarak tekrarlayarak öldüren bir profesör vardır.
Derrida şöyle der: ‘’Trajik olan tekrarlamanın imkânsızlığı değil gerekliliğidir’’.[31] İşte Artaud’un yazılı Metnin yerine beden ve tiyatroyu koymasının nedeni de budur. Tiyatro dünyada, jestin bir defa yapıldıktan sonra ikinci bir defa aynı şekilde yapılamayacağı tek yerdir.[32] Tiyatro, yabanıl bedeni bir kayıt yüzeyi gibi kullanarak insan ruhunu öldüren işlenimlerin şiddetinden kaçılabilecek tek yerdir. Bu, Jorge Amado’nun bedensel ‘’Gabriela’’sının içgüdüsel olarak gerçekleştirdiği şeydir ve onun sirki Metinsel anlatıma izin verilen ve bedensel anlatıma verilmeyen seminer odasının havasız, hiper-okuryazar atmosferine tercih etmesinin nedenidir.[33]
Dolayısıyla tiyatroda Gabriela’nın peşinden gidelim. Hadi dans edelim. Yetti artık kelimeler! ‘’Harf ruhu öldürür’’. Eğer bedenlerimizin duygulanımsal ifade gücünü geri getirmek istiyorsak vurgumuzda dışlayıcı olmayan bir kayma gereklidir.
(İkinci Yayla / Au Revoir M. Le Texte* ya da Beden ve An(arşi) )
[NOT: 1.Kaynakça kısımında kişilerin isimleri belirtilip ''eserleri'' tarafımca yazılmamıştır 2. Metinde * ile düşülen dipnotlar anlam karmaşası olmaması için (her sayfada * teke düşüyor) harf (a,b,g...) ile gösterilmiştir (Potlaç)]

(*)Çn. ''Güle güle Bay Metin''
(a)Şunu akılda tutmalıyız: ifade (expression) kelimesini Saussure'den, Barthes'dan ya da Eco'dan bütünüyle farklı bir biçimde kullanıyoruz. İçerik ya da gösterilen yoktur (Saussure), anlamlama (Barthes) yoktur, gönderici ve alıcı (Eco) yoktur; kısacası burada David Sarnoff yoktur. Ve aslında böyle bir anlatım biçimi vardır. Örneğin, Pierre Clastres'in Chronique de Indians Guayaki'de bahsettiği Guayaki Yerlilerini referans alarak Guattari (Moleküler Devrim) şunu söyler: ''Anlatım katmanı her içeriği sert bir biçimlendirmeye, rezidüel ve marjinal bir temsile mahkum eden bir anlamlama gözetiminde düzenlenmez: burada, bu çoksesli jaguar kavramı akıcı, belirsiz, tereddütlü, bir düzanlamın, kendinden emin olmayan bir düzanlamın, hatta bazı durumlarda temelsiz olan düzanlamın saf bir düzanlamın nesnesi halini alır'' (s. 93)
(b)İkili boğumlama.
(c)Babayı unut, Oedipus'u da, hatta Babanın Adını da unut. Brando'nun ''Paris'te Son Tango'da'' dediği gibi: ''burada hiç isim olmayacak'', aile geçmişi ve dolayısıyla hiçbir göndergesellik olmayacaktır.
(d)Çn. Oyuncunun sözü arkadaşına bırakmadan önceki son söz veya hareketi. 
(e)Julia Kristeva'nın aksine Gönderenin ölümü ''totaliter bir liderle özdeşleşmeye'' değil tam aksine an(arşi)ye neden olur. 
(f)Temsilin şiddetinin farklı bir açıklaması için bkz. Nietzsche, Genealogy of Morals (Ahlakın Soykütüğü), İkinci Bölüm. Burada Nietzsche bedendeki yazınsal tekrarlamanın şiddetini: (1) bellek yaratma istencine ve (2)insanları hesaplanabilir ve reaktif yapma istencine bağlar. 
(g)Cinsel sapkınlıkların ''tedavisinde'' tekrarlamanın kullanımının etkileyici bir anlatımı için bkz. Sylvére Lotringer, Overexposed

[1]Gilles Deleuze and Felix Guattari
[2]Jacques Derrida
[3]Antonin Artaud
[4]Ibid.
[5]Roland Barthes
[6]Ibid
[7]J.Derrida
[8]Ibid
[9]A.Artaud
[10]R.Barthes
[11]Artaud
[12]Artaud
[13]Roland Barthes
[14]Artaud
[15]Ibid.
[16]Umberto Eco
[17]Deleuze and Guattari
[18]Barthes
[19]Ibid.
[20]A.Artaud
[21]Ibid
[22]Ibid
[23]Marshall Mcluhan
[24]Derrida
[25]Barthes
[26]Barthes
[27]Ibid.
[28]Artaud
[29]Ibid.
[30]Ibid.
[31]Deleuze and Guattari
[32]Derrida 
[33]Artaud

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder