27 Ocak 2015 Salı

Spinoza ve Yaratıklar

ÖRÜMCEK

Vecizelere dikkat 
Filozofları anlamanın kolay olmadığı söylenir. Hoş, onlar da birbirlerini anlamakta zorlanırlar. Bu gerçekten de böyle olur. Hatta yeni bir felsefe de tam burada ortaya çıkar. Descartes felsefesinin bir özeti sayılabilecek ilk eserini yazmaya başlar­ken, kendisinde de olsa da, en büyük nesnelliği inceleyeceğinin sözünü veriyordu Spinoza. Ama... 

Ama kendisine yenik düşmüş gibi, Spinoza’nm sözünü daha fazla tutamadığı bir an gelir. Artık Spinozacılık kendini ucundan göstermeye başlamıştır. Descartes kendiliğinden apaçık görünen şu yavan söze başvurduğunda gerçekleşir bu: “Daha fazlasını ya da daha zorunu yapabilen, daha azını ya da kolayını da yapabilir.” Bir aksiyom olarak kurulmuş bu vecize, Tanrı’nın varlığını ispatlamaya yarar. Peki ama nasıl? Spi­noza daha fazla ilerlemek istemediği için, burada daha fazla bir şey söylemeyelim: “Bu aksiyomlarla ne demek istediğini bilmiyorum. Neye zor neye kolay diyor? Bir şeyin kolay ya da zor olduğu mutlak olarak değil, yalnız nedenine göre söyle­nir. Aynı şeyin aynı anda, değişik nedenlere göre kolay ve zor olduğu söylenebilir.” 1

Kartezyen düşüncenin ağlarındaki örümcek Metnin kenarına düştüğü küçük bir notta, Spinoza başka bir tane daha aramaya lüzum olmadığını söyleyerek, ilginç bir örnek verir: Örümcek “insanların ancak çok büyük uğraşlar sonucu örebileceği bir ağı kolaylıkla örebilir, ama insanlar da melekler için imkânsız olan bir şeyi kolaylıkla yapabilir ”

Hiçbir şey kendinde kolay ya da kendinde zor değildir: Aynı eylem, kendi doğasına göre birisi için kolayken diğeri için zor olabilir. Şüphesiz ben, bir insan olarak, ayağımla kolayca ezebileceğim küçük bir örümcekten güçlüyümdür; fakat onun ağı kolaylıkla örme mahareti de bende yoktur! Örümcek karşısında, yaşamı sürdürmek açısından değil, yalnızca yaşamı sona erdirmek bakımından daha güçlüyümdür.

İnsanlar bir örümceğinki kadar ince, hatta ondan daha da ince ağ örebilen bir dokuma makinesi tasarlamayı başarabilir. Ama bu ancak büyük bir çabanın sonucunda gerçekleşebilir. Öyleyse iki şeyin gücünü aynı işe bakıp ölçmeye ve kıyaslamaya kalkışmak beyhude bir çabadır. Zira güç, ölçülemezdir. Bir adım daha ilerleyelim: Yapmaya gücümün yettiğinden daha azını yapabiliyorsam, bunun nedeni (benim için) zor olan bir şeyi yapabiliyor olmam değildir. Örümceğin ördüğü ağ bizim için meşakkatli, onun içinse sıradan bir iştir. Ama ağ örmekten kaçınmak ya da daha beceriksizce örmek, örümcek için tam anlamıyla imkânsızdır. İşini kötü yapması onun için en meşakkatlisi, başka bir deyişle en zoru olurdu. Çünkü bu onun doğasıyla uyuşmaz. Hiçbir varlık yapabileceğinden daha azı değildir; varlık daima ve her an yapabileceği kadardır. Daha felsefi terimlerle söyleyecek olursak, varlık "potansiyel" halde, yani daha üstün bir güç tarafından alıkonulmuş ve edimselleşmeyi bekleyen bir halde değildir. Bütün gücümüz daima edim halindedir, yani etkindir. 

Ve bu duruma en uygun örnekleri, çok iyi bildiğimiz üzere, doğalarının kendilerini yapmaya belirlediği şeye daima denk olan hayvanlar arasında bulabiliriz sadece.

Karınca, at, Orpheus
İşin doğrusu, Descartes bu ölçülemezlik itirazına yanıt vermek zorunda kalmış ve hayvanlar olaya daha o zaman dahil olmuşlardı. “İtiraf etmeliyim ki,” diye yanıt veriyordu rahip Mesland’a, “bazı etkiler yaratan şeylerin bize daha küçük görünen bazı başka etkileri yaratamadığına tanık oluyoruz sıklıkla. Başka bir insana hayat verebilen insan, mesela bir karınca yaratamıyor. Ya da bütün tebaasının itaat ettiği bir kral, atına söz geçiremeyebiliyor.”

Descartes “bence önemli olan” diye başlayıp Latince devam ediyor: “Tümel ve belirsiz bir neden söz konusu olduğunda, quod potest plus, potest etiam minus sözü totum est majus sua parte sözü kadar açık görünüyor bana.” Fazlasını yapabilenin azını da yapabileceği, bütünün parçadan daha büyük olması kadar açık ve anlaşılırdır Descartes’a göre. Dolayısıyla insan karınca da yaratabildiğinde ya da bir kral atına da söz geçirebildiğinde daha fazla bir güç ortaya koyacaktır, “tıpkı Orpheus’un müziğine daha fazla güç atfetmek istediklerinde, onun hayvanları bile hareket ettirebildiğini söylemeleri gibi.”2 

“Tümel ve belirsiz bir neden”, diyor Descartes: Doğru, hem de o kadar belirsiz ki fantastik bir örnek (karınca yaratan insan) ile olası bir örneği (hükümran ama kötü bir binici olan kral) aynı düzleme yerleştirmekten hiç çekinmiyor. Descartes, gücü belirsiz bırakarak, insanın gücünün az ya da çokluğunu diğer canlılara kadar uzanıp uzanmadığı üzerinden değerlendiriyor. Böylece Orpheus figürü Tanrı, Yaratıcı ve Kralın gücünün temsili olarak karşımıza çıkıyor.

Örümceğin gücü
Spinoza’nın itirazıysa daha radikal. Meseleye hayvanın tarafından yaklaşıyor. Ama herhangi bir hayvan değil: Descartes insandan açıkça daha zayıf ya da onun hükmü altında olan hayvanlardan bahsederken, Spinoza tam aksine örümceğin kendi gücünden bahseder ve bu gücün, insanın gücüne nazaran, bir yaşamın sona erdirilişi değil bir şeyin üretimi açısından üstünlüğünü vurgular. 

Spinoza güç kavramını son derece farklı bir şekilde anla-maktadır. Descartes için güç ex nihilo yaratım ya da egemen iktidarı ya da ikisini birden ifade ederken (Orpheus), Spinozamn bakış açısından örümceğin gücü ile varlığı aynı şeydir. Bir yanda örümceğin varlığı diğer yanda onun gücü yoktur. Örümcek olmak, ağ örme gücüdür, yani varlığında sürüp gitme gücünü kendi doğasına göre ifade etme tarzıdır. Örümcek açısından ağ, ne ondan kopuk ve dünyaya fırlatılmış bir yaratım, ne de sinekler üzerindeki hükümran bir iktidarın işaretidir; avını sabırla beklemek üzere, yer ile gök arasında ağ örerek sürdürdüğü tekil ve belirli varoluşuyla özdeş olan bir üretimdir.

Öyleyse gücü, özgül meziyetleri örümceğin yaşamının ta kendisidir. Tanrının mutlak gücü de bu şekilde anlaşılmalıdır: hükümran bir kral olarak ya da üretken bir sanatçının yaratıcılığı olarak değil, var olması yalnızca kendisine bağlı olan, mutlağa vardırılmış bir güç olarak. Dolayısıyla, bir şeyin özünü kavramak için, soyut ve belirsiz olana teslim olmaktan kaçınarak, tanrısal gücü anlamaya çalışmaktan başlamak gerekir. Orpheus’u, iktidarını aynı adımlarla, aynı sesle hem hayvanlara hem insanlara uygulayan bu şair-kral imgesini terk ediyoruz öyleyse.

Öteki aksiyom 
Spinoza bu “kolay” ve “zor” kavramlarına sıkça geri döner. Örneğin, insanın en başta ne kadar zahmetle de olsa çok basit bazı şeyleri yapabildiğini ve ancak bunları yaptıktan sonra, daha az zahmet gerektiren ve daha kusursuz olan daha zor şeyleri yapabildiğini söyler.3 Öyleyse kolay ve zorun anlamı yalnızca farklı varlıklara değil, aynı bireyin gelişiminin farklı aşamalarına göre de değişiklik göstermektedir. Bu durumda, uygun yöntemin gökten zembille inmesini beklememek gerekir: Yalnızca demirci olmak için değil, çekici üretmek için de demir dövmek, yani çabalamak gerekir. Hızlı ya da kolay üretilen bir şeyin aynı hız ve kolaylıkla dağılacağını, daha çok gerçeklik, daha çok yetkinlik içeren bir şeyinse daha zor üretildiğini varsaymak yanlış olur.4 Her şey, ürünün durumuyla da ilintili olan, emekçinin gücüne bağlıdır: Maddi ya da manevi herhangi bir ürün ortaya koymuş birisi, zihninde belirginleştiği oranda bu ürünün ona kendi gücünü uyguladığını ve tabiri caizse, kendi kendisini oluşturduğunu görür. 

O halde zorluk, buna hâlâ zorluk denilebilirse, binlerce engeli aşmak demek değil, ürünün var olmasına izin vermek, kendi gücünün özgürce gerçekleşmesine imkân tanımaktır. Descartes’ın müphem aksiyomuna karşılık, Spinoza başka bir aksiyom öne sürer: Bir şeyin ne kadar gerçekliği varsa o kadar var olma kuvveti vardır. Bu durumda Tanrı’nın varlığını ispat etmek çok kolaylaşır: Tanımı gereği mutlak anlamda sonsuz olan Tanrı, mutlak bir var olma gücüne sahiptir ve dolayısıyla mutlak olarak vardır.5 Bu herkes için kendiliğinden açık değilse -bu ispat zor bir ispatsa- bunun nedeni anlama gücünün maruz kaldığı belli önyargılardır. Yapılması gereken, derhal bu önyargıların peşine düşmektir.

Ariel Suhamy & Alia Daval, Spinoza ve Yaratıklar, Otonom Yayıncılık, Çev.:Mustafa Çağlar Atmaca

  1. Descartes Felsefesinin İlkeleri, I, 7, not.
  2. Descartes'in 2 Mayıs 1644 tarihli mektubu.
  3. Aydınlanma Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine İnceleme, s. 49.
  4. Ethica, I, 11 not.
  5. A.g.e..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder